JoomlaLock.com All4Share.net

HAK-BATIL MÜCADELESİNDE SÜNNETULLAH (MÜCADELE KANUNU)-4

Allâh’ın Dînine Yardım İçin Cemaatleşmek:

Geçen bölümde Zemahşerî’nin “Kendisine yardım edene Allâh elbette yardım eder.” âyetinin tefsîrinde “Allâh’ın dînine ve dostlarına yardım eder.” dediğini; er-Râzî’nin de; “Siz Allâh’a yardım ederseniz O da size yardım eder.” âyetinin tefsîrindeki görüşlerin birinde “Allâh’ın hizip ve taraftarlarına yardım ederseniz...” dediğini belirtmiştik.

Allâh’ın dînine yardım, cemaatleşme ile olmalıdır, diyebilir miyiz? Yani Allâh’ın mü’minlere yardım şartının gerçekleşmesi için, O’nun dînine yardımda isteneni sağlayacak cemaati oluşturmak gerekli midir?

Cevap: Bütün mü’minlerden istenen, şerîatın ikamesi için gayret göstermek suretiyle Allâh’ın dînine yardım hususunda çalışmaktır. Ki, Allâh da cehdü gayretleri oranında onlara yardım etsin. Fakat, şüphe yok ki, İslâm Dîni için cemaatleşerek çalışmak, İslâm’ın istediği ve Kur’ân’ın işaret ettiği bir durumdur.

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği buyurup kötülükten men eden bir topluluk olsun; İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân/104).

İki alanın birinde (Emr-i Mâruf veya Nehy-i Münker) vazifeli kitleden maksat, tamamı değil, bir kısmıdır.39

Âyette “ümmet”ten maksat, Allâh’a dâvet edecek; emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker yapacak; yani, dîne yardımda bulunacak Müslüman topluluktur. Cemâat, toplumsal bir organizedir. Düzenli bir topluluk olarak dîne yardımda bulunur. Bu tür bir çalışma, Müslümanların tek tek, ayrı ayrı çalışmalarından daha yararlı ve randımanlıdır. Fertlerin gayretlerini birleştirecek cemâat olarak çalışmaları, kişisel çalışmalarına oranla sonuca daha kolay götürücüdür. Kaldı ki, cemaatleşerek çalışmak, Allâh’ın hoşlandığı ve İslâm’ın kesin olarak öngördüğü dîne yardım edecek ümmet (Müslüman kitle) oluşturma emrinin gereğidir. Bu mânâda Allâh’ın “İyilik ve  takvâ üzere yardımlaşın.” (Mâide/2) şeklindeki buyruğunu da hatırlıyoruz.

Yardımlaşma, her iki tarafın, gayretlerini birleştirmeleri demektir. Bu ise, yani İslâm cemaati oluşturma, istenen iyiliğin -ki iyiliğin en büyüğü dîne yardımdır- gerçekleşmesi içindir.

Buna göre, şöyle demek  mümkündür: Cemâat tanzimi, şer’an istenen, âcil  derecesinde bir  emirdir. Bundan  maksat dîne yardımdır. Böyle bir cemâatin oluşumu, bazen bâtılın güçlü olması durumunda ve bâtıl ehli de Hakk’a ve Hak taraftarlarına düşmanlıklarında aşırı iseler, vaciptir.

Bâtıl ve bâtılı savunanlar bu derece güçlü olunca, hak ehlinin mücadelesi kişisel değil, topyekün olması gerekir ki, ya onlardan çok güçlü veya onlara denk olsunlar. Bu, dîne yardım ve bâtılla mücâdele yolunda düzenli bir İslâm cemaati tanzim etmeleri hususunda, gayretli çalışmaların birleştiği, Müslümanların desteklediği organizeli bir cemaatin oluşmasıyla mümkündür. Bu cemâat, Allâh’ın “İçinizden hayra davet edecek... bir ümmet bulunsun” emrini gerçekleştirdiği için Allâh’ın taraftarı (hizbullâh), fertleri ise O’nun dostudurlar.

Ümmetin, yani Müslüman kitlenin varlık sebebi, Allâh’ın yardımıdır. Öyleyse, Allâh’ın dînine yardım adına o cemâatte yer almak güzel bir davranıştır. Zîra bu dîne yardım, her erkek ve kadın Müslümana vaciptir.

4) Kuvvet Hazırlığı ve Cihad:

Mal ve can ile cihad, İslâm’ın emrettiği mücadele türlerindendir. Ancak hepsi demesek bile, neredeyse Müslümanların bir çoğu tarafından unutulmuş bir farzdır. Kaldı ki cihad, yardım yolu, şeref vesilesi, Allâh’ın dîninin ortaya konulması, bâtılın sökülüp atılması ve Hakk’ın rızâsına nâiliyet demektir. Cihad’ın terki, bâtılın ve bâtıl yanlılarının üstünlüğüne, mü’minlerin perişanlığına, kuvvetlerinin gitmesine ve devletlerinin elden çıkmasına sebebiyet verir.

Allâh (cc) buyuruyor ki: “Gerçi hoşunuza gitmez ama, size savaş yazıldı (farz kılındı). Bâzan hoşunuza gitmeyen bir şey, hakkınızda iyi olabilir ve hoşunuza giden bir şey hakkınızda kötü olabilir. Allâh bilir, siz bilemezsiniz.” (Bakara/216).

Yani cihad, uymakta zorlandığınız, hoşlanmadığınız bir konudur. (ىسع) kelimesi, Allâh için kullanılınca vücup ve kesinlik ifade eder. Bu durumda mâna şöyle olur: Cihaddaki hoşlanmadığınız meşakkat ve zorluk, düşmanınıza üstünlük sağlamanız, zafer kazanmanız, ganimet elde etmeniz ve böylece sevapla mükâfatlanmanız bakımından hakkınızda hayırlıdır. Ve hoşunuza giden bir şey de hakkınızda kötü olabilir: Yani, rahatlığı tercih ve savaşı terk etmeniz, mağlup olmanız, kuvvetinizin gidip perişan bir duruma düşmeniz bakımından şerdir. İmâm Kurtubî (671/1273) şöyle diyor: “Şüphesiz bu doğrudur. Endülüs’te Müslümanlar cihadı bırakmak hususunda karar aldılar. Savaştan korkup kaçtılar. Düşman da ülkeyi istilâ ederek esir aldı, öldürdü, kan akıttı. Biz Allâh içiniz O’na döneceğiz. Bu, insanların kendi hazırladıkları ve kazandıklarıydı.”40

A- Cihadı Terk Etmek Azâba Sebeptir:

Geçen bölümde, cihadı terk etmenin mü’minlere zillet ve perişanlık getireceğini anlattık. Buna şu âyeti de ekleyebiliriz: “Eğer topluca savaşa çıkmazsanız, (Allâh) size acı (bir şekilde) azap eder ve yerinize sizden başka bir topluluk getirir. O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allâh her şeyi yapabilendir.”

İmâm İbn Arabî el-Malikî (543/1148) bu âyet hakkında şunları söylemektedir:

“Bu âyetin gereği olarak, cihada çıkmak ve Allâh’ın dâvasını yüceltmek için düşmanla çarpışmaya katılmak vaciptir. Dünyadaki “elem verici azap” düşmanın, yenemediği kimseye (mü’minlere) üstün gelmesi tarzında olurken, âhiretteki “azap” da cehennem ateşi ile olacaktır. Dahası, yerinize bir başka milleti getirmesi de acı bir azaptır.”41

Şehîd Seyyid Kutub diyor ki: “Mü’minleri tehdît eden azap, yalnız âhiretle ilgili değildir. Aynı zamanda bu, dünya azabıdır da. Cihada çıkmayanlara isabet edecek olan bu azap, mü’minlere karşı düşmanın zaferi, mâl ve ganîmetten mahrumiyet ve zenginliklerin düşman tarafından sömürülmesi şeklinde tezahür eder. Cihadı terk eden hiçbir millet yok ki, Allâh onlara zillet ve perışanlık damgası vurmasın. Düşmana karşı durma isteğinin kat kat cezâsı olarak, hor ve hakir bir şekilde düşmanına boyun eğdirilmesin.”42

B-Cihada Katılmayanlara ve Tembellik Gösterenlere Yönelik Hitap:

a- Cihada katılmayanlar ve tembellik edenler şu şekilde ikaz edilmişlerdir: “Ey insanlar, size ne oldu ki; ‘Allâh yolunda topluca savaşa çıkın!’ dendiği zaman yere çakılıp kaldınız? Âhirettense dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama dünya hayatının geçimi, âhiretin yanında pek azdır.” (Tevbe/38)

Kim Allâh yolunda cihad davetine icabet etmez, yahut ağır davranarak tembellik gösterirse ona bir hatırlatma olarak “Âhirete karşı dünya hayatına mı razı oldunuz?” denilir. Yani, cihad sâyesinde kavuşacağınız sürekli ve tam olan âhiret mutluluğuna karşılık, geçici ve noksan olan dünya hayatına mı razı oldunuz?  “Âhirete karşı dünya metaı (geçimi) azdır.”

Peygamber Efendimiz (as), âhiret nimetine oranla dünya nimetini süre ve zaten azlığı itibariyle, denize parmağını sokup daha sonra çeken kimseye benzeterek buyurdu ki: “Bakın (parmak) ne ile geri dönüyor”*

b- Tembellik yapan ve cihaddan geri durana, Resûlullâh’ın (as) cihad ve mücâhidler hakkında dediği, ilim erbâbının da cihadla ilgili Allâh’ın Kitabı’ndan ve Resûlullâh’ın sünnetinden anladıkları şeyler söylenir. Peygamberimiz’in (as) şu sözü bu kabildendir: “Yeryüzünde bulunanların aynısı kendisine verilmişken, şehitlerden başkası cennete girdikten sonra dünyaya geri dönmeyi arzulamayacaktır. Onlar, şehitliğin faziletine ermek için, dünyaya geri dönüp defalarca savaşmayı arzu ederler.” (Buhârî)

İbn Battâl, bu hadîsin şerhinde der ki: “Bu hadîs şehitlik hakkında gelen haberlerin en hoşudur. İnsanların güzel ameller içerisinde, uğrunda, cihaddan başka cân-fedâ ettiği bir şey yoktur. Bu sebepledir ki, cihadın sevabı daha büyüktür.”43

İmâm Ahmed bin Hanbel (241/855) der ki: “Farzlardan sonra, ameller içinde, cihaddan daha faziletli bir şey bilmiyorum. Düşmanla çarpışan mücâhidler, İslâm’ı ve onun şerefini müdâfaa etmektedirler. O halde, hangi amel bundan daha üstündür? İnsanlar güvenli ve korkusuz yaşarken, onlar İslâm’a saldırı hususunda endişelidirler. Allâh yolunda öz nefislerini fedâ ederler.”44

İbn Teymiye, düşmanın, İslâm ülkesine sızabileceği ve hücum edebileceği yerler olması hasebiyle, hudutlarda ve İslâm diyârının sınırlarında nöbet beklemek hakkında şöyle demektedir:

“Allâh yolunda sınır nöbeti tutmak, Mekke’ye, Medine’ye ve Beyt-i Mukaddes’e komşu olmaktan sevapça daha üstündür.”45

C- Cihad İçin Kuvvet Hazırlamak:

Cihad için düşmanla çarpışmaya ve İslâm diyârını müdâfaa etmeye koşmak tek başına yeterli değildir. Aksine, cihad için gerekli hazırlığın da yapılmış olması gerekir. Nitekim Allâh (cc) böyle buyurmaktadır: “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Bununla Allâh’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allâh’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allâh yolunda ne harcarsanız tam olarak size ödenir, hiç haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfâl/60)

Kuvvet, hazırlığı yapanın, harpte kendisiyle güç sağladığı her şey demektir. “Cihad için bağlanıp beslenen atlar”, Allâh yolunda hazır kıta bulunan atlara “er-Ribât” denir. Bu kelime atlar için kullanılır. Çünkü onlarla güç elde edilir. “Bununla Allâh’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka...”, hazırladığınız bu kuvvetle Arap kâfirleri ve Yahudilerden olan düşmanlarınızı püskürtürsünüz. “...Ve onlardan başka sizin bilmediğiniz...” ve düşmanlığı bilinmeyen diğerlerini (püskürtürsünüz). “Allâh yolunda ne harcarsanız...”, Müslümanların hudutlarını korumak hususunda az veya çok, aynî veya nakdî harcamalarla güç yetirdiğiniz kuvvet hazırlamışsanız, Allâh, size onun mükâfatını noksansız verecektir.46

D- Kuvvet Ne Demektir?

Âyeti kerimede “Gücünüz yettiğince kuvvet hazırlayın” deniyor. Kuvvet, nekre (belirsiz) bir kelime olup, herhangi bir kuvvet türüne has bir kelime değildir. Ondan bir tür olarak “Ribatü’l-hayl” , “sınırda koşturulan atlar” denilerek kendisiyle güç sağlanan atlara mahsus olmuştur. Şüphesiz Müslümanların kendisiyle düşmana karşı müdâfaa imkânı bulduğu “kuvvet”, her zaman ve her mekânın savaş araç çeşitleri ve sayısını da kapsamaktadır. Fakat, Müslümanlardan istenen “kuvvet”, düşmana üstün gelmek, şerlerini defetmek ve müdafaa için hazırlanan kuvvet midir? Savaşın ve düşmanla çatışmada bi’l-fiil kullanılan silah sayısına mı mahsustur? Ve “kuvvet”i sırf çatışmada kullanılan silahlar mânasında anlamak mümkün müdür?

“Kuvvet”in mânalarından ve kullanılışından benim anladığım, başkaları istesin istemesin, güç sahibinin, iradesini yürürlüğe koymasıdır. Bu icraatın istendiği irade, bazen başkasının bertaraf edilmesi, uzaklaştırılması, ortadan kaldırılması ve mahkûm edilmesiyle ilgilidir. Hüküm ve dayanağı ise, bir şeyin ortadan kaldırılmasıdır. Bu güç de, gâye ve maksatlarının gerçekleştiği fonksiyonla tahakkuk eder ki o da, sahibinin, iradesini yürürlüğe koymağa yetirdiği güçtür. Bu güç, bazen ehliyetli komutanlık,  ordunun yiyecek, giyecek ve kale temini gibi hazırlıklarla, devletin ekonomik bakımdan yeterli olması kadar, asker için silah hazırlamak, harp yeteneği kazandıran teknik bilgiler vermek, Allâh için savaşa hazırlayan îman fonksiyonlarını öğretmek ve o yolda şehitliğe teşvik etmekle gerçekleşir. Yine bu güç,  ilim ve o gücün elde edebilmesi için zarurî bilgi ve ilim adamlarının bütün alanlardaki -meselâ, ziraat ve sanat dallarındaki- buluşları sâyesinde tahakkuk eder. Îman fonksiyonları üzere nefislerin terbiye edilmesi hariç, bütün bu anlattıklarım zaman ve zeminin değişmesiyle değişiklik arzedebilir.

E- Kuvvet Hazırlığı, İslâm’ın Farzlarındandır:

Kuvvet hazırlığı, hakkında emir bulunması bakımından “kuvvet”in açıkladığım anlamına göre, İslâm ümmeti için, İslâm’ın farzlarından bir farzdır. Emirde aslolan, mâni karine (ipucu) bulunmadıkça vücûb ifâde etmesidir. Burada ise karine bulunmamaktadır. O hâlde, kuvvet hazırlamakla ilgili emir vücûba delâlet eder:
“Onlara karşı gücünüz yettiğince kuvvet... hazırlayın”. Bu emirle muhatab olan tüm Müslüman kitledir. Onların yerine vekâleten bu emri yerine getiren ise “halife/devlet başkanı”dır. Müslüman kitle, devlet başkanını bütünüyle kendisine ait şer’î hükümlerden muhatab olduğu şeylerin, kendi adına, yerine getirmesi için seçip başa geçirmiştir. Kuvvet hazırlama da böyle bir şer’î hükümdür. Devlet başkanının (veliyyü’l-emr) bu husustaki ihmali mazur görülemez. Bu durumda tüm fertleriyle ümmete, özellikle “ehl-i hal ve’l-akd” de denilen âlimler zümresine düşen, halifeden İslâm devleti için böyle bir hazırlığın olmasını istemektir.

Değişik alanlarda dünyevî ilimlerin dahi öğrenilmesi bazen zarurîdir, hatta vaciptir de. Çünkü vacibi tamamlayan şey de vaciptir.

F- Eğitimli Ordu Hazırlığı da Kuvvet Hazırlamak Kabilindedir:

Eğitimli ordu hazırlığı, kuvvet hazırlamak kabilinden olunca; askerin İslâm inancının gerektirdiği prensiplere göre îman fonksiyonlarıyla hazırlanması, çeşitli silahların kullanılması, savaş tekniği, askerî maharet ve eğitimin icrası için fizikî hazırlık, yahut ordunun öğrendiğini unutmaması için sık sık tatbikatların yapılması gerekir. Bu söylediğimin delil ve dayanağı Peygamberin (as) şu ifadesidir: “Atıcılığı bilip, sonra terkeden bizden değildir  (veya âsi olmuştur).”47

G- Müslüman, Düşmana Korku Salacak Nisbette Güçlü Olmalıdır:

Bahsi geçen âyette, Allâh (cc), kendisinin ve bizim düşmanımıza korku salmak için kuvvet hazırlamayı emretmektedir. Anlaşılıyor ki, hazırlanan kuvvetin, düşmanı korkutması gerekir. Bu da ancak düşmanın gücünden daha büyük güce sahip olmakla mümkündür. Bu güç, düşmanın, Müslümanlar ve onların devletleriyle uğraşmalarına mâni olacak, ayrıca Müslümanlara ve devletlerine saldırı ve taarruz imkânı bırakmayacak, onlardan şerri savacak büyüklükte olmalıdır. Düşmana korku salan böylesi bir gücün hazırlanması kaçınılmazdır. Bundan geri durmak veya tembellik göstermek doğru değildir. Yoksa onlardan intikam almamız için, “Biz hak, onlarsa bâtıl üzeredir.” dememiz yetmez. Öyleyse hakkın, mutlaka koruyan, bâtıl ve bâtıl yanlılarını korkutan ve onların İslâm devletine saldırılarını önleyecek gücünün olması gerekir.


39- age., c.1, s. 396.
40- Tefsîr-i Kurtubî, c. 3, s. 38-39.
41- İbn Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, c. 2, s. 937-938.
42- Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân, c.10, s. 224.
* Dünya nimetinin azlığı ve geçiciliği anlatılmak istenmektedir.
43- el-Askalânî, Sahîh-i Buharî Şerhi, c. 6, s. 32-33.
44- Ibn Kudâme, el-Muğnî, c. 8, s. 348-349.
45- İbn-i Teymiye, age., c. 28, s. 418.
46- Âlûsî, age., c.10, s. 26; Tefsîr-i Menâr, c.10, s. 61.
47- Müslim rivâyeti, Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, c. 2, s. 539, Ha: 8862
.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 EYLÜL SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort