JoomlaLock.com All4Share.net

HOCA MUSTAFA EFENDİ

Kırım Türkleri’nden olup, Anadolu’ya göç ederek Erzurum’un Tortum (Nihah) kazası Vıhık (Pehlivanlı) köyüne yerleşirler. Tortum Müftüsü Hoca Ömer Efendi, Hoca Mustafa Efendi’nin babasıdır.

Hüseyin Efendi’nin, Molla Yusuf, Molla Gürani ve Hacı Ömer Efendi adında üç oğlu olur. Hoca Mustafa Efendi, Hacı Ömer Efendinin dört oğlundan biridir. Hüseyin Efendi oğlu Ömer Efendi’yi Erzurum’un eski milletvekillerinden Cevat Dursunoğlu’nun halası Feyruze hanımla evlendirir. Hacı Ömer Efendi’nin Feyruze Hanım’dan Mehmet Mustafa Sıtkı, Ahmet ve Numan isminde dört oğlu olur.

Tortum (Nihah) müftüsü olan ulu dedesi Hoca Ömer Efendi oğlu Hüseyin’e öyle bir nasihatte bulunur; “Oğlum bizim sülaleye Deli Balta” denir. Sülalemizde hiç âlim kesilmemiştir. Ben senin okuman için çok gayret gösterdim, ne yaptıysam okumadın ahirette elim yakanda kalsın, eğer senden olan çocuklarını okutmaz isen.” der.

Bu nedenle Hüseyin Efendi’nin oğlu Hacı Ömer Efendi, oğullarını okutmak için Erzurum’a gelerek Erzurum’un Kasımpaşa Mahallesi’ndeki eve yerleşirler. Çocukluk dönemi annesine ait olan Boyahane Camii ve Caferciye Camii yakınlarındaki evlerinde geçer. Babası çocukların dördünü de Gacıroğlu ve Yetimoğlu Medreseleri’ne gönderir. Babasının vefatından sonra, anneleri geçimlerini temin için Erzurum’un merkez köylerinden olan Kayapa köyündeki araziyi işletmek için gidip gelmektedir. Durumu iyi olan anne, çocuklarının okuması için hiçbir fedakârlıktan kaçmamıştır.

Mustafa Sıtkı Efendi’yi yirmi yedi yıl süren tedrisatın son üç yılında bu medreselerde ders verir. Bu arada rüştiyeyi de bitirmiştir. O yıllarda idadiyeyi bitirip bitirmediği bilinmiyor. Buna ait bilgilerin Milli Eğitim Bakanlığı’na ait arşivlerde olduğunu zannediyorum. Çünkü çocuklarından kızı halen babasından kalan emekli maaşını almaktadır.

Bu yıldan sonra Mustafa Sıtkı Efendi bilhassa Yetim Ağa Medresesi’nde müderrislik ister. Bu mümkün olmayınca kendisine Erzurum müftülüğü teklif edilir. Fakat Mustafa Sıtkı Efendi bazı sebeplerden dolayı kabul etmez:

Birincisi; zamanın müsait olmaması sebebiyle şartların gereğini yerine getiremeyeceği endişesi.

İkincisi; kalbindeki insan yetiştirme arzu, istek ve aşkının, onu öğrenci yetiştirmeye itmesi. Bu şekilde insanlara daha çok faydalı olacağı kanaatindedir. Onun için gönlünde müderrislik yatmaktadır.

Hoca Mustafa Sıtkı Efendi müftülüğü kabul etmeyince girdiği imtihan sonunda askerlikten muaf olduğu gibi bugün Horasan kazasına bağlı olan Azap köyü dâhil on pare köyün çocuklarının eğitim-öğretim görevi teklif edilir. Aynı zaman da köyün imamı olarak atanır.

Dünya nimet ve makamına önem vermeyen Hoca Mustafa Sıtkı Efendi hemen bu teklifi kabul eder. Çünkü bu şekilde insanlara daha faydalı olacağı kanaatindedir. Hemen Azap köyüne gider. Köye vardığında eğitim-öğretimle ile ilgili hiçbir şey görmez. Ne öğrenci vardır ne de medrese. Bütün bu yokluklar, sıkıntılar, güçlükler hocaefendinin kalbindeki istek, arzu ve sevgiden bir nebze dahi eksiltmez. Bilakis, eğitimsiz ve çaresiz insanlara yardım etmek, insanları cehaletten kurtarmak,etrafındaki insanları aydınlatmak ve insanlara hizmet onun içindeki arzu ve isteği bir kat daha artırıp gücüne güç katar. İşte bunun için şehir hayatını bırakarak köye gitmeyi daha önemli buluyor.      

Köylünün maddi ve manevi destekleriyle işe koyulur. Önce köyün ortasında caminin yanında bir medrese (okul) yapılır. Medrese bugünkü anfi şeklindeymiş. Medrese tamamlandıktan sonra on pare köyden gelen öğrencilerle eğitim-öğretime başlanır. Eğitimöğretim üçer yıldan altı yılı bulan devre- i ula (1. Devre), devre- i sani (2. Devre) den ibaret olan iki dönemli tedrisata başlanır. Burada müspet ilimlere birlikte dini ilimler, Arapça ve Farsça dersleri okutulurmuş.

Günler aylara, aylar yıllara dönüşürken hocaefendi emeğinin meyvelerini almaya başlar.

Hocaefendinin gayretleri sebebiyle eğitim, öğretim ve kültürde önemli gelişmeler olmuştur. Hocaefendi köydeki eğitim ve öğretimin yanı sıra sevgi, saygı, birlik-beraberlik ve yardımlaşma konularında da halka örnek olmaya çalışıyordu. Zaman zaman o yörenin dini ve manevi dinamiklerinden olan Alvarlı Vehbi Efendi, Kilinkârlı Abdulkerim Efendi, Hacı Ali Efendi ve isimlerini hatırlayamadığımız zâtlar bir araya gelerek köyleri irşad gezilerinde bulunup halkı aydınlatma konularında destek olmaya çalışırlarmış.

Ayrıca, Hoca Mustafa Sıtkı Efendi Hasankale’den maaşıyla aldığı iaşe ve giyeceği köye getirerek evin avlusuna bırakırmış. İhtiyacı olanlar gelip ihtiyaçları kadar aldıktan sonra geri kalan ev halkı tarafından tüketilmiştir.

Köydeki gözle görülür maddi ve manevi gelişme köylüyü sevgi ve saygıyla kucaklaştırdığı gibi çevreye de güzel örnek olmuştur.

Günler böyle geçerken Birinci Dünya savaşı patlak verir. Seferberlik ilan edilir. Göç başlar. Hocaefendi göç etmeden önce yazmış olduğu eserleriyle birlikte kitaplarını büyük bir sandığa doldurup evin odalarından birinin ortasında toprağa gömer. Dönüşte bu kitapların yerinden çıkarılmış olduğunu görünce çok üzüldüğünü ifade eder.

Hocaefendi gitme telaşıyla ailesini yanına alarak Erzurum’ a, oradan da Erzincan’ın üzüm bağları olan bir köyüne, Erzurum’un merkez köylerinden Ebülhindi köyü halkından olan Yzb. Cafer Bey tarafından yerleştirilir. Bir müddet orada kalırlar. Yine Cafer Bey tarafından haber gönderilerek göç etmesini söylenir. Tekrar yola çıkan hocaefendi ailesi ile birlikte Yozgat ilinin, Çekerek ilçesine bağlı Bazlambaç beldesine varırlar. Osmanlı döneminde Bazlambaç, Zile kazasına bağlıymış. Bazlambaç, Osmanlı döneminde büyük bir medreseye sahiptir. Zaten cumhuriyet döneminde açılan ilk okullardan birisi Bazlambaç’ta açılır.

Aile oraya vardığında aç ve perişandır. Hocaefendi burada göçmenlere her türlü yardımı yapar, vakıfta görevlendirilir.

Göçmenlerin isteklerini yerine getirebilmek için elinden gelen düzenlemeyi yapar. Bir gün ailesi 13 yaşındaki oğlu Nurettin’i bir şeyler getirmek için babasının yanına gönderir. Oğlu Nurettin oraya gittiğinde görevli memurla karşılaşır durumu anlatır. Memur hocaefendiye söylemeden bir torbaya buğday koyarak oğlu Nurettin’e verir. Tam gideceği anda hocaefendiyle karşılaşır. Hoca ne olduğunu sorar. Memur; “Ev halkı açmış, biraz buğday verdim.” der. Hoca bu duruma kızarak; “Benim çoluk çocuğuma haram yedirmeye ne hakkınız var?” der. Buğdayı alıp yerine boşaltmasını söyler. Memur emri yerine getirir. Oğlu ağlaya ağlaya eve döner.

Hocaefendi iaşe dağıtımında çok çok titiz davranır. Dağıtanları da bu konuda dikkatli olmaları konusunda uyarır.

Hocaefendi, iaşe dağıtım görevi dışında asıl görevi olan çocuk okutmaya burada da devam eder. Bu yörede üç yıl kalırlar. Hocaefendi tekrar geri dönme arzusundadır. O yörenin halkı hocayı kaybetmemek için ellerinden gelen her türlü maddi ve manevi çabayı sarf ederler. Hatta devletin verdiğinin dışında hocanın geri dönmemesi için bağbahçe ve ev teklif ederler. Fakat hocaefendi Azap köyünde yarım bıraktığı eserlerini ve öğrencilerini düşünmektedir. Nihayet zamanı gelince verilen bütün dünya nimetlerini elinin tersiyle iterek Erzurum’a dönmeye karar verir.

Erzurum’a geldiklerinde Azap köyüne gitmeden önce kendi köyleri Kayapa’ya gelirler. Ebülhindi köyünde bulunan Yzb. Cafer beyin kardeşi Aslan Bey o günün şartlarında Azap’a dönmelerinin iyi olmayacağını söyler.

Fakat daha önce ifade edildiği gibi aynı şekilde bir an önce köye gitme arzusundadır. Bir müddet kaldıktan sonra Azap köyüne döner. 1940’lara kadar Koyapa köyü ile irtibatını kesmez.  Hoca köyde medresenin (okulun) durumunun iyi olmadığını, toprağa gömülü olan sandığın da çıkarılmış olduğunu görünce çok üzülür. Yapacak bir şey olmadığını görür.

Bütün bu sıkıntılar, yokluklar hocaefendiyi üzmekle beraber azim ve gayretini sekteye uğratmaz. Caminin yanında köylünün yardımıyla medrese (okul) yeniden yapılır. Okul bitince hemen tedrisata başlanır. Bu arada Osmanlı dönemindeki uygulanan eğitim sisteminden bahsetmenin faydalı olacağı kanaatindeyim.

Osmanlı Devleti’nin son döneminde medreselerin ders programlarında ve teşkilat yapısında yeni düzenlemeler yapıldı. 1914 yılında Darü’l-Hilâfeti Âliye adı altında birleştirilmiştir. Önceleri 4 yıl olan bu mektepler daha sonra 6 yıla çıkarılmıştır. Cumhuriyet döneminde ilköğretim süresi 5 yıla düşürülmüştür. Bu 6 yıllık okullarda Türkçe, Tecvit, Kur’ân, İlmihal,
Hat, Osmanlı Tarihi, Coğrafya, Yurttaşlık Bilgisi, Matematik, Dini İlimler, Akaid, Arapça, Farsça, Hadis dersleri okutulmuştur.  Bu 1924’e kadar devam etmiştir.

6 Ekim 1913’de Tedrisatı İbtidaiye Kanunu ile Fransız okulları sistemine uyarak Rüştiye ve İbtidaiye birleştirilerek altı yıllık mektepler ibtidaiye haline getirilmiştir.                                                                      

O dönemin medreselerinden icazet alanlar müderris olur. Sırası gelen müderris önce yirmili bir medreseye atanır, sonrasında terakki edermiş. Hoca Mustafa Efendi o dönemin birinci sınıf müderris ve hocaların derslerine devam eder. Medreselerde mutlaka uzun yıllar dirsek çürütmek ömür yıpratmak lazımdı. Yetim Hoca ,Yunus Hoca ve o dönemin meşhur hocaefendileri rahle-i tedrisinden geçerek yetişmiştir. 25 yıl tedrisatın sonunda 3 yıl da bu medereselerde müderrislik görevinde bulunmuştur. Bu dönemlerde Erzurum Mülkiye Rüştiyesi’ni de bitirir.

Yetim Hoca’nın eğitim usulüne getirdiği yeni metodlar ve kolaylık sayesinde Erzurum’un kurumlarında daha köklü, daha kuvvetli öğretim vermiştir. Yetim hocanın ilk resmi vazifesi rüştiye muallimliğidir.  

Tedrisat devam ederken Cumhuriyet ilan edilir (29 Ekim 1923). Cumhuriyet döneminde ilköğretim süresi 6 yıldan tekrar 5 yıla düşürülür.

1924 yılında Doğuanadolu’da deprem olur. Depremin yıkımı-zararı fazla olur. Deprem esnasında okul yeniden yıkılmıştır. Tedrisat yine aksamıştır.

Okul yapımına tekrar başlanır. Önce köyün batı cephesinde acilen baraka kurulur çok geçmeden köyün giriş kısmına sınıflı bir öğretmen odası ve büyük bir salonu olan okul yapılır. Hocaefendi burada tedrisata devam eder. 1928’de harf devrimi olur. 1928 yılından sonra emekliye ayrılır. Erken emekli oluşunda rahatsızlığı etkili olmuştur. Emekli olduktan sonra kendisine Hasankale müftülüğü teklif edilir. Israr etmelerine rağmen teklifi kabul etmez.

Emekli olduktan sonra son dönemlerine kadar dini tedrisata ve arkadaşlarıyla irşada devam etmişlerdir.

Hocaefendi, son zamanlarında hastalığı ilerlemiş ve yatağındadır. Büyük oğlu Nurettin, babasının rahatsız olduğunu ve durumunun iyice ağırlaştığını görür. Babası bir ara oğluna sırt ağrısının fazlalaştığını sırtına geçerek hafifçe kaldırmasını ve Yasin-i Şerif’i okumasını söyler. Oğlu Yasin’i okurken babasının dilinden dökülen “Aman ya Rab! Aman ya Rab!” kelimelerini devamlı tekrar ettiğini işitir. Yasin’i bitirdikten sonra babasına sormaya cesaret edemediği soruyu sormanın zamanı geldiğini anlar ve babasına; “Hocam, hak vaki olunca kimi getirelim?’’der. Babası oğluna; “Oğlum sen hiç düşünme , benim namazımı kıldıracak arkadaşım gelir.” der.

Gerçekten de o gün Kars tarafına gitmekte olan Alvarlı Vehbi Efendi trenle Azap istasyonuna gelir. İstasyon şefi Zabit Çavuş Vehbi Efendi’yi bırakmaz, misafir eder.

Hoca Mustafa Sıtkı Efendi Şubat ayının akşam saatlerinde kelime-i şehadet getirerek Hakk’ın rahmetine kavuşur.

Vehbi Hocaefendi akşam namazını kıldıktan bir müddet sonra Zabit Çavuş’a dönerek; “Arkadaşın Mustafa Sıtkı Efendi dünyasını değişti, sağlığına kavuşma nasip olmadı. Allah rahmet etsin. Kars’a gidecektim, yolumuz değişti, yoluma devam edemeyeceğim.” der.

Sabah olunca köylüler hoca Ali Efendi’yi getirmek için kızakla yola çıkar ve istasyona gelince Vehbi Hocaefendi yola çıkarak köylüleri geri çevirip birlikte Azap köyüne gelirler.

Hoca cenazeyi yıkar, namazını kıldırır, kabre de Sıtkı Efendi’nin oğlu Nurettin ile birlikte indirir. Vehbi Hoca; “Oğul Nurettin sen çık, ben şöyle etrafı düzenleyeyim.” der. Hoca Nurettin çıkar. Vehbi Hoca bir türlü çıkmaz, cemaat sabırsızlanır; “Haydi efe çık da mezarı kapatalım.” derler. Bir, iki, üçüncüde Efe kızarak mezardan çıkar; “Ne aceleniz var, koymadınız ki güzel makamı biraz daha seyredip o güzel kokuyu biraz daha koklayaydım.” der.

Oğlu Nurettin babasının vefatından sonra yaz mevsiminde Vehbi Hocaefendi’nin Kalender köyünde olduğunu öğrenir Vehbi Hoca mutat olan irşada devam etmektedir. Hocayı görmek için oğlu Nurettin bir arkadaşıyla birlikte Azap köyüne yakın olan Kalender köyüne gitmek için yola çıkarlar. Yolda arkadaşıyla giderken oğlu Nurettin arkadaşına; “Vehbi Hocaefendi babamı yıkadı, defnetti, onu memnun etmek için bir düve vereceğim. Acaba kabul eder mi?” der. Köye geldiklerinde hiçbir yere uğramadan doğruca Vehbi Hoca’nın bulunduğu konağa giderler. Vehbi Hocaefendi Mustafa Sıtkı Hoca’nın oğlu Nurettin’i yanına çağırır ve yanında oturmasını söyler. Sohbetten sonra Hoca Vehbi Efendi, Mustafa Sıtkı Hoca’nın oğlu Nurettin’e dönerek; “Oğul Nurettin sakın aklına böyle bir şey getirme. Allah bana böyle bir arkadaşımı yıkama ve defnetmeyi nasip etti.” der.

Bu sözden sonra oğul Nurettin ve arkadaşı birbirlerine bakarak taaccüblerini ifade ederek bu hali anlamaya çalışırlar.

Allah’u Teâlâ hepsine rahmet eyleye, Hz. Muhammed’in (sav) şefaatine nail eyleye. Merhametiyle muamele eyleye. Âmin!

Torunu: Numan ÖZKAYA

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort