JoomlaLock.com All4Share.net

İBADET HAYATIN GAYESİDİR

Sual: Efendim, kendini eksik gören, eksikliklerini gidermek isteyen bir Müslüman bu eksiklerini tespit ederken de bazen yanlış çıkarımlarda bulunup aksi yöne meyledebiliyor veyahut da “Ben bu eksikleri nasıl olsa tamamlayamayacağım.” deyip meşguliyetlerinden dolayı kimi kendini futbola vermiş, kimisi televizyona vermiş… Bazen de bu eksikleri tamamlayayım derken çok yorucu bir program belirliyor kendisine. Misal Kur’ân ezberlemeye başlıyor veya belki ilk sırada yapması gereken şeyleri atlayıp başka şeylere yönelebiliyor ve sonunda yoruluyor. Bu da neyi en başta yapacağını, neyi en başta durduracağını tespit edemediğinden… İnsan bunu nasıl tespit etmeli, ya da nereden başlamalı?
Cevap: Hakikat, ilk başta bir bilgi olarak bize bildirilmiştir. Hakikat, madde diyebileceğimiz anlamda mücessem bir varlık değildir. Bilgi olarak sunulmuş ve bizim bu bilgiye önce inanmamız, sonra öğrenmemiz, sonra yaşamamız istenilmiş. İnsan başta bu sıralamayı bozamayacağını bilecek. Bu sıralamayı bozduğunda hiçbir şey öğrenemez, öğrenemediği gibi inanamaz, dolayısıyla da yaşayamaz.

Bu bilgi de kişinin tek başına elde edebileceği bir şey değil. Hakikat dediğimiz bu bilgiyi biraz daha güncelleştirerek buna “hayat” diyebiliriz. Bu bilgiyi insan kendi başına öğrenemez. Mutlak bunun için kendi dışında farklı insanlara ve bir sürü yardımcı araç, gerece ihtiyaç vardır.

Bu girizgahtan sonra, sen eksik-fazla bir şeyler tespit etmişsin. Bir, senin bu tespitteki kriterlerin neler, neye göre tespit ettin? İki, kendi başına bir uygulamaya girdin bu uygulamadaki referansın, ölçün, bilgin, verin ne idi? Eksik tespitinden daha önce bunları bilmeli…

Misal bir insanın başı ağrıyor ama bu ağrının neden olduğunu bilmiyor. Şöyle diyebilir misiniz; “Ya benim tansiyonum çıkmıştır. Bu ağrı ondan oluyor, hemen tansiyon ilacı alayım.” Düşüncesiz bir şekilde baktığımızda bu bir çare gibi görünebilir, adamın başı ağrıyor, ilaç alıyor. Peki, senin baş ağrıları veya bu ağrının nedenleri hakkında bir bilgin var mı? Bu ağrı tansiyondan mı, migrenden mi? Aç adamın da başı ağrır, açlıktan olabilir, uykusuzluktan… çok farklı sebepleri olabilir. Sen bunu neye göre tespit ettin?

Böyle bir tespit ne kadar yanlışsa ve bu insanın yaptığı şey, çok özür dilerim, ne kadar aptalca bir şeyse bir insanın da kendi adına, kendi başına dini eksiklikler tespit edip “Ben bunları tamamlayacağım.” demesi ayniyle aptalca bir şey. Başı ağıran insana doktor tomografi, beyin grafiği çekecek, belli tahliller yapacak, ağrının sebebini tespit edecek ve ona diyecek ki; “Sendeki ağrı bundan. Sen şunları yeme, içme veya misal, güneşte durma,  şu ilaçları iç…”  İşte bu tamam.

Eğer insan da hem belli eksikliklerinin olduğuna inanıyor, bu eksiklikleri tamamlamak istiyor ve hem de kendi başına tespitler yapıyor sonra da boş vermişliğe düşüyor, ifade ettiğiniz futbola, televizyona vs. düşüyorsa bu insanın tespiti samimi değil demektir. İşin lafını yapan ortamda, mecliste, toplumda “Ben şunları yapamıyorum, benim noksanlarım bu.” diye sürekli gündeme getirip bu eksiklerin giderilmesi noktasında ciddi bir adım atmayan insan bu tip konularda lüks içinde bir insandır…

Kapıya bir kovan eşek arısı koyup milletin kovanından balları çalan o adamın misali…  Dostlar işbaşında görsün, arılar vın vın diyorlar, o yine gidiyor milletin kovanından balları çalıyor, getiriyor. Gelip kovana vuruyor ve “Siz vın vın deyin bal benden.” diyor…

Yukarıda bahsettiğimiz adamınki vın vın. İslâmî ıstılahlara göre başka şey de söyleriz de uygun olmaz diye endişe ediyorum, üzerine alan arkadaşlar olur, bu yüzden onu söylemiyorum. Bu bir samimiyet değil. Bu eksik tespiti değil, bu lüks. Bu adam lüks konuşuyor.

Öbürü de kendince tespit etmiş, hummalı bir çalışmaya girmiş. O da usül bilmiyor. Kaldıramayacağı bir yükün altına girmiş. O doktora gitmeyen adam gibi.

Çocukların bir şarkısı vardır,

Açmış bakmış dolabı
Şeker de sanmış ilacı
Yemiş yemiş bitirmiş
Akşama sancı başlamış

Bu hikâye o adamınki gibi… Doz bilmiyor, hastalık bilmiyor… “Eksiğim ne benim?” deyip kendince de tespit edip “Ben hemen Kur’ân-ı Kerim ezberlemeye başlayayım. Ben şu kadar hadis ezberleyeyim.” Veya yığmış önüne kitapları “Ben bunları okuyayım.” Ne kadar okursa okusun, o okuduğundan hiçbir şey anlamayacak. İki gün sonra sıkılacak, onların içinde boğulacak.

Bu adamın yapacağı, bir bilene, âlime, fâdıla gidecek. Kendini önce ona ifade edecek. Ben kendimde şu şu eksiklikleri görüyorum. Benim böyle noksanlarım var. Ben bu noksanları nasıl telafi edebilirim, nereden, nasıl başlayabilirim? O âlim/fâdıl ona bir program çıkaracak ve bu program dâhilinde hazmede ede devam edecek. Ve zaten antrenman yapan bir insan gibi eksikliklerin giderildiğini gördükçe gayrete gelecek. Ufaktan başlayıp her gün doz arttırılarak samimiyetinin, ihlasının, bilgisinin arttığını görecek. Ama bu bir program dâhilinde olursa ona fâideli olacak. Yoksa onda bir maymun iştahlılık başlar, bir sürüye saldıran kurt gibi olur. Kurdun yiyeceği belki bir tanedir ama aç olduğu için sürünün hepsine saldırır. Hiçbirini de yiyemez, boğar, bırakır. İnsan bir tefsire saldırır, bir ezbere saldırır, bir hadise saldırır… Bakarsın ki geride alabildiği hiçbir şey yok. Misal süratle giden bir arabayı düşünün, bu araba bir anda bir çakıla vursa adam da çıkayım diye habire gaza basar, bastıkça batar. Belki motoru yakar.

Bunun için insan eksik tespit ederken ve bu eksikleri giderme noktasında bir gayret içerisine girecekse mutlak program, yardım, rehberlik hizmeti diyelim biz buna, bu gerekli.

İnsanlar dünyada zarar ederim korkusuyla bütün dünyevi meselelerini ehil gördükleri insanlara danışıyorlar, istişare ediyorlar, soruyorlar. Ticaret için muhasebeci tutuyor, ekonomistlerle konuşuyor, ekonomik programlara katılıyor; hukukla alakalı ise şirketine avukat tutuyor; sağlığından endişe ediyorsa zaman zaman gidiyor check-up yaptırıyor, kendini kontrol ettiriyor; zaman zaman bakıyorsunuz sabahları kalkıyor sıhhatte, zinde kalmak için spor/antrenman yapıyor, saunaya gidiyor, vesaire… Sürekli yardım alıyor. Ama ne hikmetse insanlar dine gereken değeri vermedikleri için dini meselelerde yardım almayı düşünmüyor. Zannediyor ki bu din benim dinim, ben bunu iyi biliyorum. Hâlbuki bugünün insanının en çok cahil olduğu konu din konusu.

Biraz önce de bir arkadaşla konuşuyorduk, misal finans kurumundaki bir memura -ekonomiyle alakalı bir iş yapacak- bir şey söylüyorsun, hemen “Yok, bu İslâmî prensiplerde yok.” Yahu sen kimsin, İslâmî prensipleri ne biliyorsun sen? Senin şurada yaptığın iş hangi İslâmî prensibe uyuyor. De ki bu bizim stilimizde, çalışma programımızda yok, eyvallah, tamam. Öbür tarafta yaptıklarına bakıyorsun, “Peki, bunlar İslâmî prensibe uyuyor mu?” diye soruyorsun, o zaman “Üstler böyle emrediyorlar, yukarıdan böyle istiyorlar.” diyor. Demin niye bunu söylemiyordun? Demin de de ki; “Yukarıdan böyle istiyorlar.” İslam’ı, dini çok iyi bildiğini zannediyor. Bir şey söylediğinde de “Biz de namaz kılıyoruz hacım.” diyorlar. Sanki namaz kıldı mı her şey bitiyor, her şeyi bilmiş oluyor. “Benim de babam hacı, sakallı; annem örtülü…” diyor. Bunu niye söylüyorsun, bunun anlamı ne? Babanın sakallı olması, annenin örtülü, hacı olması veya senin namaz kılıyor olman İslam’ı çok iyi bildiğin anlamına mı geliyor?

En cahil olduğumuz konu din konusu ama en çok ahkâm kestiğimiz, hiç danışma ihtiyacı hissetmediğimiz konu da din konusu. Öyle olunca din sahasında bir arpa yolu boy alamıyoruz ve hiçbir eksiğimizi de gideremiyoruz. O çakılda saran araba gibi sarıp duruyoruz, eksiklerimizi tamamlayamıyoruz.

Geçmişte ilginçtir, bir gün Ğavs (ksa) müridandan birine şiddetle kızıyor. Niye kızıyor diye ben de merak ettim, kulak kabarttım. Adam kürt, kürtçe ona sayıyor ve ona buyuruyor ki, “Sadece farz namazlarını kılacaksın.” Namazlardan sonraki tesbihatı bile ondan men ediyor. “Subhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber demeyecek, tesbih eline almayacak, hiçbir zikir, salavat söylemeyeceksin.”

Çok ilginç geldi bana. Ğavs, bir tarikat şeyhi, adama diyor ki, hiçbir zikir, salavat, hiçbir tilavet yapmayacaksın, sadece sünnetleriyle farz namazları kılacaksın. Herhangi bir nevafil ibadet yapmayacaksın. Sertçe kızdı, bağırdı. Adam mahcup. Ğavs Hazretleri bir kaç sefer de “Anladın mı?” diye sordu. Adam, “Anladım kurban.” dedi, kalktı, gitti. O anda Ğavs’a bir şey soramadım ama bir keyifli zamanında dedim,

-Kurban o adam neciydi, kimdi, ona buyurdunuz ki; “Sade farz namazı kılacaksın, başka bir şey yapmayacaksın.”

Dedi ki; “O şeytanın maskarasıydı. Şeytan onu ibadetle kandırmış. O yüzden o ibadetleri yapma dedim. Şeytan ona ibadet yaptırıyor, adeta o şeytana ibadet ediyor.”

Şeytan ona gelip diyormuş; “Sen kalk, gece teheccüd kıl.” Bu kalkıyor gece sabahlara kadar namaz kılıyor, yatıyor sabah namazını kılamıyor. Ona diyormuş ki; “Kalk, yüz elli bin, iki yüz bin zikir çek, seni Allah yatmak için mi yarattı?” Bu tesbihi alıyor, örtünün altından çıkamıyor. Bu sefer evdir, tarladır her şey kalıyor. Buna gelip diyormuş ki; “Oruç tut.” Yazın o sıcaklarda oruç tutuyor. Geliyor; “Visal orucu tut.” diyor, bu tutuyor, yemiyor, açlıktan takatsiz düşüyor. Şeytan buna gelip diyormuş ki; “Senin hanımın senin bu hallerine itiraz ediyor. Allah’a zikrin, ibadetin münkiridir, onu cezalandır.” Sen niye bu hallere itiraz ediyorsun diye, hanımını dövüyor.

Ğavs buyurdu ki onun imanını zikir yaptırarak, nafile namazlar kıldırarak, oruç tutturarak alacak. Bu kadar tuttum, daha tutmayayım deyip farz oruçtan soğutacak, Ramazan’ı tutmayacak. Farz namazı kılmayacak. Yuvası yıkılacak, çaresiz kalınca haramlara bulaşacak.

İnsan düşünse bu adam ibadet yapıyor, namaz kılıyor, zikir çekiyor bundan daha makul bir şey olabilir mi? Şeyh de ona diyor ki kılma, çekme, yapma. Bu adam böyle haller onda başladığında gelse, bu rüyalarını paylaşsa, anlatsa bu sıkıntılara düşmeyecek.

Bunun için insanın dini meselelerde rehberlik hizmeti, gerçekten en çok ihtiyacı olan konu. Çünkü dini bilmiyor. Evet, bu toplum inandım diyen ama neye inandığını bilmeyen bir toplum. Geleneksel bir inanç var; neye, nasıl inanacak bilmiyor. Eksiğini tespit eden insan o eksikliklerini giderebilmek için dershaneye giden bir çocuk misali yardım almalı, bir program dâhilinde eksikliklerini telafi etmeli.

Sual: Günümüzdeki usül yanlışlığından kaynaklanan eksiklikler var. İnsanların meselelerde öncelik verdikleri hususlar farklılaşmış. Bazen televizyondaki programlarda büyük bir insandan bahsederken şu kadar namaz kılardı, şöyle ibadet ederdi gibi söylemler işitiyoruz. İnsanlar da sanki buna heves ediyor ve ne olacaksa böyle olacak diye zannediyor. Bu mevzuun hakikati hususunda ne buyurursunuz?

Cevap: Bu tip şeyler bir nostalji olarak anlatılıyor. İbadetin/kulluğun, hayatın maksadı, gayesi olduğu anlatılmıyor. İbadetler/kulluk hayatın gayesi olarak değil, sanki hayatın aksesuarı olarak anlatılıyor, sıkıntı burada. Nostalji, bunları yapın. Bunları da Kadir gecesi gibi gecelerde, Ramazan geceleri, cuma gecelerinde yapın. Hastanız varsa yapın.

Şimdi televizyonlardaki bütün dini programlara bakın, istisnalar kaideleri bozmaz, hep tarotçuluk. Cinlere karşı, çocuğum imtihanı kazansın diye, uyumayan çocuğa hangi dua okunmalı, geceleri uyuyamazsan şu duayı oku… İşler bunlara dönmüş, uğur abbas duaları. Asıl dertler unutturulmuş millete. İhlassızlığın, irfansızlığın, iz’ansızlığın, nifağın, fıskın, fücurun… reçeteleri sunulmuyor. Mesela koskoca profesör oturmuş program yapıyor, canlı yayın bağlantısı, kadın açıyor, rüya anlatıyor; kaynana gelin ilişkilerini anlatıyorlar, kaynanam bana şöyle yaptı, ben gelinime böyle yaptım. Ne bu? Bunları soruyorlar. Profesör de bir şeyler söylüyor. Bir profesörün anlatacağı şeyler bunlar mı? O kadın sesim televizyonda duyulsun, ben de programa katılmış olayım diye arıyor, soracağı bir şey yok. Hoca da onu kale alıp cevap veriyor. Hadi on sorudan biri böyle olsun tamam diyeyim de on soru da öyle. Dini programlar dedikodu yeri olmuş.

Programı sunan hocaefendiler her programa bir şarkıcı, türkücü alıyor, onunla konuşuyor. Niye canım, bir tane ilahiyatçı al karşına. Bir sefer de bir fıkıhçı, bir tefsirci çıkar, kelamcıyla çık. Ciddi bir konu koy ortaya, onunla müzakere et, millet dinlesin, öğrensin. Kelama dair konuları konuşmak veya fıkhın gerçekten günümüzde ihtiyaç olan meselelerini konuşmak prim yapmıyor; ama rüyalardan konuşmak, kaynana gelin ilişkilerinden konuşmak, eften püften şeylerden konuşmak, bunlar reyting yapıyor.

Günümüzde insan kime güveneceğini de bilemiyor. Şimdi Diyanet’in uygulamasına göre imamlar cuma namazlarında hutbede Türkçe dua ediyor, cemaat de âmin diyor. Arkadaşın birisi işyerinin yakınındaki camiye cumaya gidiyor ve orada da imam efendi dua ediyor, cemaat de âmin diyor. Bu arkadaş kendi imkânlarıyla araştıyor ve bu uygulamanın bid’at olduğunu öğreniyor. Gidiyor, imama söylüyor, bu yaptığın doğru bir iş değil, bu bid’at, bunu yapma. İmam da demek ki emir almış. Bir de bakıyor adam memur, diyor; “Bu senin işin mi, senin sahan mı?” Diyanet, Türkiye’de dinin sorumlusu kurum, dini kurum. Sen gelmiş bana bid’atten bahsediyorsun. İmamın tercihi belli. İmam devam ediyor. Arkadaş da bunun arkasında cuma namazı olmaz, kılınmaz diyor, gitmiyor. Bunu açıyor yine bir hocaya, resmi hoca değil ama okumuş, fıkıhla çok iştigal etmiş birisine soruyor. Camilerde cuma namazlarında dua edip âmin demek caiz mi? O da diyor ki caiz değil, bid’at. “Peki, ben bid’at işliyorlar diye cumaya gitmiyorum doğru mu yapıyorum?” diye soruyor. Arkadaş, “Çok doğru yapıyorsun, cuma kılınmaz, cumaya gitme.” diyor. Şimdi bunu nereye sığdırırsın? Öbürü hadi bilmiyor, aklınca bir bid’ate kafayı takmış, pire uğruna yorganı yakmak derler ya bir bid’at uğruna cumayı, farz olan bir ibadeti terk ediyor, haram işlemiş oluyor. Haramda ısrar küfre kapı açar, bunu düşünemiyor, Allah ile arayı bozuyor, bu cahil bir adam. Bu sana soruyor, güya sen bilen birisin, hangi akılla diyorsun ki cumaya gitme. Buna bari de ki başka bir camiye git. Orada bid’at işleniyorsa sünnetin işlendiği bir camiye git. Cuma terkedilmez, sen o bid’ate katılma, onlar sesli âmin diyorsa sen deme, sessiz kal, cumanı kıl. Ama cuma farz, cumayı terk edebilmen için çok ciddi özrün olması gerekiyor.

Şimdi insan düşünüyor bu hoca…  Bu okumuş, öbürü cahil. Cumayı neyin adına terk ettiriyor veya o hoca cumanın farziyyetini, farz oluş hikmetlerini nasıl anlamış; cumayı sakıt kılan sebeplerin neler olduğunu gerçekten biliyor mu? Sen eğer basit bir bid’at yüzünden farz olan büyük bir ibadeti terk edebiliyorsan demek ki yarın çok başka şeyleri terk eder, dinden çıkarırsın.

İnsan üzülüyor, bu yüzden diyorum ki gerçek bir rehberin elinde, mutlak bir rehberlik gerekli…

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort