JoomlaLock.com All4Share.net

İHTİLÂF VE İHTİLÂFA DÜŞENLER HAKKINDA SÜNNETULLAH-2 (İHTİLAF KANUNU)

12- İhtilâf, Müslüman Cemaati   Zayıflatır ve Yok Eder:

İhtilâfın Müslümanları zayıflatıp yok etmesi gibi, Allâh’a dâvet emrini yerine getiren Müslüman cemaat de zayıflar ve yok olup gider. Bu yüzden, Müslüman cemaatin içine düştüğü her sıkıntı, onları darmadağın eden yerilmiş ihtilaftır. Öyle ki, her grup kendini hak ve doğru, diğerlerini ise yanlış ve sapıklık içinde görmektedir. Hepsi de kendisinin davayı üstün tuttuğuna inanmaktadır. Heyhat! Bu gruplaşma ile, darmadağın olmakla ve bu çirkin ihtilâfla mı dava ilerleme kaydedecek? Bu parçalanmışlık üzerine davanın çatılması ütopyadan (hülya, boş ümitler) başka bir şey değildir. Oysa şeytan, tarafların gözlerinde bölünmeyi çekici kılıp, parçalanmışlığın davalarının yararına olduğunu onlara inandırmaya çalışmaktadır.

Cemaat arasında vâki ayrılık, cemaati zayıflatmakla kalmaz, insanlar arasındaki etkinliğini de zayıflatarak yüz çevirenlerin cemaati hükümsüz kılma eylemlerine ivme kazandırır. Ve şöyle derler; “İslâm insanlara İslâm ahkâmını emrediyor, birlik ve beraberliğe çağırıyor, ayrılık ve uyuşmazlıktan men ediyor. Cemaat ise, parçalanmış imajıyla bu emre aykırı davranıyor. Her grup yekdiğerini yeriyor, yalnız kendisinin hak üzerine olduğunu iddia ediyor. Daha sonra, durum daha da vahim bir hal alarak önce cemaatin toplumdaki nüfuzu siliniyor, sonra da yıkılıp gidiyor. Yerini ondan ayrılmış gruplar halinde yeni cemaatler alıyor. Bütün bu söylediklerimizi uzak ve yakın tarihte cereyan eden hâdiseler desteklemektedir.”

13- Helâkten Korunmak, İhtilâftan Kaçınmakla Olur:

Ayıplanan ihtilâf yasak edildiğine, ümmetin ve Müslüman cemaatin zayıflamasına, sonra da yok olup gitmesine sebep olduğuna göre, onu kökünden koparıp atmak şer’an vaciptir. Nitekim ondan korunmak da sebeplerinden korunmakla olur. O halde bu ihtilâftan korunmanın yolları nelerdir?

14- İhtilâftan Korunmanın Yolları:

İhtilâfın çeşitlerine göre, korunma yolları da değişiklik arz etmektedir. İhtilâf, bazen yöneticilerle yönetilenler arasında, bazen de Müslüman cemaatin üyeleri ile diğer İslâmî cemaatler arasında meydana gelir. İleride, bu durumdaki ihtilâftan kurtulmanın yol ve çarelerini anlatacağız ki, ihtilâf meydana gelmesin, varsa ortadan kalksın. Böylece korunma sağlanınca, ihtilâf kalksın, yahut büyük ölçüde azalarak etkinliğini kaybetsin. Hatta tamamen ortadan kalksın. Korunma yolları, hastalık gelmesin diye alınan perhiz ve geldikten sonra tedavi için kullanılan ilaç gibidir. Ya her iki durumda veya bunlardan birinde fayda verir. Hatta, bazen tamamen fayda vermezken, bazen kısmî bir fayda sağlar. Bütün bunlar, bir takım sebeplerle olan şeylerdir.

15- Birincisi; Yöneticilerle Yönetilenler Arasındaki İhtilâftan Korunma:

Halife/idâreci ve bürokratik yapı içindeki diğer yöneticiler, devleti ilgilendiren konularda kendi hüküm ve kanaatları yönünde, Müslüman kitlenin yararına muvafık emretme ve yasaklar getirme yetkisine bizzat sahiptirler. Bu, hakkında şer’î delil ve nass olmayan konularda böyledir. Çünkü hakkında nass (şer’î delil) bulunan konulara, halife ve diğer yönetici kadronun bağlı kalmaları vaciptir. Zira, nass bulunan yerde içtihâd olmaz. İçtihâd, nass olmayan yerde geçerlidir. Böyle bir içtihad, emir sahipleri için câizdir. Hatta, bazen başkaları onların emrettikleri ve yasak kıldıkları konularda onlara muhalefet edebilirler. Ve bu aykırı görüş sahipleri, bir veya birkaç fert de olabilirler. Veya İslâm’a dâvet eden bir cemaat da olabilirler. Bazen, emir sahipleri doğru olup muhalifler hatalı olurken, bazen de tersi bir durum gerçekleşebilir. Her halde fertlerin ve Müslüman cemaatin, muhalif veya destekçi olarak emir sahiplerinin icraatı hakkında, emr-i bil-ma’ruf ve nehy-i an’il-münker kaidelerine uygun bir şekilde görüş ortaya koyma hakları vardır. Bu kaidelerden bazıları şunlardır: Ümmet fertleri veya Müslüman cemaat, veliyyu’l-emrin öngördüğü içtihada dayalı konularda dediğimiz gibi görüş beyan edebilmenin yanında, onu inkâr ve red yolunu benimsememelidir. Ayrıca kendi görüşlerine hak ve doğru, uygulamaya konulması gerekli görüş olarak değer vermeleri de doğru değildir. Bir muhalif, veliyyu’l-emre tutarsız ve kesin hatalı bir görüş beyanında bulunsa, onun uygulamaya konulması câiz olmaz. Çünkü hukukî kuraldır: İçtihad, diğer bir içtihâdla bozulmaz. Hâkimin hükmü, içtihada dayalı (hakkında nass bulunmayıp re’y ve yoruma açık) konularda ihtilâfı ortadan kaldırır. Veliyyu’l-emr kendi görüş ve kanaatıyla, ictihâdını inkâr ederek bir başka içtihâd ortaya atan muhalifini tutup cezâlandırırsa üzerine düşeni yapmış olur. Böyle bir kimse isabet etmiş olup hatasızdır. Öyleyse veliyyu’l-emri red ve inkâr, insanları onun aksi bir görüşte toplamak ve ona baş kaldırmayı mubah saymak câiz değildir. Muhaliflerin tavrı, ihtilâf dairesi içinde kalmalıdır. Bu durumda İslâm cemaatine düşen, ayıplanan ihtilâfı iyice kavrayıp öyle çirkin ve sevimsiz bir ayrılığa düşmemeleridir. Dinî yükümlülüklerini bilerek, tersi bir durumda buna bağlı olarak cezâya çarptırılacaklarının şuurunda bulunmalarıdır.

A- Zâlim İdâreciyle Olan İhtilâf:

Halifenin ümmetle ilişkilerindeki kanunî konumu, vekillik ve naipliktir. Müslüman kitle onu Allâh’ın kanununu yürütmek, idâre-i maslahat etmek, şer’î ölçüler çerçevesinde haklarını korumak için kendi adına vekil tâyin etmiştir. Ne var ki, bazen halife bu görevini aksatabilir. Bu durumda onun ve yardımcılarının yapıp ettikleri zulüm olabilir. Örneğin, insanların haklarını inkâr edebilirler veya gasbedebilirler yahut da önce vermesi gereken haklarını sonra, sonra vermesi gerekeni de önce verebilirler. Bütün bu durumlarda, halifenin bu uygulamalarından rahatsızlık duyan Müslüman kitleye, bu kitlenin her bir ferdine ve Müslüman cemaatlere yaraşan, yaptıklarından tamamiyle vaz geçinceye kadar halifeyi tekrar tekrar kınamalarıdır. Fakat ne Müslüman kitlenin, ne idâre makamının uygulamalarından zarar görenlerin ne de Müslüman cemaatin insanları idâreye isyan ettirmeleri, silahla karşı çıkmaya teşvik ederek fitneyi körüklemeleri câiz değildir. Çünkü idâreciye karşı böyle bir hareket, ümmeti güçsüz bırakır, onu düşmanın kucağına atar. İdârecinin veya yardımcılarının zulmünden zarar gören kişinin yapacağı iş, hâkime baş vurmak suretiyle onların adâletle muamele etmelerini sağlamaktır. Hâkimin de herhangi bir sebepten dolayı adâleti temin etmemesi hâlinde, ne onların ne de bir başkasının, umumî bir maslahatı hususi maslahata tercih ederek, yönetime isyân etmeleri, devlete baş kaldırmaları câiz değildir. Zâlim yöneticiyi sürekli kınamalarla kadıya mürâcaatta bulunurken, devlete isyân etmeyip sabretme makamında kalmalıdırlar. Müslüman kitlenin ve zâlim idâreciden zarar görenlerin bu asil davranışı bayağılık olmadığı gibi, zulmü benimseme anlamına da gelmez. Bu sadece ağır davranıp özel fayda karşısında genel faydayı tercih etmektir. Nebevî sünnet de bu yönde cereyan etmiştir. İmâm Buharî’nin (194/810) rivâyet ettiği hadîs bu kabildendir.

Allâh Resûlü (as) buyruyor ki: “Emîrinden (idarecisi) hoşlanmadığı bir fenalık gören kimse ona sabretsin. Çünkü cemaatten bir karış ayrı kalarak ölen kimse cahiliye ölümüyle ölmüştür.”1  Bu hadîsin şerhinde: “Hadîs, zâlim de olsa idâreciye karşı gelmeyi terk etmeye bir delildir.”2  denilmiştir.

Buharî’nin, Ubâde b. Sâmit’den diğer bir rivâyetinde şöyle denilmiştir:

“Nebî (as) (Akabe gecesi) bizi (Ensar’ı) biat için dâvet etmişti. Biz de biat ederek O’na söz verdik. Ubâde diyor ki, Resûlullâh’ın Ensar üzerine bir borç olarak bizden aldığı ahd ü misakta şöyle biat  ettik: Allâh’ın ve Resûlü’nün emirlerini dinleyip onlara hem neşeli hem kederli zamanımzda; hem zor hem kolay hâlimizde itaat etmek ve âmirlermiz kendi arzularını nefislerimize tercih de etseler, hakkında yanınızdaki   Allâh’ın Kitab’ında var olan kuvvetli delilinizle açık küfürlerini görmedikçe onlara itaat etmek, onlarla tartışmamak.”3

İmâm Müslim’in (261/875) Ebû Hureyre’den rivâyet ettiği hadîste ise Resûlullâh (as) şöyle buyurmuştur:

“Zor ve kolay zamanında, neşeli ve kederli anında itaat etmen, (Beni de) kendi üzerine tercih etmen gerekir...”4  

Nevevî (676/1277) bu hadîsin şerhinde şöyle demekterdir: “Âlimler der ki, bu hadîsin anlamı; kimsenin hoşlanmadığı, fakat günah ve isyân olmayan sıkıntılı durumlar karşısında emir sahiplerine itaat etmek vacibtir. Günah olan şeylerde emir sahiplerine itaat olmaz. (والأسرة): Bir şeyi kendi için seçip ayarın, dünya işlerini tercih etmek demektir. Yani, emirler dünya işlerini tercih etseler ve haklarınızı vermeseler de itaat edin, demektir. Bütün bu her dâim itaati öngören hadîslerin irad edilmesinin sebebi, Müslümanlarda dava birliğini sağlamaktır. Çünkü ihtilâf ve uyuşmazlık, dünya ve âhiretteki durumlarının bozulmasının sebebidir.”5

Bu hadîsler ve âlimlerin bu konudaki sözleri, bölünme ve çekişmeye meydan vermemek için İmâma (devlet reisine) itaatin, onun zulüm ve işkencelerine sabır göstermenin vacib  olduğunun açık delilidirler. Mazlumların ve yönetimin zulmünden zarar görenlerin bu sabrı, zilleti kabullenme ve zâlimlerin zulmüne râzı olma anlamına gelmez. Bu bir “isâr”dır. İsâr demek; şahsî maslahat karşısında kamu menfaatını tercih etmektir. Burada kamu menfaati, cemaatin birlik üzere kalması, yönetime isyân ederek dağılmaması ve Müslüman kitlenin zayıflamasına sebep olacak kişisel çatışmalara yol açacak ferdî çekişmelere meydan vermemesidir. Yoksa, yöneticinin zulmüne sabretmek, onun zulmüne rıza gösterip sessiz kalmak demek değildir. Bundan maksat, sadece devlete silahla baş kaldırmamaktır. Çünkü bu “bağy”, yani âdil yöneticiye başkaldarın demek olur ki, sultanın, zulmünden dolayı irtikâp ettiği günahıyla ona silahlı baş kaldırının günahı bir  olmaz.

B- Kâfir İdareciyle İhtilâf:

Ancak, devlet başkanının ve diğer yönetici durumundakilerin sapmaları, açıkça küfre düşecek tarzda ise, bu takdirde, ferdiyle, Müslüman cemaatiyle ümmete düşen, nasihat fayda vermez.  İslâm’a dönmeleri de sağlanamazsa, o idâreciyi görevden uzaklaştırmalarıdır. Ubâde b. Sâmit’den (ra) rivâyet edilen hadîste şöyle deniyor: “Nebî (as) bizi neşe ve sıkıntılı, zor ve kolay hâlimizde itaat etmek, âmirlerimizin istek ve tutkularını üzerimize tercih etmeleri durumunda bile onlarla, hakkında yanınızdaki Allâh’ın Kitab’ında var olan kuvvetli delilinizle açık küfürlerini görmedikçe münakaşa etmemek üzerine biata dâvet etmişti.”

Demek ki, idâreyi elinde bulunduran yöneticilerle kavgalı olunmaz ve onlarla husûmete girilmez. Ancak ne zaman ki Müslümanlar onların, âyet ve hadîsten bildikleri yoruma kapalı açık delillerle (nass)  belirlenmiş alenî küfürlerini görürlerse bu durumda onlara itaat câiz olmayıp aksine onlarla mücadele ve güçleri varsa onları görevden uzaklaştırmaları vacibtir.6

16- İkincisi; Ümmetin Diğer Fertleriyle İhtilâf ve Bundan Sakınmak:

İhtilâf bazen ümmetin fertleri arasında olabilir, ki bu çirkin bir ihtilâftır. İhtilâf ettikleri mevzuda şerîatın öngördüğü hükmü gördükten sonra bu uyuşmazlığı ortadan kaldırmaları ve buna düşmekten sakınmaları gerekir.

Mezhep mukallidleri arasındaki ihtilâf, taklit edenlerle taklidi kabul etmeyenler arasındaki ihtilâf ve mutasavvıflarla İslâm hukukçuları arasındaki ihtilâf da çirkin, sakınılması vacib olan ihtilâf nevindendir. Bir sonraki sayımızda bu ihtilâfların genel karakterinden ve korunma yollarından bahsedeceğiz inşaallah.

1- el-Askalânî, age., c.13, s. 5.
2- age., c.13, s. 7.
3- a.g.e., c.13, s. 5.
4- Nevevî, age. c.12, s. 224.
5- age., c.12, s. 224-225.
6- el-Askalânî, age., c.13, s. 7-8.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort