JoomlaLock.com All4Share.net

HAK-BATIL MÜCADELESİNDE SÜNNETULLAH (MÜCADELE KANUNU)-6

17- Müslüman Cemâatin Yardımı:

Müslüman cemâat, Allâh’a ve O’nun şerîatını hâkim kılmağa dâveti yürütmede mü’minlere yardım konusundaki sünnetullâh’a (Hak-Bâtıl Mücâdelesinde sünnetullâh) boyun eğer. Öyleyse, bu cemâatin, yardım unsurlarını hazırlaması gerektiği gibi, yardımı önleyen durumlardan da kaçınması gerekir ki, bâtılı bertaraf ederken hakkın zaferi ve İslâm devletinin ikâmesi gerçekleşsin.

Müslüman cemâat, üstün gayreti ve şerefli cihadında, hasımlarınca bâtılla suçlanabilir, ithamlara ve insanlar tarafından engellenmelere mâruz kalabilir. Cemâat, bunları bilip hesaba katmalı ve bütün suçlamalara sabırla göğüs germelidir. Kaldı ki Müslüman cemaat, Allâh’a, resullerinden daha sevgili olmadığı gibi, ihlâsça peygamberlerden daha samimî, delilce de daha kuvvetli değildir. Peygamberler ezâ ve cefâ gördüler, yalanlanıp boş şeylerle meşgul olmakla suçlandılar.

Fakat bütün bunlara rağmen, Allâh (cc) nasıl emretmişse öylece sabrettiler. Bunun sonucunda da Allâh’ın yardımı gelmiştir. Allâh (cc) buyuruyor ki: “Senden önce de elçiler yalanlanmıştı. Yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine sabrettiler, nihâyet onlara yardımımız yetişti. Allâh’ın kelimelerini (yardım va’dini) değiştirebilecek kimse yoktur.” (En’am/34)
Âyetteki değişme söz konusu olmayan “Kelimetullâh”tan maksat, bir başka âyette ifade edilen: “Gönderilen peygamber kullarımıza şu sözümüz geçmişti: Mutlaka kendilerine yardım edilecektir.” (Saffât/171-172) yardım va’didir. Bu âyette mü’minlere şöyle bir müjde veriliyor: Allâh, peygamberlerine va’dettiği yardımı, mü’minlere de va’detmiştir. Zaten Allâh (cc), sünnetinin sürekli ve peygamberlerle onlara tâbi olan mü’minler hakkında kat’î olduğunu ifade buyurmaktadır: “Elbette Biz elçilerimize ve inananlara hem dünya hayatında, hem de şahidlerin (şahidliğe) duracakları günde yardım ederiz.” (Mü’min/51)

Netice olarak diyoruz ki, mü’minlere yardım hususundaki “sünnetullâh”, yardım sebep  ve şartlarına sarıldıkları müddetçe Müslüman cemâat için de geçerlidir.

18- Müslüman Cemâatte Olması Gereken Kuvvet:

Müslüman cemâatin, rakiplerinden daha güçlü olmaya, İslâmî anlayışı insanlar arasında neşredip gönüllerinde yerleştirmeye, temiz ve dürüst mü’minleri saflarına çekmeye gayret göstermeleri gerekir. İslâmî anlayış yayılıp, toplum içerisinde yerini bulunca, bütün toplum kesimlerini kapsayacak şekilde alanı genişleyince, cemâat üye sayısı artıp yardımcıları çoğalınca, Müslüman cemâat güç kazanmış, böylece de Allâh’ın yardımını biraz daha hak etmiş olur.

19- Müslüman Cemâatin Çekişmelerden Kaçınması Gerekir:

Müslüman cemâatin, yardıma engel olan unsurlardan kaçınması gerekir. Ki, cemâat üyelerinin birbirleriyle yahut cemâat lideriyle çekişmesi ve görüş ayrılığına düşmesi, yardımı önleyen hâllerdendir. Bu  durumdan, daima Allâh’ın (cc) murakabesinde bulunduğunu hatırda tutarak, niyyet ve kasdı sırf Allâh’a tahsis ederek, nefsi, arzuların kirinden arındırmakla kurtulmak mümkündür. Bu da tek başına yetmez. Aksine cemâatin, faaliyetini yürütmesi için hassas, tavizsiz ve bağlayıcı bir tüzüğünün bulunması, cemâat üyelerinin bu tüzükte yazılı ilkelere bağlı olması, liderlerinin de bir takım hak ve yükümlülüklere sahip bulunması gerekmektedir. Cemâat, şûrâ meclisinin istişâresinden sonra gücü nisbetinde çalışma yetkisini cemâat liderine havâle etme kararı alınca, üyelere, liderin şer’î ölçüler dâhilindeki buyruklarını dinleyip itaat etmek düşer.

Şûrâ meclisinin çoğunluğunun kararıyla kaleme alınan tüzük, cemâat liderini de bağlamaktadır. Bu durumda cemâat lideri, şûrâ meclisinin ekseriyetinin, şer’î ölçüler dahilindeki görüşlerini dikkate almak; cemâat üyeleri de liderin, meclis kararıyla uygulanmasını istediği buyruklarını dinleyip itaat etmek durumundadır. Ancak bu bağlılık örneğiyle cemâat yürür ve uyumlu, ihtilafsız, çekişmesiz ve herhangi bir dengesizliğe meydan vermeyen gerçek bir cemâat olarak çalışmasını sürdürür.

Cemâatin bu durumu, kimi çalışma aşamasında herhangi bir hata söz konusu olsa bile onun için zorunludur. Çünkü cemâatin uyumlu çalışması -ki bu birleştirici faktördür- kusurlu dahi olsa, bu kusur, abartılı olarak söylersek cemâat için, içinde çekişme ihtilaf ve tefrika bulunan bir takım doğru/hatasız çalışmalardan daha az zararlıdır. Büyük zararı def için az zarara tahammül edilir. Bu da “İki büyük zararın def’i, en küçüğüne katlanmakla mümkündür.” kaidesine dayanmaktadır.

20- Cemâatin Riyâ ve Şüphelerden Kaçınması Gerekir:

Cemâatin, çalışmalarında riyâdan kaçınıp mutlaka insanları râzı ve hoşnut etmenin gayreti içinde olması gerekir. Çünkü riyâ, cemâat üzerindeki Allâh’ın rızâ ve desteğini yok eder. Öyleyse cemâat, insanlar istemese de Allâh’ın hoşnut olduğu şeyleri yaparak O’nun rızâsını almaya gayret etmeli, şayet yaptığı şey Allâh’ın rızâsına aykırı ise, insanlar istemiş olsalar da, ondan uzak durmalıdır. Fakat bu, insanların hoşnutsuzluklarından çekinilmez, onları memnun etmeye rağbet gösterilmez, demek değildir. Faraza, insanların cemâate güvenmeleri istenen, zorunlu bir durumdur. Fakat cemâatin, Allâh’ın hoşnutsuzluğuna karşılık insanları râzı etme isteği doğru değildir. Cemâatin, aslında mübah olanı terk etmesi gerekir ki dâvayı ortadan kaldırmaya çalışanların îma edip durdukları  ve insanlar arasına saldıkları şüpheleri kendisinin tüzel kişiliğinden uzaklaştırsın. Evet, cemâat şüphelerden sakınır, mübahları terk eder ki yapılması düşünülen gerekli hususlarda insanların kendisine  olan güvenleri sarsılmasın.

Allâh Teâlâ’nın İslâm dâvasını ortadan kaldırmak isteyen kâfirler; “Bu Kur’ân’ı (Muhammed), geçmiş kitapları mütâlaa ederek öğrendi.” demesinler diye Peygamberi’ni okuma yazmadan uzak tutması, bu söylediğimize delil olmaktadır. Allâh (cc) buyruyor ki: “(Ey Muhammed!) Sen bundan önce bir kitap okumuyordun, elinle de onu yazmıyordun. Öyle olsaydı o zaman Allâh’ın sözlerini boşa çıkarmaya çalışan (iptalciler) kuşkulanırlardı.” (Ankebût/48)

Bu âyetin tefsîrinde: “Şayet sen okuma yazma bilmiş olsaydın dâvana zarar vermek isteyenler şüpheye düşecek, ihtimal ki; ‘Geçmiş peygamberlerden esinlenerek kendi eliyle yazmıştır.’ diyeceklerdi. Oysa onlar bilmiyorlar ki O (as) okuma yazması olmayan bir ümmîdir. Aralarında henüz vahyin gelmediği uzun bir zaman yaşadığı yıllarda dahi ne okur ne yazardı. Daha sonra bu mu’ciz  (okuyan ve yazanı âciz bırakan) Kitab’ı (Kur’ân) getirince şaşırıverdiler. Aralarında gün geçirmiş biri olarak daha önce okuma, yazma bilseydi zaten şüpheye mahal kalmayacaktı. Geçmiş kitaplardan esinlenmiş diyeceklerdi. Fakat ümmî olarak Kitab’ı getirince şaşırıp kaldılar...”1 denilmiştir.

1- Tefsîr-i Zemahşerî, c.3, s.458; İbn Kesîr, age., c. 3, s. 417; Tefsîr-i Râzî, c. 25; s. 76; Fîzilâl, c. 20, s. 9.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort