JoomlaLock.com All4Share.net

İMAMI RABBANİ HAZRETLERİ’NDEN MEKTUBUMUZ VAR! -2

İmamı Rabbani Hazretlerinden Mektumuz Var 2

İmamı Rabbani Hazretleri'nden Mektubumuz Var! -2 - Şeb-i Vuslat

Sayı : 127 - Temmuz 2018

 

İmamı Rabbani Hazretleri'nden Mektubumuz Var! -2

 

Allahu Teâlâ, Kitab-ı Mecidi’nde şöyle buyurdu: “Allah, yaptığınız şeyi hakkı ile görendir.” (49/18) Bu ilâhî emri duydukları halde, görülen kötü amelleri işlerler. Şayet onlar; yaptıkları en küçük bir işe, bir şahsın muttali olduğunu hissetseler, hiç bir şekilde, kötü bir ameli işlemezler.

Hali anlatıldığı gibi olanların durumu, şu iki şeyden hali değildir:

-Yüce Hakk’ın verdiği haberi yalan sayarlar.

-Yüce Hakk’ın, kendi amellerine muttali olduğuna itibar etmezler.

Anlatılan iki manadaki iş, imandan mı sayılır; yoksa küfürden mi? Hali anlatıldığı gibi olan çocuğa lâzımdır ki: Yeniden imana gelip tecdid-i iman ede.(imanını yenileye) Nitekim bu manada Rasulullah Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: “İmanınızı, Allah’tan başka ilâh yoktur kelâmı ile yenileyiniz.”

-Sübhan Allah’ın rızası olmayan işlerden nasuh tevbesi ile dönmelidir. İlâhi emirlere sarılıp yasak olan haram işlerden kaçınmalıdır. 

-Beş vakit namaz cemaatle kılınmalıdır. 

-Mümkün olursa gece namazına ve teheccüd namazına kalkmalıdır. Böyle bir ibadeti yapmak ne büyük saadettir. 

-Malların zekâtını vermek, İslam rükünlerin-dendir; mutlaka zekâtın verilmesi gerekir.

Ey oğul,

Nefs, kendi özünde cimridir. İlâhi hükümleri yerine getirmekten kaçar. Bunun için, kelâm rıfk ile yumuşaklıkla devam etti. Yoksa mallar ve mülkler hep Yüce Allah’ın hakkıdır. Malı durultmada, vermekten geri kalmakta kulun ne mecali olabilir. Kula asıl lâyık olan, zekâtı tam bir memnuniyetle vermektir.

Sonra, hiç bir şekilde yakışmaz ki; nefsin arzularına uyarak ibadetlerin edasında tembellik yoluna gidilip ağırdan alma.

Tam manası ile kulların hakkı ödenme cihetine gidilmelidir. Bu yolda tam bir gayret sarf edilmeli, ta ki üzerinde hiç kimsenin hakkı kalmaya. Şundan ki bu dünyada hak ödemek kolaydır, yumuşaklıkla, tatlı sözle helallik almak mümkündür. Ama ahirette iş zordur, orada çare bulmak kabil değildir.

Şer’i hükümleri, fetvaları; ahiret ulemasından sorup öğrenmek uygundur. Zira onların sözlerinde tesir vardır. Belki, onlara sorulduğu için, nefeslerinin bereketi ile, amelde başarı hâsıl olur.

İlmi kendilerine makam vesilesi yapan dünya âlimlerinden kaçınmak yerinde bir iştir. Meğer ki, muttaki âlimler bulunmaya da, zaruri olarak bu dünya âlimlerine baş vurula. Ama, zaruretin icap ettirdiği kadar.

Bilmiş olasın ki, 

Bu nasihat yollu meseleler, ona ulaştı; kulağına girdi. Ama ondan maksat ameldir, mücerred bilgi değildir. Hastalığının ilacını bildiği zaman, bu hastalığının ilacını bilmesi kendisine yetmez. O ilacını kullanmadıkça, şifa hâsıl olmaz.

İşte, bu üzerinde durmalar, ısrarlar hep amel içindir. Zira amelden arınmış bir ilim, sahibinin aleyhine bir hüccettir. Bu manada, Rasulullah Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: “Kıyamet günü, insanların en şiddetli azaba uğrayanı, Allah’ın, kendisine ilimden fayda vermediği kimsedir.”

Evlat, bilmelidir ki geçmişte yapılan inabe, cemiyet halini bulan zatlarla sohbetin azlığı dolayısı ile bir semere vermiyorsa da, istidadın nefs cevherini anlatmaktadır. Ümit odur ki: Bu inabe bereketi ile noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, onu rızasına muvaffak eder ve kendisini necat ehli kılar.

Her halükârda, bu zatların muhabbet bağını koparmamak uygundur. Bu büyük zatlara tazarru ve ilticayı şiar edinmelidir. Böylece, bu taifeye muhabbet yoluyla Yüce Hakk’ın muhabbeti ile şerefyab olmayı beklemelidir. Bu muhabbet sonunda, zatına tam manası ile cezbedilmeyi, bütün kirlerden bozuk işlerden halâs olmayı gözetmelidir.

Bu manada bir şiir şöyle söylenmiştir:

Aşk ancak bir şuledir yanan

Halktan öte sevgili kalan

İmam Rabbani Hazretleri başka bir mektubunda buyuruyorlar ki; İslam ve küfür birbirinin zıddı olmuştur. İkisinin bir araya gelmesi muhaldir. Birini ağırlamak, öbürünü küçük düşürmektir.

Bilesin ki,

İki cihanın saadetini kazanmak; ancak seyyidü’l-kevneyn Rasulullah’a tabi olmaya bağlıdır. Ona tabi olmak ise, şu şekilde olur, insanlar arasında İslamî hükümleri yerine getirip icra etmek; havastan ve avamdan, küfür adetlerini kaldırıp iptal etmek.

İslam ve küfür birbirinin zıddıdır, bir arada olamazlar. Ta kıyamete kadar; hatta kıyamette dahi... Bunlardan birini ispat etmek, diğerini kaldırmaktır. Birini ağırlamak, diğerini küçük düşürmektir.

Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, Peygamberine hitaben şöyle buyurdu: “Ey Nebi, küffar ve münafıklarla cihad eyle, onlara sert çık.” (9/73)

Sübhan Allah, en güzel huyla sıfat alan Rasulüne: “Küffarla cihad ve onlara sert çıkmak” (9/73) emrini verdiğine göre, bundan bilinir ki onlara sert çıkmak en güzel huylar arasındadır. İslam dininin izzet bulması, küfrün ve küfür ehlinin zelil düşmesindedir. Buna göre, bir kimse, küfür ehlini ağırlarsa İslam ehlini zelil düşürmüş olur.

Eğer onlarla alâka peydah etmek, dünya işlerine ait zaruretler icabı ise, başka türlü de olmuyorsa, o zaman uygun olan, ancak zaruret miktarı onlarla olmak vardır. Bu arada onları bir şey yerine koymamaya ve kendilerine lüzumsuz yere iltifatta bulunmamaya riayet etmelidir. 

Ama İslam’ın kemali, böyle bir garazı dahi tamamen terk edip onlara iltifat etmemek ve onlarla karışıp durmamaktır. Zira noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, onları, yani küfür ehlini, Kelam-ı Mecidi’nde zatının düşmanı ve Rasulü’nün düşmanı olarak tanıttı: “Ey iman sahipleri, düşmanım ve düşmanınız olan kimseleri, kendilerine sevgi yüzü göstererek dost edinmeyin. Onlar, Hak tarafından size gelene küfretmişlerdir.” (60/1) “Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e, Mikail’e düşman olursa, şüphesiz Allah bu gibi kâfirlerin düşmanıdır.” (2/98)

Allah’ın ve Allah’ın Rasulü’nün düşmanı olan kimselerle karışık durmak; cinayetlerin en büyüklerindendir. 

Bu düşmanlarla karışık durmanın, onlarla arkadaşlık etmenin en azından zararı, şer’i hükümlerin icrasındaki kuvvette zaaf ve gevşeklik hâsıl olmasıdır. Bundan başka, seni küfür merasimini kaldırmaya, onlarla ünsiyet dolayısı ile hayâya mani olur. Böyle bir zarar, cidden büyüktür. Kaldı ki, Allah’ın düşmanlarına karşı sevgi gösterisi ile ülfette bulunmak Allah’ın düşmanlığını, Rasulü’nün düşmanlığını çeker. Allahu Teâlâ ona salât ve selâm eylesin.

Böyle bir uygunsuz insan sanır ki, kendisi Müslümanlardandır; Allah’a ve Rasulü’ne imanı vardır. Ama bilmez ki, bu gibi kötü ameller kendisinden İslam devletini giderir. Nefslerimizin ve kötü amellerimizin şerrinden Allah’a sığınırız.

İslam devletinin husulünün alâmeti: Küfür ehline buğzedip onları kerih görmektir.

Allahu Teâlâ Kelâm-ı Mecidi’nin bir yerinde onları: “...Necis...” (9/28) diye isimlendirdi. 

Bir başka ayette ise onlara: “Murdar…” (9/195) ismini verdi.

Eğer o kâfirleri böyle görmüş olsalardı; hiç şüphe yok ki: Onlarla arkadaşlık etmekten kaçınır ve onlarla oturmayı kerih görürlerdi.

Herhangi bir şeyde bu düşmanlara müracaat etmek, onların reyi ve hükmü ile iş tutmak kendilerini tam manası ile ağırlamaktır. Bunlardan himmet talep edip onları bir vesile bilenin hali ne olur ki? Allahu Teâlâ bu manada şöyle buyurdu: “Kâfirlerin duası, ancak sapıklıkta kalmaktır.” (13/14)

Bu kâfirlerin duası batıldır; bir hâsılattan yana boştur. Onda nereden icabet (kabul) ihtimali bulunsun! Hatta bu kilabı ağırlamaktan, çok büyük fesatların meydana gelmesi beklenir. Bu hizlana düşenler, duaya başladıkları zaman, putlarını vesile ederler. Hal böyle olunca, işin nereye varacağı düşünülmelidir. Böyle bir şeyde, İslam’ın kokusu bile bulunmaz.

İslamiyet hâsıl olduktan sonra, Hakk’ın rızası ve Rasulü’nün rızası hâsıl olur. Ona salât ve selâm. Sübhan Mevlâ’nın rızasından daha büyük devlet ne olabilir?

Allah’ı Rab, İslam’ı din, Muhammed’i (sav) nebi ve rasul olarak kabul edip razı olduk. Ya Rabbi, bunun üzerine bizi yaşat. 

Seyyid’ül mürselin hürmetine.

Ona ve âline salâtların en faziletlisi, selâmların ekmeli.

Evvelen ve ahiren selâm…

İslam küfrün nasıl zıddı ise, ahiret dahi dünyanın zıddıdır. Bunların biri diğeri ile bir araya gelmez. Dünyayı terk etmek iki kısımdır:

-Zarurî miktar hariç, onu bütün mubahları ile bırakmak. Ki bu, dünyayı terk etmenin iki şeklinden en alâsıdır.

-Dünyanın mubahları ile nimetlenip haramlarından ve şüpheli olan şeylerden kaçınmak. Böyle bir şeyi yapmak dahi, cidden bulunmaz bir iştir. Bilhassa bu zamanda…

Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, mubah çerçevesini geniş kılmıştır. Hatta mubahlarla nimetlenip geçinmek yolları haram işlerden daha fazladır. Hal böyle iken, mubah işlerde Allah’ın rızası, haram işlerde ise Allah’ın dargınlığı vardır.

Akl-ı selim sahibi olan bir kimse, Mevlasının rızası olmayan bir fani lezzete dalmayı uygun bulmaz. Kaldı ki haram lezzetlerin yerine, Mevlası mubahların yolunu da göstermiştir.

Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah bize ve size Şeriat Sahibi Rasulullah’a tabi olma yolunda istikamet versin… O’na ve âline salât ve tahiyyet…

Uygun düşer ki, muamelelerde, vera haline sahip olan ulemaya müracaat edile. Durum onlardan sorula ve onların fetvasına göre amel edile…

Çünkü: Necat yolu şeriattır; şeriatın dışındakilerin hepsi batıl olup onlara itibar yoktur. Bu manada şu ayeti kerime ne kadar güzeldir: “İşte O Allah sizin gerçek Rabbinizdir. Gerçeğin dışında sapkınlıktan başka ne olabilir ki? Nasıl yoldan çıkarılabiliyorsunuz?” (10/32)

Evvel âhir selâm…

 

Kaynakça:
Mektubat-ı Rabbani, Cilt 1, Çile Yayınları, İstanbul, 1979

 

Yazar: Şeb-i Vuslat

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort