JoomlaLock.com All4Share.net

İMAN VE SEVGİ

“Hem (şunu iyi) bilin ki; gerçekten aranızda Allah’ın Rasûlü bulunmaktadır. Eğer O, birçok işte size itaat edecek olsa, elbette sıkıntıya düşerdiniz (helak olurdunuz). Lakin Allah size imanı iyice sevdirmiş, onu kalplerinizde çokça süslemiş; küfrü, fıskı ve isyanı da size kerih göstermiştir. İşte dosdoğru yolu bulmuş olanlar bunlardır.” (Hucurat/7) Ayeti Kerimeden anlaşılacağı üzere iman bize Allah (cc) tarafından sevdirilmiş. Yani imanı kendi çaba ve gayretimizle sevemiyoruz, bize sevdirilmeye muhtaç. Efendimiz (sav); buyuruyor. Bizlere de O’nun (sav) dünyasından iman sevdirilmiş. Büyüklerimizin üzerinde ittifak ettikleri nokta; Allah Teâlâ insanı sevdi, sonra da yarattı. Yani Allah (cc) insan olarak yaratacağı varlığı önce sevdi. Sonra yarattı. Sevgi kemale doğru bir gidiştir. Kemalli olan, kâmil olan sevilir. Öyle her şeye, herkese karşı sevgi olmaz. (Şeytan aleyhi’l-lane sevilmez.) (Hucurat/7) Hâce Hazretleri (ks); “İman mahlûk değildir, canlıdır, buyuruyor. Bu manada kendimize dönelim ve düşünelim. İmanımız canlı mı? Yoksa ölü mü? Allah’ı (cc) gerçekten seviyor muyuz, yoksa sevgimiz sadece dilde ve kuru laftan mı ibaret? Hâce Hazretleri (ks); “Soğan soyuyoruz, gözlerimiz yaşarıyor. Limon görüyoruz ağzımız sulanıyor. Yani bizde soğan ve limona karşı bir tepki, bir hareket mevcut. Limon ve soğanı bedenimiz hemen tanıyor ve reaksiyon veriyor. Ancak Allah’ın (cc) hikmetleri, eserleri, kudreti ve sıfatları karşısında aynı tepkiyi gösteremiyoruz. Allah’ı tanımıyoruz ya da sözde tanıyoruz. Allah’ın ismi şerifinin, eserlerinin ve hikmetlerinin bizde karşılığı yok.” buyuruyor. Âşık maşukun ismini duyunca rüzgar yemiş ipek gibi huzurda sallanmaya başlar.

Bugün küfür ve fısk ü fücur karşısında İslamî duruş sergileyemememizin en önemli nedenlerinden biri imanımızın ölü olmasıdır. Nasıl dirilteceğiz? Her varlığın bir kıblesi vardır. Her yaratılan kıblesini bulduğu takdirde canlanır ve meyve verir. Kıblenin manayla buluştuğu yerde hakikat, hikmet ortaya çıkar. “Bedenin kıblesi Harem-i Şerif’tir.” Namazın farzlarından biri bedeni kıblesine döndürmektir. Aksi takdirde namaz olmaz. İmanın, sevginin, ihlâsın, takvanın ve furkanın insanda karar kıldığı, yerleştiği yer kalptir. Kalbin de bir kıblesi vardır. Kalp kıblesini bulursa, iman, sevgi, ihlâs, takva ve furkan kalbe kıblesinden bir akışla gelir ve hikmetleri o zaman açığa çıkar. Yoksa bu kavramlar bizde bilgi olarak kalır. Hikmet ve hakikatleri anlaşılmaz. Bunların hakikatlerine varmanın başka yolu da yoktur. Delili de Hadisi Şerifleridir. Evet, Kalbin de bir kıblesi vardır. O’da Efendimiz (sav) ve tevarus yoluyla O’nun (sav) varisi ekmelleridir. Yani insan-ı kâmillerdir. Her Müslümanın kalp üzerine ciddi bir şekilde eğilmesi ve kalp temizliğine dikkat etmesi gerekir. Efendimiz (sav); “Bilin ki, sizin vücudunuzda bir et parçası vardır. Bu et parçası ıslah olur, temizlenir, nurlanırsa kurtulur. Eğer oraya fesad, hased, nifak yerleşirse, bütün bedeniniz ifsad olur. Dikkat edin onun adı kalptir” buyuruyor. Kalp öyle bir cevherdir ki, bir yönü ile topraktan yaratılmış olup sûridir. Bir yönü ile de nurani olup arş-ı a’laya açılan bir penceredir. Saadet güneşinin insanın ruhuna, sırrına aks edeceği bir kapıdır. Kalbi muhabetullah, marifetullah ve zikrullah ile muhafaza ve imar etmeliyiz. Her türlü vesveseden, nifaktan, hasedden ve fesaddan korumalıyız. Büyüklerimizin müjdesi ile kalplerini bu şekilde mamur edenler, temizleyip nura gark edenler, Kitab-ı Mübin’de bildirilen ikinci cennete, kalp cennetine (ruh cenneti de denir.) dâhil edilirler. Bu kulakların işitmediği, gözlerin görmediği, aklın tahayyül dahi edemediği “Zat Cenneti”dir. (Rahman/46) İşte böyle bir kalp sevilir ve sevgi doludur. Yani böyle bir kalp taşıyan insan Allah (cc) tarafından sevilir. Zaten bütün mesele de bu değil midir? Allah için kulun yapacağı tek bir amel vardır. O da Allah için sevmek ve buğz etmektir. Sevgi öyle bir şeydir ki, olduğu yerde durmaz. Mutlaka taşar ve değdiği her yere bulaşır. Sevginin olduğu yerde her zaman büyüme ve yayılma vardır. Cenab-ı Hakk bir kulu sevdi mi onu Cebrail’e (as) bildiriyor, O’da gök ehline bildiriyor. Gök ehli de yeryüzünde o kula karşı sevgi oluşturuyor. La-teşbih, Cenab-ı Hakk’ta bile bu manada sevgi durmuyor, ilan ediliyor. Yani yayılıyor. Sevgi sevilen ile alakası olan her şeye bulaşır.

Hâce Hazretleri (Kuddise sırruh); “ buyurdular. Bizlerde sevginin artmayışının ve yalan oluşunun temel nedenlerinden biri, sevginin yanında buğzetmeyi getirmemesidir. “Buğzetmek
ile kin tutmak arasındaki azim farka da dikkat etmek lazımdır.” buyrulmuş. Allah’ın (cc) evine, tecelli mahalline, insanın helakine sebeb olacak kin sokulmamalıdır. Mateesüf, belirtmek zorundayım ki; günümüz Müslümanları kendilerini yüceltme yolunda kibre sarılmış ve kendinden olmayanlara karşı kalplerini kinle doldurmuşlardır. Kin ve kibir terk edilmeden, cehalet elbisesinden sıyrılmak mümkün değildir. Bu durumda ne iman kemale gelir, ne de gönüllerde sevgi oluşur. İman hakikatlerinin anlaşılması ve İslam’ın uyanışı her şeyden önce kendindeki kibri ve kini öldüren bir fazilet ve ahlâk hareketiyle başlayabilir. Bu da Hâce Hazretleri (Kuddise sırruh) gibi Kur’an ve Sünneti (İslam’ın özünü) anlayan ve gerçek imanın yolu olarak onu bizzat yaşayan mutasavvıflar önderliğinde olacaktır.

Hâce Hazretleri (Kuddise sırruh) buyuruyor: “Bugün imanın anlaşılamaması ve gerektiği zaman devreye sokulamamasının en önemli nedenlerinde biri de, Müslümanlar arasındaki sevgi noksanlığıdır.” Bizler sevmeyi erdemli bir davranış olarak görüyor, iman etme ve imanın kemale gelme zemini olarak değerlendirmiyoruz. Dolayısıyla dünya ile iman arasında sıkıştığımızda hemen imanımızdan, belki farkında olmadan, vazgeçiyoruz. İslamî duruş sergileyemiyoruz. Sevgimizi çoğaltmanın, dolayısıyla imanımızı işleyerek kemale erdirmenin yolları da bizlere bildirilmiş. Aramızda selamı yaymamız emredilmiş. Eğer aramızda selamı yayarsak (doğruluk, dürüstlük, eminlik, güvenirlik) bu durum sevgi oluşturur. Allah (cc) için birini seviyorsak bunu ona ilan etmemiz istenmiş. Bu durum sevgiyi artırır. Ayrıca sevilenden bahsetmek sevginin çoğalmasına vesiledir. Yine ilk kez karşılaştığımız kimseye; ismini, baba ismini, kimlerden olduğunu sormamız emredilmiş. Yani tanışmamızı bu şekilde yapmamız tarif edilmiş. Çünkü bu durum sevgi oluşmasına neden olur. Yapılan kötülükleri iyilikle defetmemiz emredilmiş. Bu düşmanımızın bize dost olmasına yol açar. İyilik yapanlara teşekkür etmemiz buyrulmuş. Bu durum da sevginin artmasına yol açar. Ebu Zer (ra); “İnsan bir kavmi sever fakat onların amelini işlemeye güç yetiremezse bunların akibeti ne olur?” diye sormuş. Hâce Hazretleri (Kuddise sırruh) buyurmuş: “Bizi peygamberlerle, sıddıklarla beraber kılacak tek şey amellerimiz değil, sevgimiz olacaktır.”

Eğer sevebilirsek… Allah (cc) sevgisini her varlıkla temasında hissedecek insanların oluşturduğu İslam dünyası, bugünkü İslam âleminden çok daha farklı olacaktır.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Bu kategoriden diğerleri: « DOST VE DÜŞMAN MEKR-İ İLAHİ »

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort