JoomlaLock.com All4Share.net

MEKR-İ İLAHİ

“Onlar hile yaptılar, Allah’da onların hilelerini boşa çıkardı (hilelerine karşılık verdi.), Allah hileleri boşa çıkaranların en hayırlısıdır.” (Al-i İm ran/54)

Mekir: Hile, aldatma, oyun, düzen, tuzak kurmak suretiyle zarar vermek, anlamlarına geldiği gibi; gizlece, hissedilmeyecek şekilde hile yaparak, başkasını, kastettiği şeyden çevirmek manasına da gelir.

Öncelikle, Cenab-ı Allah insanların yaptıkları mekirden münezzehtir. O, mekr edenlerin hayırlısıdır. Allah’ın (cc) hilesi, başkalarının hilesi gibi şer ve zarar vermeyi hedef alan bir hile değildir. O, mekircilerin mekrini iptal edip geçersiz kılar. O’nun mekri hayırdan ve hikmetten uzak değildir. Mekircilerin mekrini önlemek bakımından, umuma hayır olduğu gibi mekircilere hadlerini bildirmek ve bir kısmının tevbe edip o işten vazgeçmesine sebeb olmak bakımından da bizzat o mekri yapanlar için bile hayırdan başka bir şey değildir.

Şu halde, bu ilahi fiile mekir denilmesinin sebebi, mekircilerin mekrine karşılık olmak üzere onların haberi olmadan ve bütün tahminlerin dışında bambaşka bir tedbirle onların çabalarını boşa çıkarması bakımından bir yanıltmadır. Yoksa Allah’a (cc) doğrudan doğruya mekir isnad edilemez ve makir denilemez. Zira O, her istediğini yapmaya son derece güçlü olduğundan, hile yapmaya muhtaç değildir.

Mekr-i ilahinin keşfi mümkün değildir ve durdurulamaz. Küfür ehli mekr-i ilahiye muhatab değildir. Çünkü Allah’ı (cc) ve ahireti kazanmak gibi bir dertleri olmamış ve dünyaya dalmışlar. Allah (cc), onları dünyada kendi nefislerine havale etmiş, onlar da hevalarına göre yaşamayı seçmişlerdir. Mekr-i ilahiden peygamber efendilerimiz korunmuşlardır. Çünkü onlar masum olarak yaratılmışlardır ve günah işlemezler. Ayrıca insanı kâmiller korunmuşlardır. Onlar ehl-i Mevla olarak, dünyaya ve ukbaya rağbet etmemişler. Yani Allah’ı (cc) kazanıp, dünyayı Mevla ile aralarına sokmamışlar ve mahfuzdurlar. Evliyaullahın yine de korkuları vardır. Fakat bu korku bizlerin korkularıyla mukayese kabul etmez. Çünkü bu korku cehenneme girme veya cenneti kaybetme korkusu değildir. Bu, Allah’ın (cc) zatından korkmaktır. İşte bu korku, insanı her beladan, her günahtan, rızayı ilahiye uygun olmayan her hal ve hareketten muhafaza eder. “Allah’tan kulları içinde ancak âlimler korkar.” (Fatır/28) İnsanın ilmi ne kadar ileri olursa, korkusu da o kadar çok olur. Efendimiz (sav) buyururlar ki; “En ziyade âliminiz benim ve Allah’tan en çok korkanınızda benim.”

Yukarıda zikredilenler dışında kalan bütün insanlar, bilerek veya bilmeyerek Allah’a (cc) mekr ettiklerinden dolayı, değişik derecelerde mekr-i ilahiye muhatab olurlar. Müminlerin nefslerini tezkiye etmeye say ü gayret göstermemeleri Cenab-ı Hakk’a mekir ve hiledir. Allah’ın da onları kendi nefsleri ile baş başa bırakması mekr-i ilahidir. Fasıklar, Allah’ın kendilerine rahmet edeceklerini umarak ilahi emirleri terk ederler. Allah da onları, o hal üzere bırakır ve neticede cehenneme atar. İşte mekre karşılık mekr.

Müslümanlar ibadet ve taatte bulunur, karşılığında cennete razı olur. Batınlarını temizlemeye ve mamur etmeye çalışmaz. Bunlar belki cenneti bulur ama huzur-u ilahiden uzak ve mahrum kalırlar. Yine mekre karşılık mekr.

İnsan ibadet ve taati ile Allah’a yakınlık kesb eder. Kendisinde keşif ve keramet belirir. Halktan kendisine ilgi ve tazim oluşur. İnsan kalbini bunlara bağlar ve huzur ehli olamaz. Bu da büyük bir mekirdir.

İnsan modernleşme adı altında batı kültür ve medeniyeti ile uyuşmayan dinin ahkâmını ve kurallarını sistematik bir şekilde tebdil ve tağyir eder. Bu, Allah’a (cc) mekir ve hiledir. Allah da (cc) onları bu hal üzere nimetlendirir. Onlar yaptıkları yanlışların farkında olmazlar. Dolayısıyla tevbe etme imkânı da olmaz. İmanları ve ahiret hayatları tehlikeye girer. İşte ilah-i mekr. “O kimseler ki Bizim ayetlerimizi yalanlamışlardır; muhakkak Biz bilmedikleri yönden onları azar azar helake yaklaştıracağız.” (Araf/182) Yani; Allah, (cc) üzerlerine nimetleri bolca yağdırır. Onlar da bunun, kendilerinin hak etmiş olduğu bir lütuf sanarak hatalarını sürdürürler. Böylece azaba yaklaşırlar.

İbn Ataullah İskenderi (ks) buyurur ki; O’na karşı masiyet ve kötülüklerin sürüp giderken O’nun sana olan ihsanının devam etmesinden çekin ve kork! Çünkü bu bir istidrac olabilir. “Muhakkak Biz onları bilmedikleri yönden derece derece azaba yaklaştırırız.” (Kalem/44)

Sözün özü her ferde göre mekrin derecesi ve çeşitleri vardır. Doğru olan biz hiç Allah’ımıza mekre yeltenmeyelim ki her çeşit mekr-i ilahiden emin olalım. Bu da ancak ve ancak bir insan-ı kâmile bende olmakla mümkündür. İnsan-ı kâmilin tasarrufu altında nefsimizi tezkiye, batınımızı imara say ü gayret edersek, mekr-i ilahiden emin oluruz. İşin doğrusu ve en kese yolu budur.

Allah Teâlâ ayeti celilede: “Şüphesiz ki münafıklar, (akıllarınca) Allah’a oyun etmek isterler. Hâlbuki O, kendi oyunlarını başlarına geçirendir. Onlar namaza kalktıkları vakit üşene üşene kalkarlar. (Kıldıkları namazla da Allah’ın rızasını kastetmeyip) İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı da ancak çok az zikrederler. Onlar (küfür ile iman) arasında bocalayan bir sürü kararsızlardır. Allah kimi saptırırsa, artık sen onun için asla (kendisini doğruya ulaştıracak) bir yol bulamazsın.” (Nisa/142-143)

Cenab-ı Hakk’ın münafıkların hallerini ve sıfatlarını bize bildirmedeki muradı, bizlerin de böyle olmamamız içindir. Münafıklar, Allah’a oyun ederlermiş. Namaza gerekli önemi vermezlermiş. Namaza üşene üşene ve istemeyerek kalkar, gösteriş olsun, insanlar görsün diye kılarlarmış. Allah’ı da çok az zikrederlermiş. Şayet bizlerde namazı isteksizce ve gösteriş olsun diye kılarsak, Allah’ı da çok az veya hiç zikretmezsek, münafıklardan farkımız kalır mı? Bu halde kitab-ı mübinde münafıklar için hazırlanmış azaba değil de müminler için hazırlanmış nimetlere kavuşmayı ummak ahmaklık olmaz mı? Bu yüzden bunların sıfatları ile sıfatlanmaktan kaçınmamız ve Allah’ın zikrini çokça yaparak, huzurumuzu korumaya gayret ve himmet etmemiz elzemdir.

Hacegan yolunun büyükleri huzurun muhafazasını her işin fevkinde görmüşler. Hatta nefsle mücadeleden ziyade huzurun mevcud ve devamlı olmasını daha mühim olarak değerlendirmişler. Çünkü insan, nefisle mücadele edeyim derken, huzurunu kaybeder ve Allah’dan (cc) uzak kalır. Nefis ve Şeytanın da esas gayesi insanı Allah’dan (cc) uzaklaştırmaktır. Nefis ve Şeytanın gayelerine ulaşması ise doğal olarak bizim aleyhimizedir.

Öyleyse, huzur nedir? Tasavvufta kısaca: Kalbin gözünden gaib olan şeyi yakin berraklığıyla, sanki hazırmış gibi görmesidir. Her ne kadar O, kuldan gaib olsa da kulun, kendisini O’nun huzurunda hissetmesidir.

“Huzur hali nasıl kazanılır?” diye sorarsan, deriz ki: İnsan-ı kâmil ile birlikte yaşa da gör. Mevlana’ya (ks) “Aşk nedir?” diye sormuşlar, Mevlana (ks); Ol da gör buyurmuş. Aynı durum. Huzur hali de, insan-ı kâmil ile yaşanmadan bilinemez ve bulunamaz.

Huzur halinde yaşamak dileğiyle…

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Bu kategoriden diğerleri: « İMAN VE SEVGİ FİTNE-FESAD »

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort