JoomlaLock.com All4Share.net

İNSAN VUSLATINI NİYETİYLE BELİRLER

Düşünceler hak ölçüler ile faydalı ürünler verir. Düşünceyi kutsayıp ölçüleri unutursak düşüncemiz bizim dosdoğru yol üzerinde yürümemizi sağlayamaz. Yazımızda ki düşüncelerimiz Allah ve Resulünün ortaya çıkardıkları ölçülere göre olacaktır. Niyetimiz ölçülerle rızıklanıp bir davet,anlayış sofrası kurmaya çalışmaktır.

Ebû Hüreyre (ra) rivayet ediyor ki, Resûl-ü Ekrem (aleyhisselam) şöyle buyuruyor:
“Ameller niyetlere göredir. Kişi için ancak niyet ettiğinin karşılığı vardır. Şu halde kimin hicreti Allah ve Resulü için ise o kimsenin hicreti Allah ve Resûlünedir. Kimin de hicreti elde edeceği bir dünyalık veya nikâhlayacağı bir kadın için ise, onun da hicreti hicret ettiği o şeyedir.” (Hadis-i Nebevi)

Eylemin neredeyse putlaştırıldığı bir çağda insanın eylemiyle değil de ufkuyla değerlendirilmesinin anlaşılması çok zor gözüküyor. Gerçi bugün insan menfaatine göre yaşamak için, “Benim niyetim çok temiz, Allah’ı seviyorum ama…” gibi şartları öne sürerek niyetin arkasına saklanmıyor değil. Bu insanın niyeti menfaati olduğu için sonuçta elde edeceği de menfaati olacaktır. Zaten böyle bir düşünceye sahip insanın istediği de menfaatidir. Hadis-i Nebevide belirtildiği üzere, bulunduğumuz konum niyetimizin, kastımızın bize gösterilmesidir . İşlenen ameller aynı olmasına rağmen neticeleri insana çok farklı dönmektedir.İşlediğimiz amellerin bize tesiri olacaktır. Fakat bu ameller işlenirken Allah’a ulaşacak olan bize tesir eden yönü değil bizim o işi yapıştaki kastımızdır. Kişinin ulaşacağı karşılık işe başlamadan önceki niyetiyle kayıtlanıyor. Hicret misal getiriliyor. Bir yerden bir yere göç etmek. Gitmek istediğim yere varmam neticesi orayla muhatap oluyorum fakat amellerim ile Allah’a ve Resulüne varmam mümkün değil. Niyet yeryüzüne çakılı olan beni Allah ve Resulü ile buluşturabiliyor. Allah ve Resulü ile buluşmak isteyenler o zaman niyetlerini Allah ve Resulüne yöneltmeliler. Demek ki insan niyetine varacak. Rabbimize ulaşan, yükselen değerlerin niyetle dolaysız bir bağı var.

Kitab-ı Kerim’den örnek verirsek;                    

“Bu kestiğiniz hayvanların ne etleri ve ne de kanları Allah'a ulaşacaktır. Allah'a ulaşacak olan ancak sizin O'nun için yaptığınız gösterişten uzak amel ve ibadettir. Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah'ı yüceltmeniz için onları böylece sizin buyruğunuza vermiştir. İyilik yapanlara müjde ver.”(Hac 37)

Demek ki benden Hakk’a ulaşan, giden ve ulaşmayan, gitmeyen ameller var. Ulaşan ameller hep kalp amelleri, ulaşmayanlar hep fiiller, suret ve şekiller. Hadis-i Nebevi de belirtildiği üzere: "Şüphesiz Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Ancak amellerinize ve kalplerinize bakar."   Fiil;kalp amellerimizin açığa çıkmasına vesile ve sebep oluyor. Hakk’ın bizden istediği amellerin Hakk’a ulaşan yönü, kalbi olanlar, bizde kalan yönü fiili olanlardır.

Demek ki fiilin kendisiyle Allah’a ulaşılmaz. Fiili yapıştaki kastımız ile Allah’a ulaşılır.  

Burada önemli bir nokta var. Benim niyetimin Allah ve Resulü olması, amelimi sebep kılıp onlara varmak için. Peki,  onlara vardığımda niyetim ne olacak. Allah’ın bizimle beraberliği var, yakınlığı var. Mesela; kul olmam onun bana şah damarımdan daha yakın olmasını sağlıyor. Sabredenlerle, Muhsinlerle, Muttakilerle beraber olduğunu buyuruyor. Burada bir ulaşma söz konusu değil, beraberlik söz konusudur. Demek ki O’nun bana yakınlığında, O’nun bana gelmesi açısından hiçbir engel, hiçbir mesafe yok ve bu vakıa gerçekleşiyor. Ama benden ona giden şeylerde önemli özellikler, vasıflar gerekiyor. Bu vasıflar da, O’nun bana olan yakınlığının ne kadar bilincine varmışsam, bende o ölçüde oluşuyor. İhlâs; Allah’ın, mü’min’in kalbine attığı bir nurdur. İşte Hakk ile olan yakınlığımın bilinci ile yaşamaya devam ettiğimde Allah kalbime, O’na beni yakın kılacak değerleri veriyor. Evet, şimdi niyetim bu beraberlikte nasıl olmalı.  Kısacası Onlarla birlikteysem niyetim ne olacak. Hakk’ın bizi yaratmasında, bizimle beraber olmasında, bizi desteklemesinde bir kastı varsa ve bu kasta göre arzusunu, isteğini bizlere iletiyorsa, bizlere bildiriyorsa -ki buna emr-i ilahi deniyor bu bildirmeye vahy-i ilahi deniyor- o zaman benim niyetim ne olacak? Vahyi ilahiden örnek vermek gerekirse;

“Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu; çünkü o, bozguncunun biriydi.” (Kasas 4)

“Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk.” (Kasas 5)
“Ve o yerde onları hâkim kılmak; Firavun ile Hâmân'a ve ordularına, onlardan (İsrailoğullarından gelecek diye) korktukları şeyi göstermek (istiyorduk).” (Kasas 6)

“Yusuf babasına: «Babacığım! Rüyamda on bir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm» demişti.” (Yusuf 4)

“Babası şunları söyledi: «Oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır».”(Yusuf 5)

Hazreti Musa (as) örneğinde; Hakk’ın, güçsüz düşenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve varisler kılmak gibi bir kastı olduğu, Hazreti Yusuf (as) örneğinde Hazreti Yusuf’a açılan nimet, çizilen ufuk, gösterilen hedef ve Hakk’ın onu getirmek istediği yer hakkındaki kastını görüyoruz. Bu kasıtlardan sonra gelişen hadiselerin merkezi bu kasıt oluyor ve bütün bir toplum, şahıslar hep bu kasta göre yeniden şekilleniyor. Benim O’nun kastı olan yerde niyetim;  O kastını icra ederken ona yardım etmek ve bu kasıttaki rolümü anlayıp en güzel şekilde ifa etmek olmalıdır. Peki, O’nun benim de içinde bulunduğum kastını ben nasıl öğreneceğim? “Rahmân Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona açıklamayı(beyanı) öğretti” (Rahman 1–4) Âyet-i kerimelerin ve “Bildiklerinizle amel ederseniz bilmediklerinizi Allah size öğretir” Hadis-i Nebevisinin ışığında niyetim, kastım şöyle olmalıdır: Allah, Allah olduğundan ibadete layıktır ve O’nun emri, O’nun emri olduğundan bana ait bütün niyetlerin, kastların ve düşüncelerin üzerindedir. Bana ait hiçbir şey O’ndan bana gelenle mukayese edilemez anlayışıyla emr-i ilahinin kendisini niyetim bilmek. O emirle şereflendiğimi, O’nun benden bir istediği olduğunu anlayarak niyetimi, kastımı emr-i ilahi bilmektir. Emr-i ilahiyi ifa ettiğimde, Allah bana neyi isterse onu öğretecektir.

Efendimizin asrında, niyet her zaman sadelikle beraber olmuş. Yalın, pürüzsüz, katıksız bir anlayış ve bunun getirisi olarak bir yaşam tarzı oluşmuş. Daha sonra hem fikri alanda hem de sosyal hayatı kuvvet ve ihtişam, ayrıcalık üzerine yani Hakk tarafından süslenmiş dünya hayatını yaşam tarzı olarak kabullenen uygarlıklarla Müslümanlar yüz yüze gelmişler. Osmanlı’yı düşünelim mesela. Karşınızda fethettiğiniz İstanbul’un Ayasofya’sı duruyor. Şimdi Efendimizin dönemindeki Mescid-i Nebevi’nin sadeliği ve yalınlığını nasıl ve nerede korumalısınız. Azim camiler yapmış Osmanlı. Belki fiilde bir karışıklık, sadelik ve yalınlıktan uzaklık gözükse bile niyetleri İslam’ın öteki dinlere olan üstünlüğünü göstermekti. Bu niyetin yalınlığından,  kabul edilen ve bugünlere kadar Hakk tarafından korunan eserler geldi. Gerçi o azametin içerisinde yine de bir yalınlığı koruyabildiler ama örnek olacak bir sadelik değildi bu, sadece gidişatı süse çevirmeyen bir korumaydı. Şimdi şöyle bir soru çıkıyor karşımıza: Allah kulunun zannı üzereyse ki bunu bize bildirmişler niyetimin saflığı, Efendimiz’in sünnetiyle tamı tamına örtüşmeyen bazı fiillerin benden sadır olmasına rağmen beni koruyabiliyor ve Efendimizin hoşnutluğunu celbedebiliyor. Ama istenilen, ulaşılması gereken yer burası mıdır? Yani ben niyet edeceğim ve bu niyetim onların hoşlandığı ve sevdiği şeyler olacak.Bu niyetin gerçekleşmesi içinde çabalayacağım.Örnek verirsek; İslam büyüğünden işittim ki “Efendim (aleyhisselam) veda hutbesinde; burada işittiklerinizi burada olmayanlara ulaştırın, ola ki onlar sizden daha anlayışlı kimseler olurlar.” İşte insan tebliği bu niyetle yapmalıdır.İçinde bulunduğu yola kendisinden daha layık, içinde bulunduğu yolu kendisinden daha iyi anlayan insanlara ulaştırmak için tebliğ etmelidir. İslam büyüğünden işittim ki; İmam-ı Âzam buyurdu ki “Bir erkek başı açık dolaşırsa, bu şekilde daha yakışıklı oluyorum, düşüncesiyle veya kibrinden böyle yapıyorsa bu ona haramdır. Fakat ben Allah’ın kölesiyim, kölenin efendisinin karşısında başı açık dolaşması gerekir niyetiyle dolaşıyorsa bu caizdir...

Birinci örnekte; insanın niyetini, kastını Allah ve Resulünün gösterdiği hedef ve gaye olması, kendi isteği ve arzusu veya düşüncesi olmaması gerektiği, ikinci örnekte ise, bu gaye ve hedef bilinemediği takdirde haddini bilmesini onu kurtarabileceği ortaya konmuştur. Zannımız, hüsn-ü niyetimiz, ilahi kastı ve iradeyi bilmeden yaptığımız amellerimiz, bizi azaptan kurtarmakta fakat yaradılış gayemize uygun hedefe bizi götürememektedir.

Unutmamak gerekir ki Allah’a yönelik gizlimiz saklımız yoktur. İçimiz, dışımız O’na yönelik birdir. Bundan dolayı suretimize nazar etmez nefsimize, kalbimize nazar eder ve bizi her şeyimizle sorumlu tutar. “Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da  gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini affeder, dilediğine de azabeder. Allah her şeye kadirdir.” (Bakara284). O’nun kastını bilmiyorsak bile O’nun bizim bütünüyle sahibimiz olduğunu ve her şeyimizin O’na açık olduğunu bilerek, amelimize gösterdiğimiz özenin kat ve kat fazlasını niyetimize göstermeliyiz

Niyetim Hakk’ın rızasıyla nasıl örtüşecek. Allah-u Teala insanlığı sürekli bir kulluk üzere yani bilinç haline dönüşmüş bir kulluk üzere yaşamak için yarattığını açıklarken ve beni o kasıt üzere donatıp, şekillendirdiğini vaaz ederken benim zanni niyetimin O’nun rızasıyla örtüşmesi nasıl gerçekleşebilir.Kısacası, O’nun iradesi billur bir şekilde ortaya çıkmışken ben kendi zannımla,bilgimle  nereye kadar O’nun rızasıyla örtüşebilirim? O zaman yapmam gereken kendime ait fıtratımın, yaratılış üzere olduğum yapımın dışında neyim varsa onlara dayanmadan Allah’ın emrine ve katına külliyen teslim olmaktır. O’nun beni yaratış kastına sarılmam, O’nun emrini öncelemem aslında O’na teslim olmam demektir. O’nun için niyet etmeden önce olanı hatırlayıp, O’ndan işitmeyi bilmeli ve işittiğimi bana iletene kadar itaat ederek fiiliyata dökmeliyim. Niyet; kalbin mevlasını işitebilme özelliğidir. Niyet yaşamınızı şekillendirirken Allahın rızasına uygun hareket etmeyi yine Allahtan işitmesiyle başlamasıdır semi’na ve ata’na ilk işitmeye niyet, işittiğini uygulamaya taat denir.Niyet insanın kalbine yol bulabilme hadisesidir.

Kısacası işittik ve itaat ettik vahy-i ilahisine göre şekillenmeliyim. Niyetimi Evvel olandan alarak, yine O’nunla beraber, O’nun “dosdoğru yol” buyurduğu yolda yürüyüp, beni nasıl ve nereye götürecekse, o şekilde O’na inkiyad ederek yürümeliyim. Ben onun mülküysem her şeyim O’na aitse niyetimde bu aitlikten payını ihmal etmemeliyim ve niyetimi sahibimin kastı yapmalıyım. Kısacası İslam büyüklerinin veciz ifadesiyle ”İlahi ente maksudi ve rıdake matlubi”.

O’na varana kadar kastım, yaşamımın gayesi ve manası O’dur. O’na vardığında ise talebim, tercihim sadece O’nun rızasıdır. Hazreti Ebu Bekir’in ifadesiyle ” ne zaman hak ile kendi tercihlerim çakıştı ben hep Hakkı tercih ettim.”

İşte insanın niyeti ve kastı. Bir daha, önemine binaen;

”İlahi ente maksudi ve rıdake matlubi”.


GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort