JoomlaLock.com All4Share.net

İNSANLIK TARİHİ BİR BAKIMA ISLAH VE İFSAT TARİHİDİR

“Görmedin mi, Rabbin ne yaptı Âd kavmine; direkleri (yüksek binaları) olan, ülkelerde benzeri yaratılmamış İrem şehrine, o vadide kayaları yontan Semûd kavmine, kazıklar (çadırlar, ordular) sahibi Firavun'a! Ki onların hepsi ülkelerinde azgınlık ettiler. Oralarda fesadı/kötülüğü çoğalttılar. Bu yüzden Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı. Çünkü Rabbin (her an) gözetlemededir.”  (Fecr : 6-14)

Batı kaynaklı bir kavram olan "küreselleşmenin, Batı dillerindeki karşılıkları kelime olarak şöyledir: İngilizce'de; globalization, Fransızca'da; mondialization, İspanya ve Latin Amerika dillerinde; globalizacion ve Almanca'da; globalisierung. Kelimenin lügat anlamı, genel olarak dünyamız olan yerküreye, dolayısı ile de "yaygınlığa" işaret eder. Bugün ki konuşma dilinde ve yazılı ifadelerde Amerikan kültürünün bir uzantısı olarak kullanılan "global" kelimesi aslında Türkçe'de "cihanşümul" kelimesi ile karşılığını bulmaktadır. Bu yüzden bu kavram aslında hiç de yeni olmamakla birlikte "bütün dünyayı içine alan" ya da "bütün dünya için geçerli olan" anlamında kullanıla gelmektedir. Kelimenin, Türkçe ve diğer dillerde de, benzer lügat anlamlarıyla yaygınlık kazanmış olması, olgunun yaygınlığını ve etkisini anlamak açısından önemli ipuçları sunar. Bugün bu kavramı dikkate almadan, herhangi bir konuda çalışma yapmak, bir sonuca ulaşmak mümkün görünmemektedir. Kainatta binlerce, milyonlarca küre şeklinde gezegen ve yıldızlar mevcuttur. İlmin bugünkü seviyesinden anlaşıldığına göre, sadece yerkürede insan hayatından bahsedilebilmektedir. Ve insan kendini uzun bir zamandan beri bu gezegenin misafiri veya sahibi durumunda hissetmektedir. İnsanoğlu yaşadığı gezegenin şeklini ve uçsuz bucaksız olmadığını sonunda idrak etmiştir. Ve yerküreye hakimiyeti noktasında yoğun mücadeleler cereyan etmiş, ancak her millet ve devlet gücü nispetinde bir yer işgal edebilmiştir. Buna rağmen hayaller oldukça genişti; yani "dünya bir sultana geniş, iki sultana dardı."

"Islah" kelimesine gelince Arapça da "salaha" fiilinden türetilmiş bir kelimedir. Düzeltmek, yaradılış gayesine uygun hale getirmek, dengelemek gibi anlamları ifade eder. İmanın eyleme yansıması anlamına gelen "salih amel", dini, ahlaki ve kültürel konularda iyi ve güzeli yaymak, ilimde doğruyu ortaya çıkartmak, ekonomide faydalı ve yararlı olanı üretmek, siyasette ise adaleti tesis ederek sosyal hayatta barış ve dayanışmayı sağlayan iş ve eyleme salih amel denilmektedir. Kuranda iman ile salih amel birlikte zikredilir. Çünkü  salih amel, imanın işe ve eyleme yansımasıdır. Barış mânâsına gelen "sulh" kelimesi de "salaha" fiilinden türetilmiştir. İslam inancı ve Müslümanların dünya görüşüne göre sosyal hayatta esas olan sulhtur (barış). Savaş, sulhu ihlal eden, insanın tercih özgürlüğünü ortadan kaldıran, temel hak ve özgürlükleri ihlal eden ve haksızlık yapanlara karşı baş vurulan arzı bir yol ve yöntemdir. Müslümanların bütün iş ve eylemleri sulha, yani barışa yol açar. Bundan dolayı Allah’a ve ahiret gününe inanlar barışçıdırlar. Onlar yer yüzünü ıslah etmeye çalışan barış severler, yani "muslihlerdir"

"Islah" kelimesinin zıddı "ifsat" kelimesidir. İfsat, "fesede" fiilinden türetilmiştir. Bozmak, zararlı hale getirmek ve bir şeyi asıl gayesinin dışına çıkarmak gibi anlamlar ifade eder. Geniş anlamda "ifsat", dini, ahlakî ve kültürel konularda kötü ve çirkinlikleri yaymak, ilimi konularda yalan ve yanlışları bilgi diye insanlara sumak, ekonomide faydasız ve yararsız mal ve hizmetleri üretmek, siyasette ise adil olmayan ve haksızlık yapan bir yönetim sergilemeye ifade denir. İfsat kelimesinin Türkçe karşılığı bozgunculuktur. Bozguncular, insanlar arasında haksızlık yaparak sürekli fesat çıkartarak çatışmaya yol açarlar. Bundan dolayı onlara bozguncular, yani "müfsitler" denir. İfsat bir bakıma doğal dengeyi bozma ve karmaşa oluşturma eylemidir.

İnsan bedeni ile kainat düzeni arasında, çok eski zamanlardan beri hissedilen bir benzerlik vardır: Hipokrat'tan beri; saçlar ormanlara, kemikler kayalara, damarlar nehirlere benzetilir. Bu korelasyonları kuvvetlendirecek pek çok ipuçlarına semavî kaynaklarda da rastlanır. Bu hakikate binaen tasavvufta da insan küçük bir kainat, kainat ise büyük bir insan olarak ifade edilmiştir. Bu noktadan hareketle, küreselleşme kavramı ile insan beyni arasında da bir ilgi kurulabileceğini düşündük. Bedende beynin ve korteksin oluşumu, ferdiyetten sosyal hayata geçişe, iletişim imkanlarının gelişmesi sonucunda dünyada bir bütünlük oluşmasına ve ileride gezegenler arası bir bütünlük oluşması haline oldukça benzer özellikler taşımaktadır.

Modernite tartışmaları yıllarca hep muğlak bir modernite mitinden, herkesin kendi keyfine ve konjonktüre uygun belirlediği modernite tanımlarından çok çekti. Sonuçta, farklı modernite biçim ve etkileri olduğunu göremedik. Çünkü, aynen küreselleşme gibi modernite de bir durum olarak algılanmış ve ideolojik kutuplaşmalara konu olmuştu. Hatalardan ders almak gerekiyor. Bunu için de küreselleşme konusunu tekrar tartışılabilir kılmak gerek. Belki bu tartışmaların getireceği katkı, bu sürece bazı grupların ya da ülkelerin değil, genel olarak insanlığın hayrına bir çizgiye götürür. Uğraşmakta fayda var...

Milletler için en tehlikeli anlar, mânâ ve mefhumların alabildiğine birbirine karıştığı devirler olsa gerektir. Her devirde insan varlığına bitişik, ondan hiç ayrılmayan beşerî değerler, ölçüler vardır. Bunlar insanla birlikte varolmuşlardır. Bu, doğuştan gelen, var oluşun getirdiği bir beraberliktir. İnsanı bunlarsız düşünmeye imkan yoktur. Bu değerler insan varlığının, yaratılışının sırrıdır, hikmetidir. Zaten uzun tarihi boyunca yeryüzünde boy göstermeye başladığı andan itibaren, bu mefhumları ayakta tutmak için insan elinden gelen gayreti göstermiştir. Mücadele etmiş, vurmuş, vurulmuş, harplere girmiş. İnandığı, bağlandığı üstün değerler uğrunda kendi varlığını harcamaktan çekinmemiştir. Çünkü içten gelen, fıtratının derinliklerine kök salmış bir düşünce ve his birliği, yekpâreliği içinde bunlarsız yaşanamayacağını anlamış, idrak etmiş. Cahilliyenin insan hayatına bütünüyle hakim olduğu devirlerde bile parça parça, yer yer fazilet ve kahramanlığa at üstün mânâlardan cemiyet hiçbir zaman mahrum kalmamıştır. Denebilir ki, insan varsa, veya başka bir ifâde şekli ile, insan yaratılşta kendine mahsus bir husussiyet taşıyorsa, hayatıyla beraber ondan hiç ayrılmayan değerlerin, kıymetlerin, vazifelerin bulunmasıda şarttır.

Bu sebeple mânâ ve mefhumların birbirine karıştığı, hak ile batılın, doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün arasını kesinlikle ayıran çizgilerin, ölçülerin ortadan kaybolduğu devirler insan için tehlikelerle doludur. Çünkü cemiyeti ayakta tutan, insan haysiyetinin timsâli olmuş değerlerdeki karışıklık  içtima hayatı felce uğratır. Zihinlerin anarşi havası içinde kıvrandığı cemiyette fikir ve sanat hayatı hastadır, perde ihilaç içindedir. Fikri otorite olmadığından kimin neye inanacağı belli değildir. Daha doğrusu herkes, kendi düşünce ve idrak kapasitesine göre bir yol tutmaya çalışır. Fikirler başka, hisler başka; gayeler ayrıdır. Vazife ve mes’uliyet şuuru istikametini kaybetmiştir. Herkesin inandığı, hürmet ettiği, üstünlüğünün kesin olarak kabul ettiği bir fikir nizamı olmadığından tenkid de yoktur. Böyle bir cemiyet ikliminde hak da, batıl da aynı şekilde yaşama hakkına sahiptir. Halbuki, batılın yaşama hakkı yoktur. O, ölüme mahkûmdur. Ve yahut ona verilen yaşama imkânı hak hesabına bir tavizdir. Batılın varlığı kendi hesabına değildir. İnsana bir mukayese unsuru vermek içindir. Mukayese ve muhakeme neticesinde doğruyu bulmak, güzele varmak ve hakkı tercih içindir. Çünkü çirkinlik belli olunca güzelliğin kıymeti artar. Gündüzün kıymeti geceye göredir. Geceye olan ihtiyaç, onun dinlendirici sessizliği gündüze göredir. Bunun gibi bahardaki güzellik, yeşilin ihtişamı, yepyeni bir uyanışın, dirilişin iç açıcılığı, hoşluğu, hep yaprak dökümüne, sonbahara ve kışa göredir. Hayat da ölüme göre değer ve renk kazanır. Ölüm, hayata nazaran, hayatın dinamizmine nisbetle tam bir hareketsizlik belirttiği için yaşama istiyakını kamçılar. Hayatın kıymetini artırır. Tıpkı iyi yaşanırsa hayatın da ölümün değerini arttırdığı gibi.

İşte, cemiyet içindeki fikri değerler de böyledir. Mânâ ve mefhumların, ilmi tabirlerin delaletleri tereddüte mahal kalmayacak  şekilde tespit edilmelidir. Ta ki ilim namına konuşan, ilmin sınırlarını aşamasın. İlim namına cehaletin, sapıklığın çığırtkanlığını yapamasın. Tarihe mal olmuş hadiseler tarih ilminin metoduna uygun şekilde tefsir edilsin. İçtimai doktrinler, fikri mezhepler iyice anlaşılsın. Aralarındaki farklar belli olsun.

Yirminci asırda insan cemiyetlerini yaşanmaz hale getiren doktrin mücadeleleri hızlarını biraz da herkes tarafından iyice bilinemeyişlerinden almaktadır. Bu hal anarşiyi arttırmakta, buhranı içinden çıkılmaz bir kesafete doğru sürüklemektedir. Marksizmin bir sınıf diktatoryası olduğuna şüphe yoktur. Kanunen yasak olduğu memleketlerde farklı kisveler altında cemiyetleri ifsat etmek için nasıl çalıştığı artık herkesin malumu olmalıdır. Buna mukabil kapitalizmin de esas itibariyle bir zümre hakimiyetinden başka bir şey olmadığı gerçektir. Hayata bakışları, insana verdikleri değer bakımından iki sistem arasında fark yoktur. İkisi de istismarcıdır. Biri emeği, diğeri sermayeyi istismar eder. Materyalist karakterleri icabı ikisi de insan ruhuna, fıtratına aykırı rejimlerdir. İnsan için bunlardan birini tercih etmeye imkân yoktur. Beşerî kütleleri bir rakam kalabalığından ibaret gören, keyfiyet yerine kemiyyet hesaplarıyla meşgûl demokrasi tatbikatlarını zikretmek lüzumsuzdur. O halde, geçirilen bunca tecrübelerden sonra beşer mahsulu idare şekillerinin insan ruhuna yabancı vasfı tereddüde mahal kalmayacak şekilde açıkça idrak edilmiş olmalıdır. Azametli bir şahlanışla, nefsini İslam’ın kurtarıcı ellerine teslim edeceği gün, insan, elbette ki kaybettiği, boşuna harcadığı zamana acıyacaktır.

Büyük değişikliği ancak şimdi hissedebiliyoruz. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra, elimizden, avucumuzdan çıkıp giden, etimizden, kemiğimizden koparılcasına sökülüp alınan değerlerin hazin boşluğunu, şimdi daha iyi idrak edebiliyoruz. Herşeyin kaybolur gibi olduğu bir anda, bir baygınlık anında, soğuk suyun derine temasına eş bir ürperişle yepyeni bir dirilişin eşiğine ayak basar basmaz etrafımızı çeviren yabancı dünyanın farkına varır gibi olduk. Gerçekle yalan arasındaki altadıcı yakınlığı, rengarenk ışıkların arkasında gizlenen sahte dünyayı, yakıcı bir şuurun aydınlığında, şimdi daha iyi görebiliyoruz. Yavaş, yavaş, hadiselere bakışımızın manası değişmektedir. Vak’aları, yepyeni bir tefsir usulüyle değerlendirmenin zaruretini derinden derine duymaya başladık. Yüzümüzü çirkinleştiren, kendi öz dünyamızı yaşanması imkansız bir mahrumiyet iklimi halinde önümüze seren yabancı gözlükleri çıkarıp atarak, gerçekleri, ruhi değerlerimize mahsus ölçülerin keskinleştirdiği bir dikkatle araştırmaya, bulmaya çalışmaktayız. Bu, bir silkinme, kendini bulma davasıdır. Bir uyanıştır. Kendine geliştir. Bir Milletin varlığını hissettirişidir. Bir antitez olmaktan kurtulma gayretidir. (Tez) leşmedir. Buraların ve ötelerin hesabını vermeyi deruhte eden üstün bir nizama liyâkat kazanmanın sancılarıdır.

Çünkü asırlarca süren bir mücadele hengamında cepheden gelen hücumları cesaret   ile, meharetle karşılayan bir milletin yeni bir strateji il, bir planın muhtelif safhaları halinde, topyekün karanlıklara itilmesi icap ediyordu. Herşeyden evvel, şahsiyetimizi meydana getiren hasletlerin, yavaş yavaş yıkılışına şahit olduk. Kaybettiklerimizin yerine garbın yıpranmış, pörsümüş, kendi medeniyetine ait dünyaları avlamak için şeytanî bir deha ile icat ettiği sloganlar, basmakalıp klişeler kaim oldu. Sanat ve kültür hayatımız, medeni mirasımız hoyratça talan edildi. Kelime ve mefhumlar arasında meydane getirilen anarşi, sistemli şekilde körüklenmek suretiyle içtimai varlığımız temelinden sarsıldı.Düşünce hayatımız keşmekeş içinde kaldı.

Herkesin kendi idrak ve kültür seviyesine göre, kelime ve mefhumlar yeni ve farklı manalar kazanınca fikir dünyamız bir (kaos)tan farksız oldu. Kimin ne dediği belli olmadı. Her kafadan bir ses çıktı. Fertleri birbirine yaklaştıran müşterek bağlar koptu. Cehalet, tarihte benzerine rastlanan pek az bir korkunçlukla, cemiyete hakim oldu. San’at tarih ve kültür hayatımız baştanbaşa cehaletlerle doldu. Adeta cehaleti meslek halinde benimseyen bir nesil meydana getirildi. Dışta, kabukta kalan, mes’elelerin derinliğine inmekten korkan ilim adamları yetiştirdik. Garbı bilmeyen, şarktan tamam ile habersiz, tarihsiz bir siyaset kadrosu sahip olduğu bir kudretle bir milleti topyekün cehaletin karanlığına atmakla sözde ilim adamlarıyla elele verdi. Derken herşeyin yıkıldığı, ümitlerin tamamiile kaybolduğu bir zamanda yepyeni bir uyanışın ilk müjdecileri yavaş yavaş varlıklarını hissettirmeye başladılar.

Karanlığın, cehaletin dehşetini yaşadıktan sonra, artık kendimizi bulmanın zamanı gelmiştir.bütün unsurları, aklın, ilmin, vicdanın teftişinden geçmiş aydınlık bir dünyaya ihtiyacımız vardır. Orada kelimelerin manası bellidir. İlmin hudutları tespit edilmiştir. İçtimai değerlerde anarşi yoktur. Cemiyet hayatının her sahasında şaşmaz ölçüler hakimdir. Her hadise, aklın ve ilmin kritiğinden geçtikten sonra değer kazanır. İstismar bütün şubeleriyle ortadan kaldırılmıştır. Siyaset, topyekün insanlığı kuşatıcı, “cihanşumul” karakteriyle hak ve adaleti hakim kılmanın mesleğidir. Tarih bir laboratuardır. İçtimai hadiseler orada tetkik edilerek neticelendirilir. Adalet, hiçbir beşerî otoritenin bulunmadığı mahallelere kadar teşmil edilmiş, vicdanların en güzel süsü halinde cemiyetin temel taşı mesabesindedir. Suç ve suçluluk asgari hadde indirilmiştir. İnsanları suça götürücü bütün vasıtalar ortadan kaldırılmıştır. İnsanlar beyyine ile yaşarlar ve yine beyyine ile ölürler.  

İfsad ve dağılma, ister içeriden ister dışarıdan gelsin, her iki halde de cahiliyye söz konusudur. 1300’lü yıllardan sonra kitap merkezli bir ümmet ve yönetim mekanizmasından söz etmemiz müşküldür. Ama o tarihlerden bu yana gerek gelenekçi gerek modernist sapmalara karşı, ümmeti yeniden itikad ve amel alanında Kur’an nassları ve sünnet örnekliğinde diriltmek için ıslah amacıyla ıslahat çabaları ve ıslahat önderlerinin mücadeleleri olmuştur. Islahat çabaları öze dönüşü ve ümmeti vahyi temelde yeniden yapılandırma azmini yeşertmiş ve İslam’ın yaşayan gücü olmuştur. Bu çizginin belirli bir çevrede yaşamaktan ve insan olmanın sınırlılığından kaynaklanan içtihadi hataları dışında, taşıdıkları değerler bizim sahih geleneğimizi ifade etmektedir. 20. yüzyılda yeniden yükselişe geçen İslamî diriliş, sadece Batı yayılmacılığı karşısında bir tepkiyi değil, zalimler karşısında direnişle birlikte gerek geleneğin gerek modernizmin muharref değerlerine ve ifsadına karşı bir ıslah, ihya ve öze dönüş gayretini de ifade etmektedir.             Islahat çabalarının bize getirdiği miras, Kur’an’dan yararlanma yöntemleri, sahih sünnet, dinin aslını ifade eden tevhidi değerleri tanıklaştırma cehdi ile birlikte vahyi bilinçlenme sürecidir.

İnsanlığın bir an evvel uluslararası ifsat şebekelerinin kontrolünde ve küresel gücün desteğindeki küresel kapitalist sermayenin baskısından, “küresel sermaye”nin “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” türü dayatmalarından kurtulması gerekiyor. Bu ise maddeci ve menfaatçi “mimsiz medeniyit”in dünyevileşmeyi ve hırsı azdıran ifsadıyla hiç olmaz...

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 ŞUBAT SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort