JoomlaLock.com All4Share.net

İSLÂM İTİKÂD NİZÂMINDA KADER VE KAZÂ

İslâm itikâd nizâmının altı mühim ve değişmez esaslarından biri ve sonuncusu; hayır ve şerrin İlâhî kader ve kazâ ile olduğuna, yani hayır ve şer, iyi ve kötü, acı ve tatlı, canlı ve cansız ne varsa hepsinin Allah’ın takdiriyle, tertibiyle, yazmasıyla, hükmüyle, dilemesiyle ve yaratmasıyla meydana geldiğine; bunların daha sonra alacakları şekil ve özelliğin ne olacağını evvelden bilmiş ve öylece yaratmış olduğuna inanmaktır.

Kadere îman, “îmanımızın bütününü perçinleyen bir mühür durumunda” olup anarşiyi, tesâdüfü, haddi aşmayı, gâyesizliği, en geniş anlamıyla zulüm demeye gelen taşkınlık ve aşırılığı inkâr ve reddetmektir.

Kadere îman, Allah’ın dinî ve dünyevî, bireysel ve toplumsal, kevnî ve Kur’anî tüm yasalarına uymayı, özetle sünnetine (kâinattaki hâkim kanuna) teslim olmayı gerektirir.

Kur’an ve sünnet, kadere îmanı nasslaştırarak inanılması zorunlu temel dinamiklerden saymıştır. Îman esaslarını, âmentü formülünde olduğu gibi topluca konu edinen bazı ayet (Bakara/285, Nisâ/136) ve hadislerde kader inancının prensip olarak yer almayışı, konunun      Allah’ın ilim, irâde, kudret ve tekvîn sıfatları içinde mütâlaa edilmesi gerektiğine bağlanmalıdır. Yoksa Allah'ın bütün fiillerini hikmet ve adâlet ışığında yorumlayan Mutezile`nin ve onun günümüz uzantılarının iddia ettiği gibi İslâm'da kader inancının bulunmayışından dolayı değildir. Çünkü Allah’a ve Allah’ın anılan (özellikle de Allah'ın âlemi yaratması ve idâre etmesi ile ilgili olan sübûtî) sıfatlarına gereğince inanan, kadere de inanmış demektir. İslâm âlimleri her şeyin Allah’ın takdirine bağlı bulunduğunu ifâde eden ayetlerden hareketle hayrı ve şerri ile birlikte kadere inanmayı bir îman esası olarak zikretmişlerdir. Konunun akışı içerisinde bu ayetlerden bir kısmına yer vereceğiz. Bu konudaki hadislere de yer yer temas edeceğiz. Ancak kaderin, îmanın altı temel esasları arasında yer aldığını göstermek için, sadece referanslarını vermekle yetineceğiz.

Allah, (cc) âlemi yaratmadan önce, ona ilişkin her şeyi hesaplamış ve ona göre yaratmıştır. Bu yüzden kâinat içinde her ne oluyor, meydana geliyorsa hep o tedbirin eseri ve âlemi tespih taneleri gibi kudretiyle evirip çeviren Müdebbir’in çizdiği İlâhî programın gereğidir. Bu programı göz ardı ederek evrendeki tüm olayların serseri bir tesâdüfün eseri olduğu inancında olan bir insanın, mümin olduğu söylenemez. Kaldı ki, müminim diyen herkes, itikadın esası olarak sık sık tekrarlayıp durduğu “Lâilâhe İllallâh” sözüyle, söz konusu kadere ilişkin ayrıntıların hepsine inandığını kısaca (icmâlen) kabul etmiş olmaktadır. İnsanımızın, bilerek veya bilmeyerek, bir takım sapmalarla bu inancına aykırı davranışlar sergilemesi, onu şirkin ve küfrün kucağına iter. Böyle bir tehlikeden emin olmanın yolu, bu hassas konunun, en azından kendi irâdesine doğrudan taalluk eden konuların, yeterince kavranmasından geçer.


İSLÂM’IN EN HASSAS KONUSU: KADER

Kader ve kazâ konusu dinî düşüncenin en çetin ve çetrefilli problemlerinden, en hassas ve mühim konularından biridir. Bu konunun iç yüzünü gerçek anlamıyla kavramak çok zordur.
Ebû Hureyre’nin (ra) şu rivayeti bu gerçeği ortaya koymaktadır:

“Biz kader meselesi hakkında tartışmakta iken, Allah Resûlü (as) yanımıza geldi. Tartışmamızın kader meselesi olduğunu anlayınca, o derece kızdı ki, mübârek yüzleri kızardı ve şöyle dedi:

- Siz bununla mı emrolundunuz, yoksa ben mi bunun için gönderildim? Sizden öncekiler kader üzerine tartışmaya daldıkları için helâk oldular.”

Demek ki kader ve kazâ konusu, Allah’ın Zâtı konusu gibi üzerinde durulup özellikle münakaşa tarzında konuşulması men edilen konulardandır. Kula yaraşan, Allah’ın kaderdeki büyük hikmetlerini öğrenmenin yanında, O ne emretmiş ise ona tâbi olması, neden nehyetmiş ise ondan kaçınmasıdır. Ve enerjisini aklî kıyaslarla kaderin sırlarını keşfetmeye çalışmak gibi faydasız şeylere harcamamasıdır. Zira, İmâm Ebû Hanife (ö. 150/767)’nin (rh) de dediği gibi gözün güneşe bakması mümkün olmadığı gibi, aklın da kader ve kulların fiilleri konusunu (hürriyet-zaruret çelişkisinden kurtararak) nihaî çözüme kavuşturması mümkün değildir.

Nitekim Hz. Peygamber (as) aynı konuda şöyle buyurmaktadır: “Kader konusunda konuşmayın, zira kader sırrullâh (Allah’ın sırrı) dır. Allah’ın sırrını ifşâ etmeye kalkışmayın. Çünkü Allah’ın Zâtı’na ilişkin sırlardan bahsetmek, onları kurcalamak şirktir.”

“İdrâk-i meâli bu küçük akla gerekmez
Zîra bu terâzi bu kadar sıkleti çekmez”

Evet, kader her türlü idrâkin üstünde bir sırrı İlâhîdir. O sınırsız ve zamansız İlâhî ilmi, mutlak irâde ve kudreti anlamak, her türlü kayıtla mukayyet bulunan kıt ve güdük akılların işi değildir. Yüce Allah kaderin iç yüzünü hiç kimseye bildirmediği gibi bu ‘lüğazın sırrı’nı akıl yoluyla halletme ve ona ‘son noktayı koyma’ imkânını da kullarına vermemiştir. Allah sırrını açıklamış olsaydı teklifin anlamı kalmazdı. Müminlerin cennete girdikleri zaman, kaderin sırrını anlayacakları ve cennete girmeden bunu idrâk edemeyecekleri ifâde edilmiştir.
Kâinatta Allah’ın ilmi, irâdesi, takdir ve yaratması kapsamında olmayan bir şey yoktur. Bütün hâdiseler, insanların eylem ve hareketleri Allah’ın takdiri ve yaratması ile meydana gelmektedir.

İnsanların irâde ve ihtiyâr sahibi bir mahluk olması da Cenâb-ı Hakk’ın dilemesi ve takdir buyurması ile olmuştur. Allah, insanın istediğini yapabilir yetenekte olmasını dilemiş ve öyle bir kudrette yaratmıştır. Böylece, insanlar kendi istek ve arzularıyla bir şey yapmak veya yapmamak iktidarına (istitâat) mâliktirler. İkisinden birini tercih ve ihtiyâr edebilirler. Bundan dolayı kişi annesinden mümin veya kâfir (saîd veya şakî) olarak doğmaz; mümin iken kâfir, kâfir iken mümin olabilir.

Kulun fıtraten (dolayısıyla zorunlu olarak) sahip olduğu hürriyeti (gücünü iyiye de kötüye de kullanma serbestiyeti) de dâhil, her şeyi takdir edip yaratan (Hâlık), Allah Teâlâ’dır (Saffât/96). Fakat çalışıp kazanan, işi yapan (kâsib / fâil), kulun kendisidir. İyi veya kötü, iki seçenekten birini beğenerek seçip almak, kula ait bir iştir. Kul irâde ve ihtiyârını hangi yöne sarf eder, hangi tarafı tercih ederse Allah da ona uygun bir şekilde yaratır. Zira insanın irâde ve sorumluluğunun kapsamına giren her şeyde Allah'ın takdiri, insanın aklını ve irâdesini kullanmasıyla gerçekleşir.

Meselâ; Allah herkesin rızkını takdir etmiştir. Fakat mukadder olan rızkını arayıp bulmanın, kulun görevi olduğunu da söylemiştir. Aramak kuldan, yaratmak Allah’tandır. Allah’ın bu koca kâinat disiplini içerisinde kendisine vermiş olduğu irâde ve ihtiyâr ile herhangi mümkün olan bir şeyi yapıp yapmamakta insan hür ve serbesttir. Bunun içindir ki her insana işlediği şeyden sorulur. Hayır işlemiş ise mükâfatını, şer ve kötü işlemiş ise cezâsını görür. Yoksa “merhamet etmeyi üzerine almış (prensip  edinmiş) olan Rabbimiz (En'âm/54)”, hiç kimseyi şer yola zorlayıp da sonra onu cehenneme sokmayacağı gibi, kendilerine sırf azap etmek istiyor diye de cehennem için insan yaratmaz.

Peygamber (as) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın en ilk yarattığı Kalem’dir.”

Bundan maksat, Allah’ın, mahlukâtı ve onlar hakkındaki bütün detayı yazmış olmasıdır. Bu sûretle gelmiş ve gelecek her şey tespit edilmiştir. Hadisi "cebir" anlamı yüklemeden okuyan İmâm-ı Âzam (rh) şunları söyler:

“Ne dünyada ne de âhirette O’nun dilemesi, bilgisi, hükmü, takdiri, yazgısı ve zuhûrundan önce Levh-i Mahfûz’a yazısı olmadan hiçbir şey var olmaz, hiçbir hâdise meydana gelmez.”

KADER VE KAZÂ NEDİR?

Kader ve kazâ Allah’ın zâtî ve ezelî sıfatlarından olup O’nun mutlak irâdesi ve ezelî (zaman üstü öncesizlik) ilmine taalluk eden iki kelimedir.

Allah’ın ezelî ilim ve mutlak irâde sıfatlarıyla ilgili bir kavram olan kader, evreni, evrendeki mevcudât ve hâdisâtı belli bir nizâm ve ölçüye göre (Kamer/49) düzenleyen İlâhî kanunu ifâde eder.    Allah’ın mutlak kudret ve tekvîn sıfatlarına dayanan kazâ ise, yeri ve zamanı geldiğinde bu İlâhî kanuna uygun şekilde yaratıp hükme bağlamasını ifâde eder.
Allah’ın ezelden ebede (zaman üstü sonsuzluğa) kadar makro ve mikro âlemde olacak şeylerin zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini ezelde daha onlar meydanda yokken bilip o sûretle tâyin ve takdir buyurmuş olmasına kader denir.

Kader, Allah’ın ezelî ilmi ve hükümleridir. Kazâ, o hükümlerin oluşlar âleminde cereyan etmesi ve varlık âlemindeki ifâdesidir. Bir başka anlatımla kazâ, ezelde takdir olunan her şeyin Cenâb-ı Hakk’ın yaratma ve îcadıyla varlık sahasına çıkması, fiilen uygulanması demektir. Başka bir ifâdeyle; kader kâinatta olacakların plan ve senaryosuysa; kaza, o plan ve senaryonun icrâsıdır.

Allâme Zemahşerî’ye (do.467/1075) “Kader nedir?”, “Kazâ nedir?” diye sormuşlar. O da benzer bir tanımla,
-Kader, gökte yazılı olandır, kazâ ise yeryüzünde yapılandır, diye kestirme bir cevap vermiştir.

Kişi iman getirirse kadere,
Kalbinde yer kalmaz gam-u kedere.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort