JoomlaLock.com All4Share.net

SAHİH TEVEKKÜL ANLAYIŞIMIZ

Bu yazımızda sahih tevekkül anlayışımız nasıl olur, gerçek tevekkül bilinci nasıl elde edilir? sorularının cevabını vermeye çalışalıcağız.
Tevekkül Allah’a itimat etmek, bir işte O’nu vekil ve velî tayin etmektir.1
Allah’a güven ve itimat, O’na îmanın ve O’na îmanın ifâdesi olan “lâilâhe illellâh” kelimesinin gereği olduğu için Yüce Mevlâ bu bağlılığı şöyle dile getiriyor:
“Ölmek şânından olmayan O Bâkî’’ye güvenip dayan.” (Furkan/58)
“Artık ancak Allah’a güvenip dayanın, (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz.” (Mâide/23)
Tevekkül maksada erişmek için, hayatı çekilmez kılan monotonluktan2  kurtaran gerekli maddî ve manevî sebeplerin hepsine yapıştıktan, ön hazırlıkları yaptıktan sonra Allah’a itimat etmek ve ondan ötesini Allah’a bırakmak demektir. Meselâ, çocuk arzulayan birinin daha evlenmeden “Allah bana çocuk vermiyor.” diye serzenişte bulunması tevekkülsüzlüktür. Çünkü sebebe sarılmamıştır. Yani evlenmemiştir.

“Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol”

Tevekkül, sebeplere başvurmaya engel değildir. Çünkü sebepler kaderin cüzlerinden biridir. Kader sebepler ile bir bütündür. Dolayısıyla çalışmayı terk ederek ahlâkî sorumluluktan kaçmak Hz. Peygamber’in (as) sünnetine karşı gelmektir. Kul yapacağı işlerde sebeplere sarıldıktan sonra Allah’a tevekkül eder, O’ndan kaderinin hayırlı olmasını ister. Eğer başına bir musibet gelecek olursa da “Allah takdir etti ve dilediğini de yaptı.” der (Tevbe/51). Peygamber (as) şöyle buyurmuştur: “Güçlü kuvvetli mümin kul, zayıf ve iman sahibi kuldan Allah’a daha sevimli gelir. Ama  ikisinde de hayır vardır. Sana fayda verecek işleri hırsla talep et. Allah’tan yardım dile, âcizlik gösterme. Eğer sana bir musibet gelecek olursa keşke şöyle yapsaydım, şöyle şöyle olurdu deme. Ve lâkin Allah takdir etti ve dilediğini yaptı de.3”
Aslında bu noktada bize yöneltilen emir iki yönlüdür. Allah bize hem çalışmayı hem de emeğimize güvenmememizi emrediyor. O bize her konuda maddî sebeplere sarılmamızı, her işin bilinen çözüm yollarını denememizi, fakat aynı zamanda yalnız kendisine dayanmamızı, sırf O’na tevekkül etmemizi emrediyor. Buna göre, herhangi bir konuda kim elinden gelen hazırlığı yapar, olanca gayretini ortaya koyarak gereken çalışmayı gerçekleştirir de O’na dayanmaz ise Allah’ın birbirine bağlı iki emrinden birini savsaklamış olur. Buna karşılık kim herhangi bir konuda sadece tevekkül ile yetinir, gerekli hazırlığı yapmaz ve olanca gayretini ortaya koymaz ise, o da bu emirlerin öbürünü savsaklamış, kulak ardı etmiştir. Bu noktanın ardında kâfir ile mümini birbirinden ayıran gizli bir nüans saklıdır. Görünüşte kâfir de olanca gücünü kullanıyor, mümin de. Fakat birincisi, sırf ortaya koyduğu emeğe güvenirken; ikincisi, sadece ortaksız      Allah’a dayanıyor. 4
Tevekkül tedbirden sonradır. Hz. Peygamber, (as) tevekkül sahiplerinin efendisi olduğu hâlde, gereken bütün tedbirlere başvurur, tedâriklerde bulunur, sonra tevekkül ederdi.

Hendek Savaşı’nda güzel bir tevekkül örneği:
Allah Resûlü’nün (as) hayatı bizim için her bakımdan en güzel örnektir. O’nun hayatında tedbir ve tevekkülün de en güzel örneklerini görmek mümkündür. Hendek Savaşı’nda Peygamber Efendimiz (as) bütün tedbirleri almış, başta kendisi olmak üzere sahabe tarafından 5,5 km.lik bir hendek kazılmış, askerî ve stratejik tedbirler tamamlanmıştı. Müslümanlar birlik ve beraberlik içinde düşman karşısına dikilmiş, âdeta birer tevekkül âbidesi kesilmişlerken5  Hz. Peygamber (as) bütün bunları yeterli bulmayarak şöyle dua etmişti:
“-Ey Allah’ım, ey Kur’ân’ı gönderen Rabbim! Ey düşmanlarla hesabı tez gören Rabbim!. Şu düşman topluluğunu kır. Onları hezimete uğrat. İrâdelerini sars Allah’ım!” 6
Bu üstün teslimiyetten dolayıdır ki, Allah (cc) onları rüzgâr ve sair görünmeyen askerleriyle destekleyip düşmanlarını helâk etti ve tabiî tevekkül timsâli Müslümanlara da dünyalık olarak ganimetler ihsân etti.7
Bu yüzden Peygamber (as) şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a gereği gibi tevekkül etmiş olsaydınız, kuşları nasıl rızıklandırıyorsa sizleri de öyle rızıklandırırdı. Baksanıza, aç gidiyorlar, tok dönüyorlar.”8     
Yani kuş, rızkını araştırmak için yuvasından çıkıp gidiyor. O, gücünün yettiği maddî sebepleri tamamladıktan sonra Cenâb-ı Hak ona ayrıca gücü kapsamında olmayan diğer sebepleri hazırlıyor, ikrâm ediyor.
Bütün bunlara rağmen, Allah’a tevekkülün, aczi yenen, güven veren, mutlu eden erdeminden insan kendisini nasıl yoksun kılabilir?

"Allah'a tevekkül edenin yâveri Hakk'tır,
Nâşâd gönül bir gün olur şâd olacaktır."

Atlamadan ifâde edelim ki, sebepler her şeyi halletmez. Başarı için bu yeterli değildir. Başarı için determinist9  yaklaşım değil, inançla tevekkül lazımdır. Tevekkül, mümin oluşun ayrı bir özelliğidir. Hatta inanmanın şartıdır. Bu gerçek şu âyette kendisini bulur: “Artık ancak Allah’a güvenip dayanın, (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz.” (Mâide/23). Nitekim tevekkül; ‘Sebeplere değil, sebepleri Yaratan’a güvenmektir, O’nu tercih etmektir.’10  ya da ‘insanların elinde olandan ümidini kesip Allah’ın katında olana itibar ve itimat etmektir.’11  diye tanımlayanlar, bu gerçeği göz önünde bulundurmuşlardır.

“Baş eğmeziz edâniye dünyây-ı dûn içün
Allah’adır tevekkülümüz itimâdımız”

Hz.İbrahim (as) ateşe atıldığı zaman, Cebrâil (as) ona “Bir ihtiyacın var mı?” diye sormuştu da o şu karşılığı vermişti:
- Var ama sana değil. Cebrâil (as),
- Ondan iste öyleyse, deyince, İbrahim (as),
-O hâlimi bilir, dilediğimi verir, demişti.” 12
Bu farklı yaklaşımlara rağmen, tevekkülde esas, kalbin Allah ile olan samimî irtibatıdır. Sebeplere el atmak, onun Allah ile olan samimî irtibatına zarar vermemelidir. Çünkü tevekkül neticesinde ümit, imanlı gönüllere yeni bir yaşama sevinci aşılar, yepyeni bir dinamizm kazandırır.

“Gerçi sebeb-i zâhire ettimse de temessük
Amma biliyorum cümlenin isnâdı Sanadır”

Cenâb-ı Hakk’a güvenip bağlanmakla birlikte hiçbir gevşekliğe ve tembelliğe düşmeden çalışmak tevekkülün özüdür.
Meselâ, bir çiftçi evvela zamanında tarlasını güzelce sürer, adamakıllı emek verir. Tam zamanı gelince tohumu tarlaya atar. Yapılması gereken her şeyi yapar. Bundan sonra Allah’a tevekkül eder, “Artık mukadder ne ise o olur.” der. Yoksa bunların hiçbirini yapmadan “Adam sende, biraz da mütevekkil olmalıdır, kader ne ise öyle olur.” deme aymazlığında bulunmak câiz değildir.

“Yürü var Hakk’a tevekkül eyle
Hâline sabr-u tahammül eyle”  

Tevekkül tembellik, zillet, meskenet ve her şeyi boş vermişlik şeklinde algılanmamalıdır. Fakat bütün sebeplere sarılır da istek ve arzusunun aksi çıkarsa, ona da râzı olmak zorundadır. Zira o da bir kaderdir.

“Gökten iner mi tembel için arza mâide
Öyle kütük gibi yaşamakta ne fâide”

1-Er-Râğıb, age., s. 531
2- Kâinat sebeplere dayalı olarak programlanmış ve hayatta bütün canlılar bu sebeplere başvurmaya ve çalışmaya sevk ediliyor. Eğer yüce Yaratıcının bitimsiz ikrâmları sebepler perdesiyle takdim edilmeseydi, hayat can sıkıcı bir mono-tonluğa bürünecek; meselâ, seherlerimizi süsleyen ses cümbüşleriyle bülbüller cıvıldaşmayacak, arı bal coşkusuyla dağdan dağa dolaşmayacak, ufuklarda geometrik süzülüşlerle kanat çırpan göçmen kuşlar olmayacak, yemyeşil bahar bahçelerinde nazlı güller, işvelenecek bülbül, çiçekler, kucaklayacak böcek bulamayacak ve biz rûha ferahlık veren bu muhteşem ve hârika güzellikleri temâşadan mahrum kalacak, engin bir iştiyâkla söylediğimiz ‘seher vakti bülbüller, ne de güzel öterler’ ilâhisini terennüm edemeyecektik. Herkes ve her şey olduğu yerde kabuğuna çekilecek, rengârenk süslü bahçelerin ötüşerek raks eden coşkulu misafirleri, gökyüzünün çığlık çığlığa süzülen serâzat sahipleri olmayacaktı. İnsan sebepler perdesiyle kendisine cömertçe takdim edilen çeşitli boyutlardaki ikrâmların gerçek sahibinin o perdeyi aralayarak farkına varır, zih-nini daima sebepleri Yaratanla meşgul eder; paylaşır, bencillikten kurtulur, iniş ve çıkışlarla renklenen hayatını kulluğa adayarak O`nu tanımanın ve san`atındaki esrârı keşfetmenin doyumsuz lezzetiyle yüce ruhlar, sevgili kullar arasına katılır.
3- Müslim, Kader: 34, (2664).
4- Said Havva, İslâm I, s. 87, 88.
5-Münir Muhammed Gadbân, Nebevî Hareket Metodu (ter. Tarık Akarsu),c.1, s. 458
6- İbn Kayyım, Zâdu’l-Meâd (ter. Muzaffer Can), c. 3, s. 1233
7-Ramazan el-Butî, Fıkhu’s-Sîre (ter. Ali Nar-Orhan Aktepe), s. 308-309
8-İbn Mâce, Zühd, Ha.: 4164; Sahavî, age., s. 753
9-Determinizm: Evrendeki her olay ve olgunun nedensellik zinciri çerçevesinde belirli kanunlar ya da kurallara bağlı olarak meydana geldiğini ileri süren, dolayısıyla sebepleri Yaratandan soyutlayan görüş, esbâbperestlik. Bak. Ömer Demir-Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, ilgili madde.
10- İbrahim Hakkı Erzurumî, Marifetnâme, s. 550
11- age., s. 549
12- Fahruddîn er-Razî, et-Tefsîr el- Kebîr, c. 1, s. 287; Said Havva, age., s. 549. Buna tasavvufta “tecrîd / tecerrüd hâli” denilmektedir. Yâni, zâhirî sebep ve alâkalardan kopma hâli denilmektedir. Ki bu sıradan insanların yapacakları iş değildir.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort