JoomlaLock.com All4Share.net

İSLÂM YA HEP YA HİÇTİR

Müslümanın kimlik özelliklerini açıklamaya çalıştığımız makalemizin ikinci bölümünde yine günümüzde temel İslâmî hususlardan, çarpıtılmaya ve asli mecraından kaydırılmaya çalışılan hakikatlerden günümüz için gerekli olduğuna inandığımız bir kaç hususa değinmeye çalışacağız...

Makalemizde değineceğimiz temel meselelerin ilki kelime-i şehadetin: “Muhammedu’n-Resûlullah” bölümünün bizlere yüklediği sorumluluk… İkinci olarak Müslüman kimliğimizin gerekliliklerini yerine getirirken “Ya hep ya hiç” anlayışının önemi ve bu parolanın nasıl anlaşılması hususunu; son olarak da Mücadele sûresinin 22. ayeti kerimesi ile emredilen Allahu Teâlâ’ya ve ahiret gününe inanan müminlerin Allah ve Peygamber düşmanlarına karşı nasıl bir tavır ve tutum takınmaları icab ettiğini büyüklerimizden öğrendiğimiz, dinlediğimiz kadarıyla aktarmaya çalışacağız. Tevfik ve inayet Allahu Teâlâ’dandır…

Muhammedu’n-Resûlullah’ın Önemi
Allahu Teâlâ, ölümü ve hayatı kimin “daha güzel iş yapacağını denemek” üzere yarattığını Kur’ân-ı Kerim’de muhtelif ayetler vasıtası ile bizlere bildirmiştir. (el-Mülk: 67/2; Kehf: 18/7) Yine Cenâbı Hak dünyanın bir imtihan yurdu olduğunu, bize bahşedilen belli nimetlerle imtihan edileceğimizi ayeti kerimelerle bize haber vermiştir. (el-İnsan: 76/2; el-Bakara: 2/155…)

Allahu zü’l-celâl Hazretleri Kur’ân-ı Kerim’de geçmiş ümmetlerin başlarından geçen hadiseleri, yaptıkları hayırlı işler karşılığında aldıkları mükâfatı veya gayri meşru fiiller için de hak ettikleri mücazatı ibret almamız, üzerinde düşünmemiz kastı ile bildirmiş ve aynı hatalara düşmememizi murad etmiştir. Fakat “Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür” fehvasınca insanoğlu kendisini helake götüren ibretlik vakıaları unutmuş ve geçmiş ümmetlerin yapıp helak oldukları yanlışları tekrar edegelmiştir.

Günümüzde ümmet Muhammed yerli ve yabancı müsteşriklerin tasarladığı “İslâm’ın boğazını İslâm kılıcı ile kesmek” planı gereği sözümona İslâmî hassasiyet(!) masalları ile uyutularak helake sürüklenmeye çalışılıyor. Bu sözlerimizle nurundan yaratıldığımız, olmasaydı hiçbir şeyin yaratılmayacağı Efendimiz’i (sav) hayatımızdan çıkarmaya çalışan, O’nsuz, O’na inanmadan, O’nu kabul etmeden de Müslüman olunabileceğini iddia eden kişilerin dile getirdiği hezeyanları kastediyoruz.

Her Müslüman iman binasının temelini şu anlayış üzere oluşturmalıdır: Meşhur bir İtalyan atasözünde “Bütün yollar Roma’ya çıkar” denir. Lâ teşbih ve lâ temsil İslâm’ın bütün yolları Hazreti Muhammed’e (sav) çıkar. Efendimiz’e (sav) uğramayan hiçbir yol Allah’a gitmez. Hâce Hazretleri (ksa) bu hususta: “Şeriat bir ruhsa bunun bedeni sünnettir. Biz şeriatı sünnetle birleştirerek anlayabiliriz.” buyurmuşlardır.

Sünnete mutabaatın artık bir lüks, bir fazlalık olarak görülmesi İslamcı geçinen çevrelerce bile kabul görmeye başlayan bir anlayış. Toplumda Efendimiz’e (sav) ittibanın sanki üst bir vazife gibi görülmesi, herkesin O’nu takip etmesi, sünnete ittiba zorunlu değil ama ederse kendisi için bir artıymış gibi algılanması gittikçe yaygınlaşıyor.

Bu bağlamda Hâce Hazretleri (ksa): “Öyle sünnetler var ki Allah Resûlu ‘Bunu yapmayan bizden değildir, Müslüman değildir, bunu yapmayan bizim namazgâhımıza yanaşmasın, Müslümanların geldiği yere gelmesin.’ buyuruyor. Bu gibi insanların dertleri sünneti reddetmeyelim ama sünnet bir lüks olsun. Herkes yapmasa da olur, bu lükse kimin gücü yetiyorsa o yapsın anlayışını toplumda oturtmak.

Eğer O’na inanmadan iman olmuyorsa, varlığını kabul imanın temeli ise O’nun ameli de İslâm’ın temelidir. O’nu yaşamadan da Müslüman olamazsın. Kabul etmeden mümin olmadığın gibi O’nun hayatını yaşamadan da Müslüman olamazsın. Bu aynıdır.

İslâm fıkhında bu bir kaidedir; bir şeyin kendisi farzı ise ona ait bütün hükümler, bilgiler farzdır. Eğer o şeyin kendisi sünnet ise onunla ilgili bütün kaideler sünnettir. Değişmez. Meselenin aslı ile fer’i aynı hükümdedir. İmanın temeli “Lâ ilâhe illallah Muhammedu’n-Resûlullah” demekse amelin temeli de Kur’ân ve sünneti birlikte yaşamaktır. Yoksa Müslüman olamazsın. Meseleye böyle bakmak lazım. Böyle bakmazsan sünnet dışarıda kalır. Bunu bildikleri için imanda da O’nun ismini çıkarıyorlar.” buyuruyorlar.

Efendimiz’e itaat bir Müslüman için en büyük şereftir. O’nun yaptığı bir ameli yapabilmek en büyük bahtiyarlıktır Müslüman için. Allah’ın “Habibim” diye taltif buyurduğu bir Zât-ı Akdes’e benzemeye çalışmayı Müslüman kendisine verilmiş en büyük atiyye olarak kabul etmelidir. Bu anlayış Müslümanın kimliğinin temelini oluşturmalıdır.

İslâm, Ya Hep Ya Hiç’tir

Hâce Hazretleri (ksa): “İslâm’da ‘hiç olmazsa’ diye bir anlayış yoktur. İslâm ya hep ya hiçtir.” buyurmuşlardır.

Lakin toplumumuzda “Hiç olmazsa” anlayışı gün geçtikçe yayılmaya, kendisine mekân bulmaya devam ediyor. Hiçbir çalışma zorunluluğu olmayan bir hanımefendi çalıştığı devlet dairesinde vücudunda göstermesi haram olan yerleri açıp, ihtilat içinde olması yasak olan kişilerle birlikte, aynı mekânda olmasına rağmen öğle tatilinde yalap çalap kıldığı bir vakit namaz ve mesai sonrası örttüğü başı ile kendisini tatmin edebiliyor ve “Hiç olmazsa namazımızı kılıyor, başımızı örtüyoruz” kılıfının arkasına sığınabiliyor… Veyahut bulunduğu devlet dairesinde daha üst makamlara çıkabilmek, terfi alabilmek uğruna bayanlarla tokalaşan, namazlarını sabah evden çıkmadan veya gece eve dönünce topluca(!) kılan beyefendi de yine “Hiç olmazsa namazımızı kılıyoruz, filan hoca da tokalaşmaya cevaz vermişti, zaten benim içimde de kötü bir düşünce yok” yalanlarıyla kendini kandırmaya devam ediyor.

Fakat Müslümanın önceliği her zaman Allah’ın emrine imtisalde olmalı. Müslüman şuna gönülden inanmalı ki yeryüzü asfalt olsa gökyüzü bakır olsa benim rızkımı yine er-Rezzak olan Allahu Teâlâ gönderir. O beni benden iyi düşünür, beni benden daha çok sever…

Bizler “Ya Hep Ya Hiç” sözünü, bütününü yapamadığımız bir amelin azını da terk edelim anlamında söylemiyoruz. Azmimiz, işleyeceğimiz fiilin hepsini, en güzel şekilde, olması gerektiği gibi, Allah’ın (cc) razı olduğu hal üzere yapmakta olmalı. Daha başlamadan havlu atmamalıyız. Elimizden gelenin en iyisini yaptıktan sonra netice için Allah’ın yardımını beklememiz gerekir. Zaten Cenâbı Hak da gücümüzü aşandan bizi mes’ul tutmayacağını bildirmiştir.

Efendimiz’in (sav) buyurmuş oldukları “Kim, sünnetimi ihya ederse, beni ihya etmiş olur. Kim beni ihya ederse cennette benimle beraberdir.” hadisi şerifi bizi hem tatmin etmeli hem de kamçılamalıdır. Ben bir sünneti ihya ettim bu bana yeter, gibi sırf kendi nefsimizi önceleyen bir bakış Müslümanda bulunmaması gereken bir anlayıştır. İnsan O’nu (sav) hoşnut ettikçe Allah’a sevimli olur, yakîn kesbeder. Cenâbı Hakk’a seyirde de nihayet söz konusu olmadığı için insan elinden geldiği, gücünün yettiği kadar Efendimiz’i (sav) hoşnut etmeye sa’y-u gayret etmelidir.

Müslüman Allah’a ve Resûlü’ne Düşman Olanlarla Dostluk Etmez
Ayeti kerimede Cenâbı Hak (cc): “Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah'a ve Resûlü’ne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsiniz. Onlar o kimselerdir ki Allah kalblerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın hizbi (dininin yardımcıları)dir. İyi bil ki, kurtuluşa ulaşacak olanlar, Allah'ın hizbidir.” (el-Mücadele: 58/22) buyurmuştur.

Elmalı’lı Hamdi Yazır bu ayeti kerimeyi tefsir ederken: “Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavmi Allah'a ve Resûlü’ne karşı düşmanlık eden kimselerle sevişir bir halde bulamazsın. Öyle kimselerle sevişmek Allah'a ve ahirete imanın gerekleriyle taban tabana zıttır. Zira onlara o durumda dostluk yapmak küfre sevgi göstermektir. Çünkü Allah ve Resûlü’ne düşmanlık etmek, küfrün en şiddetlisidir. Küfre muhabbet ise, iman ile bir arada bulunmaz...” buyurmuştur.

Hatta bu âyet-i kerîmenin Hz. Ebubekir efendimiz (ra) hakkında nazil olduğu rivayet edilir. Bir gün Hz. Ebubekir efendimizin babası Ebu Kuhafe Resûl-i Ekrem Efendimiz hakkında ileri geri konuşmuş bunun üzerine Hz. Ebubekir efendimiz de babasını hemen yakalayarak yumruk vurmuş, onun dişleri dökülmüş sonra Peygamberimizin huzuruna gelince bu hâdiseyi anlatmıştır. Peygamber Efendimiz de:

-Öyle yaptın mı? diye buyurunca, Hz. Ebubekir efendimiz:

-Seni Hak ile Peygamber gönderen Cenâbı Hakk’a yemin ederim ki, eğer bana bir kılıç mesafesinde bulunmuş olsa idi elbette onu öldürürdüm, buyurmuştur. (Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, Mücadele sûresi)  

Allahu Teâlâ Hz. Musa’ya sorar:
-Ya Musa, benim için ne işledin?

-Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, zikrettim.

-Ya Musa, kıldığın namazlar, seni Cennete kavuşturacak yoldur, kulluk vazifendir. Oruçların, seni Cehennemden korur. Verdiğin zekâtlar, kıyamette, sana gölgelik olur. Zikirlerin de, o günün karanlığında, sana ışıktır. Bunların faydası sanadır. Benim için ne yaptın?

-Ya Rabbi, senin için olan ameli bana bildir.Cenâbı Hak:

-Dostlarımı benim için sevdin mi, düşmanlarıma benim için düşmanlık ettin mi? buyurur.

Musa aleyhisselam, Allahu Teâlâ’yı sevmenin onun için olan en kıymetli amelin, Hubb-i fillah ve Buğd-ı fillah olduğunu anladı…

Yukarıda ayeti kerimenin açıklaması sadedinde naklettiğimiz hakikatler hak davamıza düşman olan, davamızın temeli olan kişi ve konulara karşı adavet besleyen kişilere karşı Müslüman kimliğimizin hararetiyle vermemiz gereken cevabın, göstermemiz gereken tavrın nasıl olması gerektiğini çok fasih bir şekilde anlatıyorlar.

Bu kişilerin kim olduğu, kendileriyle olan ilişkimizin, bağımızın, irtibatımızın mesele Allah, Resûlü ve Onlar’ın davası ve bu dava uğruna her şeyini feda etmiş, her şeyinden vazgeçmiş, kendilerini bu davanın müşahhas varlığı konumuna getirmiş insanlar olunca hiçbir önemi haiz olmadığı ve bu tavrın imanımızın bir gerekliliği olduğu Cenâbı Hak tarafından bildirilmiştir.

Makalemizin başında değindiğimiz gibi nasıl ki önceki ümmetlerin kıssaları bizler için bir ibret alma vesilesi ise ashabı kiramın yaşantısı da biz ahir zaman ümmeti için örnek ve ibret alınması gereken yaşantıdır. Bizler kendi din anlayışımızı bırakıp Allah’ın emrettiği dine iman etmek zorundayız. Kendi çapımızda Allah için yapmaya çalıştığımız hizmetlerin, çalışmaların, gayretlerin “Allah için”liğinin sağlaması karşılaşabileceğimiz bu gibi cilvelere göstereceğimiz tavra göredir. Eğer böyle bir durumda mümin olmamızın gerektirdiği tavrı gösteremeyip münafıkça bir tavır sergilersek bu bizim Allah’a güvenimizde problemler olduğunu gösterir.

Müslüman hiçbir zaman unutmamalıdır ki: “Mevlâmız bizi bizden çok sever, bizi bizden iyi düşünür…” Biz O’na güvenelim yeter…

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort