JoomlaLock.com All4Share.net

KADINLARIN EFENDİSİ HZ. FATIMATÜ’Z-ZEHRA BİNTİ MUHAMMED ALEYHİSSELAM (4)

Hz. Fatıma (ra) annemiz Kadir Geceleri’nde çocuklarını bütün gece uyanık kalmaya ve sabaha kadar ibadetle meşgul olmaya hazırlamak için onları gündüz yatırır, uyku basmaması için hafif yemekler yedirirdi. Kadir Geceleri’ne fevkalade önem verir ve bu gecelerde evde kimsenin uyumasına izin vermezdi. “Kadir Gecesi’nin bereketlerinden kendisini mahrum bırakan biri, gerçek anlamda bir mahrumdur.” buyurduğu kaydedilmiştir. Hz. Fatıma’nın bu konudaki yaptırım ve eğitim yöntemi unutulmamalı ve Kadir Geceleri’nde uyumasına izin verilmeyen çocuklarının henüz on yaşına bile basmamış birer çocuk oldukları hatırlanmalıdır.

Hz. Fatıma tesettüründe oldukça hassas idi. Mübarek validemiz dışarı çıkarken eline baston alıp kamburunu çıkartırmış ki genç olduğunu anlamasınlar diye. Kapısına birileri geldiğinde ağzına taş koyarak konuşurmuş ki sesi genç ve güzel çıkması diye. Resûli Ekrem (sav), zevcelerinden Ümmü Seleme’nin (ra) evinde bulunduğu bir sırada “Ey ehli beyt! Allah (cc) sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister.” mealindeki âyeti kerime nazil olmuştu. Efendimiz (sav), kızı Hz. Fatıma (ra) ile Hz. Ali’ye (ra) haber gönderip Hasan ve Hüseyin’i de alıp gelmelerini emir buyurdu. Fahri Kâinât Efendimiz’in (sav) üzerinde, siyah renkli ve kıldan yapılmış Yemen işi halı gibi nakışlı bir örtü vardı. Bu sırada huzuruna gelen kızı Hz. Fatıma’yı ve Hz. Ali (ra) ile torunları Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin’i (ra) aynı örtünün altında topladı ve “Yâ Allah, bunlar benim ehli beytimdir.” diye duada bulundu. Bu mübarek beş zâta “Âl-i aba” unvanı verilmiştir.
Ehli Beyt tabirinden akla ilk gelen, Peygamber Efendimiz’in (sav) kızı Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’dir. Fakat Resûli Ekrem’in (sav) zevceleri, diğer kızları ve onların çocukları da ehli beyte dahildir. Âli abâ, beş kişi ile sınırlı ise de ehli beyt tabiri içerisine giren zâtlar daha çoktur. İran’dan gelmiş bulunan Selmân-i Fârisî bile “Selmân Biz’den ve ehli beytimizdendir.” hadisi şerifi ile hususi bir intisabla ehli beytten sayılmıştır.

Yürekleri Yakan Ayrılık...

Peygamber Efendimiz (sav) hastalanmıştı. Sevgili Fatıması başucundaydı. Günlerdir gözüne uyku girmemiş, doğru dürüst bir şey yiyip içmemişti. Benzi sonbahar yaprağı gibi solmuştu. Eriyen yalnız bedeni olsa çoktan feda etmeye razıydı, ama asıl eriyen o nazik ve narin yüreğiydi. Henüz yirmi beşindeydi. Sevgili Babasına; “Cennet kokuları”ndan olan Hasan ve Hüseyin adında iki torun sevgisi tattırmıştı. Ya şimdi onları kim omzuna alıp gezdirecekti? Kapısını sabah akşam kim çalıp “Kızım nasılsın?” diye soracaktı. Gözü yaş dolu, üzgün bir halde iken babasının sıcak elini omzunda gördü o dalgın anında. Tuttu, öptü ve kokladı yüreğinin tüm zerrelerine kokusunu çekmek istercesine ve “bari kokusu kalsın benimle” dercesine.  Resûlullah (sav), Hz. Fatıma’ya yaklaşmasını işaret etti. Mübarek ağzını kulağına dayadı, sevgili kızına gizlice bir şey söyledi. Fatıması’nın var olan renk benzi de kayboldu o an. Sanki damarlarındaki kan birden çekilmiş, kalbi durmuştu, yüzü öylesine buz kesti ve ağlamaya başladı. Öylesine kendinden geçmişti ki Sevgili Babası’nın o sıcak nefesini ikinci kez kulağında hissedene kadar. Bu kez söylediklerini duyar duymaz bir çocuk sevinciyle yerinden sıçrayıp, sevincinden haykırmak istedi. Ama Sevgili Babası bunu bir sır olarak ona iletmişti, birden sakinleşip oturduğu yerden kımıldamadı. Bu kez o sevinçten şoktaydı, etrafındakilerse merakta idiler. Acaba Sevgili Fatıması’na ne sırlar vermişti? Israrlara rağmen “O, Babamın bana emanet ettiği bir sırdır, söyleyemem.” deyip anlatmadı. Hz. Aişe (ra) diyor ki: “Ben o günkü gibi ağlamayı bu kadar çabuk bir gülmenin takip ettiğini hiç görmedim. Bunun üzerine Fatıma’ya sokuldum ve “Babanızla ne konuştunuz? Önce ne dedi ki ağladın, sonra ne buyurdu ki güldün?” diye sordum. Hz. Fatıma bana şöyle cevap verdi:

“Ben Peygamber’in (sav) gizli söylediğini açıklayamam.” Hz. Peygamber Efendimiz’in (sav) vefatından sonra yine sordum. Dedi ki: “Şimdi söylememe bir engel yoktur, önce babam buyurdu ki; ‘Kızım, Cebrail (as) her yıl Ramazan-ı Şerif’te, her gece yatsıdan sonra gelip bana Kur’ân-ı Kerim’i okuturdu. Bu yıl ise iki kere okuttu ve bu yıl bana çokça geldiğinden zikir ve istiğfarı çoğalttım. Geçen yıl Ramazan-ı Şerif’te on gün olan itikâfı yirmi güne çıkardım. Ben bütün bunlardan ecelimin yaklaştığını anlıyorum. İşte kızım Fatıma, Allah’tan (cc) korkmanı ve sana sabrı tavsiye ederim. Zira Ben senin için en güzel bir konakçıyım. Ardından bana vefat edeceğini söyledi, o zaman ağladım. İkinci defada; “Âdem’den, Ehli Beytim’den, ilk Bana kavuşacak sen olacaksın.’ buyurdu ve o zaman da sevindim. Dünyayı terk edeceğime, masivadan kurtulacağıma, Allah’a (cc) ve Resûlü’ne (sav) kavuşacağıma sevindim ve güldüm.”

Öyle de oldu. Kâinatın Efendisi Babası’nın (sav) ayrılığına sadece altı ay dayanabildi. Gitmişti ama gerisinde nur topu iki yavru bırakmıştı ve onlar, Sevgili Babası’nın yüce neslini kıyamete kadar devam ettirecek iki çekirdek olacaklardı. O çekirdekler çatlayıp nurani birer ağaca dönüşecek ve nurdan meyveler vereceklerdi. İnsanlık âlemi de o nurani meyvelerin tadıyla ağızlarının tadını bulacaklardı.
Rebiülevvel ayının on ikisi Pazartesi günüydü ve o gün hastalığının on üçüncü günüydü. Efendimiz’in (sav) ağrıları şiddetlenmişti. Yaptığı dua bunu gösteriyordu: “Ölümün de şiddetleri, halleri ve darbeleri var.      Allah’ım! Ölümün sarsıcı anlarında bana yardım et! Allah’ım! Beni bağışla Allah’ım Beni bağışla!”

Çektiği ızdırabı yüreğinde hisseden Hz. Fatıma (ra) annemiz, dayanamayarak Sevgili Babası’na sarıldı ve “Babacığım, ne ızdıraplar çekiyor!” diyerek hıçkıra hıçkıra tekrar ağlamaya başladı. Mübarek gözlerini ağır ağır açıp, kızının sararan yüzüne baktı “Kızım! bugünden sonra baban ıstırap çekmeyecektir artık! Kıyamete kadar hiç kimsenin yakasını bırakmayacak olan (ölüm), artık Baba’na gelmiştir!” buyurdu. Hz. Peygamber (sav) buyurdu ki: “Ey Fatıma! Benim için ağlama, dövünme, yüzünü tırmalama, benim için saçını başını yolma, Allah’a sığınarak teselli bul.” Ardından ağladı ve şunları söyledi: “Allah’ım! Ehli beyt’im sana emanettir.    Allah’ım! Bunlar, Sana ve müminlere bıraktığım emanetlerdir. Hz. Fatıma (ra) annemizin yapacağı bir şeyi yoktu artık, bu sözleri göz pınarlarını da kurutmuştu adeta. Ağlamak istiyor, ağlayamıyor, feryat etmek istiyor, feryat edemiyordu. Gözyaşları da, feryatları da belli ki gönlüne inivermişti. Efendimiz (sav) kendinden geçmişti, yeniden bir süre öylece kaldı, sonra hafifçe kıpırdandı. O arada; “Gel emredildiğin şeyi yerine getir!” dediğini duydular zar zor da olsa. Demek ki, ölüm meleği Azrail (as) gelmiş, iznini bekliyordu. Yeniden feryatlar koptu odada. İnsandı evet, “Her canlı ölümü tadacaktır.” hükmünün dışında tutulamazdı. Ama öyle de bir Peygamber’di (sav) ki, Yüce Rabbi ile irtibatı, meleklerin çok çok üstünde idi ve en yakın arkadaşı Cebrail (as) dışında, hiçbir melek huzuruna izinsiz giremezdi. Azrail’e (as), “Buyur gel!” demesinin nedeni buydu. Odada feryatlar, dışarıda ise kızılca kıyamet kopmuştu. Efendimiz (sav) ise, mübarek ellerini kaldırdı ve parmaklarıyla üç kez semaya doğru işaret ettikten sonra yeniden; “Allah’ım! Refîk-i Âlâ! Allah’ım Refîk-i Âlâ! Allah’ım Refîk-i Âlâ!” buyurdu ve Rabbi’ne kavuştu. Kâinâtın zerreleri sayısınca salât ve selam Sana, Ey Sevgili Efendimiz (sav).

Hz. Peygamber Efendimiz’in (sav) mübarek vücudu geceleyin defnedilmişti. Erkekler artık dönüyorlardı, kadınlar gelecekti. Kadınların başında bütün hüznüyle Hz. Fatıma vardı. Hz. Fatıma babasına on sene hizmet etmiş olan Hz. Enes’i görür ve bu acı verici cümleleri söyler; “Siz O’nu nasıl gömdünüz, Resûlullah’ı toprağın altına nasıl koydunuz, bu ellerle mi mübarek vücudunun üzerine toprak attınız.” der ve Efendimiz’in (sav) kabri üzerinden bir avuç toprak alıp koklar, koklar ve şu beyitleri terennüm eder: “Kim Muhammed’in (sav) kabrinin toprağını koklarsa, zamanlar uzayıp gittikçe hiçbir (güzel kokuyu) koklamak istemez. Üzerime o derece büyük musibetler döküldü ki, şayet onlar, gündüzler üzerine dökülmüş olsaydı (kararır da) gece olurlardı.”

Ve yıllar sonra da bir âşığı, gönlünde yanan ateşi ile kalemini, yeryüzünü ve Hz. Cebrail’i konuşturan şu dörtlükle yaktı:

“O seçilmiş ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber
Bende yatıyor diye, yeryüzü gökyüzüne üstünlük taslayıp durur.
Cibrîl-i Emin (de), Ravza’sını ziyaret edince
İşte Adn Cenneti budur (bu olsa gerek)!
Giriniz ve sonsuza dek orada yaşayınız.”

Hz. Fatıma (ra) annemiz bu mersiyesini okuyup gözyaşları arasında oradan ayrılıp evine döndü. Artık ondan sonra Hz. Fatıma’nın (ra) güldüğü hiç görülmemiştir. Gözlerinden akan kanlı yaşlar, onun derdinin büyüklüğünü ifadeye yetmiyordu. Yanık yüreğinin ateşini söndürmeye, denizler yetmezdi. İmam Cafer-i Sadık (as) buyurmuştur ki: “Çok ağlayanlar beş kişidir: Âdem, Ya’kûb, Yûsuf, Fatıma ve İmam Zeyn’ul-Âbidin (aleyhim’us-selam)”

Dünyada emsali bulunmaz bir babayı kaybetmenin hüznü, o nispette büyük olurdu. O, kederini Hz. Peygamber Efendimiz’in (sav) vaktiyle kendisine söylediği müjde ile hafifletiyor ve teselli buluyordu. Hz. Fâtıma, günden güne sararıp solmakta ve her geçen gün ile vade dolmakta idi. Dünya ile alâkası esasen bulunmayan Hz. Fatıma (ra) annemiz, babasının ahirete göç etmesinden sonra evinin dışına da çıkmaz olmuştu. Resûli Ekrem’in (sav) ayrılığından doğan teessürle kalbi yaralı bulunan Hz. Ali (ra), Hz. Fatıma’nın sararıp solmasına baktıkça daha çok kederlenmekteydi. Hz. Ali Efendimiz (ra), vakitlerinin pek çoğunu onun yanında ve hizmetinde geçirmekteydi. Hz Fatıma’nın, hicretin on birinci yılının Ramazan ayının üçüncü gününde hastalığı ağırlaşır. Hz. Peygamberimiz’in (sav) vefatından sonra, Hz. Fatıma, ahiret hazırlığını daha ciddi bir şekilde yapmaya başlamıştı. O her haliyle “yolcu” olduğunu belli ediyor ve hazırlığını ebedî âleme göre yapıyordu. Peygamber Efendimiz’in (sav) vefatının üzerinden altı ay geçmişti ki Hz. Fatıma (ra) validemiz hastalandı. Halife Hz. Ebû Bekir’in (ra) hanımı, büyük sahabe Hz. Esmâ (ra) ziyaretine gelmişti. Konuşurlarken Hz. Fâtıma annemiz günlerdir kalbini huzursuz eden bir hususu açmak istedi. Hz. Esmâ; “Ya Fâtıma, seni üzen şey nedir, söyle de Ebû Bekir’i haberdar edeyim, bir çare bulsun.” dedi. O iffet ve fazilet timsali, o hayâ örneği, o nezahet membaı Hz. Fatıma’nın (ra) son demlerinde kalbini dilhûn eden şey elbette mühimdi. Bakınız o peygamber neslinin son çiçeği ne istiyordu: “Ya Esma, beni günlerdir düşündüren şey, vefatımdan sonra üzerine konarak götürüleceğim tabutun şeklidir. Çünkü bu tabutlar dümdüz tahtadan ibarettir. Bu tabuta konan cesede, bir kilim örtülmekte ise de, cesede yapışan örtü mevtanın vücudunu belli ediyor. Bakanlar cesedin iriliğini, ufaklığını anlıyorlar. Benim cesedimin de namahreme böyle görülmesini istemiyorum. Kalbimi huzursuz eden, şimdiden üzüntüsünü çektiğim şey budur.” Hz. Fatıma (ra) validemizdeki hassasiyete bakınız ki, vefatından sonraki durumu düşünmektedir. Zaten kefenlenmesine, kefenin üzerine kilim örtülmesine rağmen, o vücudunun ana yapısının belli olmasından rahatsızlık duymaktadır. Hz. Esma (ra), Hz. Fâtıma’nın bu problemine şu çözümü getirmişti: “Yâ Fâtıma, biz Habeşistan’a hicret ettiğimizde, onların cenazelerini taşıdıkları tabutları gördüm. Dümdüz tahtaların üzerine çatı yapıp, bu çatının üzerine de hasır örtüyorlar ve böylece tabutun içinde bulunan cesedi başkaları görmüyor.” Hz. Esma, böyle dedikten sonra, eline aldığı ince hurma dallarının iki ucunu yere saplayıp, ortasını yukarı doğru kamburlaştırarak, “İşte böyle yapıyorlar.” diye tabutun şeklini de gösterdi. Hz. Fâtıma sevinmişti. Şöyle dedi: “Bunu çok beğendim, vasiyet ediyorum, beni taşıyacağınız tabutu böyle yapın ve kefene sarılı cesedimi, bakanların nazarından gizli tutun. Hz. Esma’ya (ra) su kaynatmasını ister ve gusül abdesti alır. Temiz kıyafetlerini giyer ve yatağını odanın tam ortasına yaptırır. Hz. Esma’ya sessizce; “Ben şimdi öleceğim, beni hiç kimse açmasın ve gasil etmesin. Vasiyetimdir beni kabre gece yerleştirin.” der. Çocuklarını yanına ister ve onlara “Sizleri şerefli bir babaya teslim ediyorum.” der. Yaşları küçüktür, çocukları ne olduğunu anlayamazlar, onları odadan çıkarttırır. Sağ tarafı üzerine yan bir şekilde elini yüzünün altına koyar. Hz. Esma O’nun dinlendiğini zanneder. Biraz sonra Hz. Fatıma (ra) annemize seslenir ama cevap yoktur. Yanına gelir ve Resulûllah’ın (sav) vefatından sonra ilk defa bu mübarek yüzde hafif bir tebessüm ve buğulu gözlerinde donuk bir bakış görür. Ruhunu teslim ettiğini anlar, ağlayarak O’nu öper, koklar ve “Resulûllah’ın (sav) narin çiçeği işte babana kavuştun.         Resulûllah’a (sav) benden selam söyle!” der ve dışarı çıkar. Kapıda Hz. Ali vardır, Hz. Esma’yı üzgün görünce sorar, ne oldu? Esma hıçkırıklar içinde: “Resûlullah’ın son çiçeği de soldu Babacığına kavuştu.” der. Hz. Ali (ra) içeri girer, odanın ortasında bir nur yumağı yatmaktadır. Hz. Ali (ra) üzgün ve yıkılmış bir şekilde eşinin yanına varır ve; “Seni ne kadar çok sevmiştim.” der ve biricik eşinin güzel gözlerini kapatır. Hz. Fatıma annemiz (ra) geride dört nur çekirdeği bırakmıştır.

Annemiz’in cenaze namazını, Hz. Abbâs veya zevci Hz. Ali’nin kıldırdığı rivayet edilmektedir. İslâm’da tabuta konarak kabre götürülen ilk kadın cenazesi, Hz. Fâtıma’nın mübarek naaşı olmuştur. O, vasiyeti üzerine gece defnedilmiştir. Medineliler vefatı ancak sabah öğrenmişlerdi. Medine ağlıyor, Medineliler çok üzgün ve hüzünlü. O’nun kabrinin Baki’ül-Gar-kad Kabristanı’nda ya da Akîl b. Ebû Tâlib’in evinin köşesinde olduğu bildirilmektedir.  Hz. Abbas’ın (ra) türbesinin içinde olduğu da rivayetler arasındadır.

Sevenlerin muhabbeti, özlemi, hâli, yaşantısı, ahlâkı, hayâsı, edebi, terbiyesi ve vuslatı demek ki böyle oluyor. Rabbim bizlere de sevenlerin bu halinden bir zerre de olsa nasip eder inşaallah.

Rabbim bizleri de sevsin, sevdiklerine de sevdirsin inşaallah. (Âmin)

Kaynakça:
M. Asım Köksal, İslam Tarihi 3-4. Cilt, Işık Yayınları, İstanbul, 2008.
M. Cemal Öğüt, Hz. Fatımatüzzehra, Ailem Yayınları, 2008.
Mehmed Emre, Büyük İslam Kadınları ve Hanım Sahabeler, Çelik Yayınevi, İstanbul.
Serpil Özcan, Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, 2009.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe 1. Cilt, Merve Yayınları, İstanbul.
Hilal Kara, Abdullah Kara, Hanım Sahabeler Ansiklopedisi, Nesil Yayınları, 2008.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 EYLÜL SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort