JoomlaLock.com All4Share.net

KİLİNKARLI ABDULKERİM EFENDİ

kilinkarli_abdulkerim_efendi

 

KİLİNKARLI ABDULKERİM EFENDİ(1892 – 1950)

Kilinkarlı Abdulkerim Efendi, Erzurum’un Pasinler ilçesine bağlı Kilinkar köyünde, h.1341 yılında dünyaya gelmiştir.

Babası Şeyh Halil Efendi, annesi Nazan Hanım’dır. Genç yaşta babasını kaybedince amcası Şeyh Esad Efendi’nin himayesinde kalır ve ilk medrese derslerini amcasından alır.

Şeyh Esad Efendi’nin vefatından sonra amcasının oğlu Çokreşli Şeyh Abdurrahman Efendi’den hilafetini almıştır. (Şeyh Abdurrahman Efendi, Ziyaeddin Norşinî’nin halifesidir.) Abdulkerim Efendi derslerinin büyük kısmını kendi köyü Kilinkar’da, irşadla birlikte devam ettirir. Arazisinin bir kısmı Karayazı ilçesine bağlı Payveren köyünde bulunduğundan bazı seneler burada ikamet ederdi.  O yörede birçok tekke ve medresesi mevcuttu. Bu zaman zarfında, Aşağı Pasin yöresinde, irşad ettiği çok sayıda hafız ve saygın müridi mevcuttu.

Abdulkerim Efendi’nin üç oğlu olup en büyüğü Şeyh Zahid Efendi, ondan sonra Şeyh Nizameddin ve en küçük oğlu Mazhar Efendi’dir. Şeyh Zahid Efendi, Norşinli Şeyh Maşuk Efendi’nin halifesidir.Abdulkerim Efendi’nin büyük oğlu Şeyh Zahid Efendi, Erzurum’un büyük âlimlerinden Eşref Hocaefendi’nin kayınbabasıdır. Eşref Hocaefendi’ye en büyük vasiyeti; “Sakın, sakın medreseyi bırakma! En büyük görevin budur.” olmuştur. Abdulkerim Efendi’nin yaşadığı hallerden bir kısmını, yine damatları Eşref Hocaefendi’nin dilinden dinleyelim:

Abdulkerim Efendi kışın, çok soğuk ve tipili bir günde Karayazı’dan, Köprüköyü’ne bağlı Yağan köyüne gelirken yanında bulunan müridleri içlerinden; “Bu havada, bu soğukta nerede kalacağız?” diye geçirirler. Yağan köyüne yaklaştıklarında onları iki tane nûrâni, beyazlar giyinmiş zat karşılar. Kendilerini misafir ederler ve yine bu iki zat aynen refakat ederek onları uğurlarlar.

Norşin’de bulunan Şeyh Abdurahman Efendi, Abdulkerim Efendi’nin babası Şeyh Halil Efendi’yi irşad için görevlendirir. O yöredeki hanımların çoğu açık gezerken öyle bir zaman olur ki açık gezen hanım kalmaz.

Abdulkerim Efendi, haccın yasak olduğu 1946 yılında hacca gitmek ister; ancak pasaport verilmemektedir. Norşin’e, Şeyh Masum Mutlu Efendi’nin yanına gider. Masum Efendi’nin şahsına ait pasaportla, o yörede bulunan altmış ulema ile birlikte Suriye sınırında bulunan Nusaybin’e giderler. Masum Efendi’yi sınırdaki komutanlar tanımaktadır ve sadece Masum Efendi’nin pasaportu vardır. Komutanlar ulemadan altmış bir kişiyi mayınsız bölgeden kaçak olarak geçirirler.

Suriye’de bulunan Şeyh Ahmed Haznevi Hazretleri, kendilerini karşılar, misafir eder ve altmış kişiye Suriye pasaportu çıkarır, yolculuk başlar. Lübnan’a giderek Beyrut’a vasıl olurlar. Lübnan’dan sonra gemi ile yolculuğa devam ederler, Süveyş Kanalı’nı geçerek bir haftada Cidde Limanı’na varırlar.            
Gemideki yolculukları zamanında vakit namazları için altmış bir kişi arasında kıble ihtilafı zuhur eder. Her âlimin seccadesi başka başka yönlere çevrilidir. Gemi mühendisleri yanlarından geçerken duruma vakıf olurlar ve bir pusula getirerek kıble yönü tespit ederler. Altmış bir ulemadan tek bir zatın kıble isabeti doğru çıkar; bu da Abdulkerim Efendi’dir. Mühendislerin dikkati bu zat üzerinde toplanır ve Abdulkerim Efendi’ye yönü nasıl bulduğunu sorarlar; “Müminin feraseti budur, karanlığı aydınlatır. Çünkü O Allah’ın nuruyla bakar.” cevabını alırlar.

Abdulkerim Efendi, Hicaz’da, bir rüyada; Resûlullah (sav) Efendimiz’i kendilerine dünya üzerine dua ederken görür ve; “Ben dünyayı istemiyorum, ebedi âlem için duaya muhtacım.” diye geçirir. Hemen akabinde Resûlullah (sav) Efendimiz; “Abdulkerim! Ebedi âlem için de dualarım seninle.” buyurur.          
Abdulkerim Efendi’nin, Kilinkar’da kaldığı günlerden biridir. -Yasaklı dönemin hareretli günleridir.- Pasinler Kaymakamı, Köprüköy Nahiye Müdürü Necati Bey’e haber gönderir; “Ben bu köye gideceğim, bütün köylü köyün dışına karşılamaya gelsin.” Köye haber ulaşır ve köylü köyün çıkışında kaymakamı karşılamaya gelirler. Abdulkerim Efendi de halkın arasındadır. Kaymakamın hanımı da beraberdir. Köylü ile selamlaşır. Abdulkerim Efendi’ye sıra gelince Abdulkerim Efendi, kaymakamın elini sıkar ama hanımına el vermez.

Pasinlere dönen kaymakam çok hiddetlidir. Abdulkerim Efendi’nin oğlu Zahid Efendi’yi makamına çağırır ve der ki; “Babana söyle! Sakalını çok uzun gördüm. Öyle sakal olmaz, onu derhal kısaltsın.” Zahid Efendi, bunu söylemesinin mümkün olmayacağını belirtse de kaymakamın ısrarları üzerine kapıyı suratına çarparak çıkar. Kaymakamlıktan çıkarken Abdulkerim Efendi’ye adeta âşık olan jandarma komutanı yüzbaşı ile karşılaşır. Yüzbaşı durumu öğrenince hemen kaymakamın makamına girerek boğazına sarılır. “Bir daha böyle bir zata hakarete kalkarsan seni kendi ellerimle öldürürüm.” der. Bu durum zamanın milletvekillerinden birisine intikal ettirilir ve bir hafta içinde kaymakamın Trabzon’un bir ilçesine tayini çıkar. Çocukları, ailesi ve ev eşyası ile birlikte Trabzon’a giderken kamyon bir uçurumdan aşağı düşer ve kurtulan olmaz.

1940’lı yıllarda gezici başöğretmen kadrosu mevcuttur. Bunlardan biri, okulları gezerken teftiş görevini yürütür. Ancak âlimlere karşı saygısı olmayan, düşman birisidir. Adı Sait CORDAN olan bu müfettiş Abdulkerim Efendi’yi duyunca onun bulunduğu köye gitme ve Abdulkerim Efendi’yi sorular sorarak küçük düşürme planları yapar. Köye yaklaşır ve köyün önündeki suyu geçerken soracağı soruları tamamen unutur. Köyden ayrılırken Abdulkerim Efendi’den el tutmuş olarak ayrılır. Ahmet BAŞAR olarak bu ismi duyunca 1959 yılında Erzurum’da gazi ilkokulunda okurken bizim okulun başöğretmeni Sait CORDAN olduğunu fark ettim. Başöğretmen Sait CORDAN, Azap köyünde de o yıllarda öğretmenlik yapmıştır.Abdulkerim Efendi’nin zaman zaman ulemalar hakkında şu mısraları söylediği belirtilmektedir:Benim için ulu hocalar var ki onların izzetinden dolayı ayaklarını herkes alnına koyuyor.Eğer ben onlardan değilsem de benim için de onlara olan sevgimden dolayı izzet ve şeref var.Abdulkerim Efendi, 1949 yıllarında tifo hastalığına yakalanır. Evde yatarken oğlu ve yeğeni de aynı rahatsızlığa yakalanır ve hastalık tifüse bozar. Abdulkerim Efendi’nin rahatsızlığını duyan Erzurum, Kars, Ağrı ve civar illerden halk ziyarete gelir. Abdulkerim Efendi üzülmektedir. Rahatsızlık bulaşıcıdır. Gelen insanlara gelme diyemezsiniz. Gelince de onların rahatsız olmamaları için Allah’a dua eder; “Rabbim! Bizden başka kimse rahatsız, hasta olmasın.” Dua kabul olur, binlerce insan gelmesine rağmen kimsede bir hastalık vuku bulmaz. Fakat kendileri bu rahatsızlığın neticesinde 01.12.1950 yılında beka âlemine göç eder. Türbesi kendi köyü olan Kilinkar’da bulunmaktadır.  Rabbim şefaatlerine nail etsin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort