JoomlaLock.com All4Share.net

KILIÇSIZ FETHEDİLEN ÜLKELER

kılıçsız fethedilen ülkeler

Kılıçsız Fethedilen Ülkeler - İrfan AYDIN

Sayı : 112 - Nisan 2017

 

Kılıçsız Fethedilen Ülkeler

 

Salat ve Selam alemlere rahmet olarak gelen Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimizin, daha sonra diğer peygamberlerin , ehli beytin , ashab-ı kiramın , saadat-ı kiram efendilerimizin mübarek ruhlarına olsun. 

İslamın asrı saadetinde önce arap yarımadası daha sonra Suriye, Irak ve Mısır İslam topraklarına katılmıştı. İran ise zorlu savaşlar neticesinde Hz. Ömer devrinde İslam topraklarına katılıp Orta Asya ve Kafkaslara dayanılmıştı. Daha sonraki dönemlerde her gelen halife İslam topraklarını sürekli genişleterek devam etmiştir. Emeviler, Abbasiler, Selçuklu ve Osmanlı döneminde topraklar sürekli genişlemiş ve neticede Fas’tan Endonezya’ya kadar büyük bir coğrafyaya yayılmışlardı. Bu mirası devralan günümüz Müslümanları irili ufaklı çeşitli devlet ve topluluklar halinde dünyanın dört bir yanında yaşamaktadır. Nüfus olarak bir buçuk milyarı geçmiş bulunmaktadır. 

Bu gün İslam ülkesi olarak bilinen birçok ülke kılıç zoruyla değil, Müslüman tacirlerin ve mutasavvıfların örnek yaşantılarının başka dinlere bağlı hükümdar ve halkları etkilemesi sonucu İslamla şereflenmişlerdir. Kılıç zoruyla istemeye istemeye Müslüman olan bölgelerde derin tarihsel ve mezhepsel sorunların ortaya çıktığını görmekteyiz. İnsanlar kılıç yani zoru görünce islamı kabul ettiklerini söylemekle birlikte içlerine tam sindiremedikleri, gönül rızası ile benimsemedikleri bir dini bir türlü özümseyememektedirler. Bunun da tarihi süreç içerisinde dini ve siyasi sonuçları olmaktadır.

Hepimizin bildiği Müslüman tacirlerin örnek ticaret ve yaşamları uzakdoğuda bir çok hükümdarın ve onlara bağlı halkların Müslüman olmasına vesile olmuştur. Ticaretlerindeki dürüstlük ve yüksek ahlaki şahsiyetleri o bölge insanlarının dikkatini çekmiş ve bunun sebebini sorduklarında yüce İslam dininin buna vesile olduğunu anlamışlardı. Neticede kabile kabile islama girerek şereflenmişlerdi. 

İslamın peygemberimizin sohbetlerinde yetişmiş birinci nesli yani Ashab-ı Kiram hazeratı bu dini en iyi şekilde anlayıp engüzel şekilde hayatlarına tatbik etmeyi başarmışlardı. O örnek nesil, birinci nesil öyle bir noktaya gelmişti ki hayatlarından süfli olan her şeyi çıkartıp tamamen kuran-ı kerimle özdeşleşmişlerdi. Öyle ki adeta Kuran-ı Kerime zarf olmuşlardı. Sahabeyi kiramın o eşsiz fedası ve yaşanmışlığı olmasaydı dini mübin-i İslam bu günlere kadar gelemezdi. Dinin yaşanmışlığıdır bize miras kalan. Eğer o dönemde bu kadar fedakar bir toluluk ortaya çıkmış olmasaydı bu gün sahip olduğumuz İslam mirası bamabaşka bir mecrada olabilirdi. Nitekim bunu geçmiş peygamberlerin ümmetlerinde görmekteyiz. Rabbinle git beraber savaş diyen Musa(as) ümmeti, Daha 12 havari döneminde bozulmaya başlayan isa (as) ümmeti, 950 sene çalışıp bir avuç bağlıdan öteye geçmyen ve neticede tufana maruz kalan Nuh(as) ümmeti, ömrü byunca çalışıp sadece bir kşinin iman ettiği peygamber ümmetleri ve daha niceleri. Evet güzide nesil ashabın yaşanmışlığı bize en büyük mirastır. Allah(cc) hepsinden razı olsun.

Daha sonra gelen tabiin ve tebei tabiin dönemlerinde de islamı hayatlarına tam manasıyla tabik eden örnek şahsiyetler bu yolun bize kadar gelmesine vesile olmuşlardır. Sahabe-i kiramdan aldıkları İslam sancağını daha yükseklere koymak için üstün bir çaba sarf etmişlerdir. Eğer tabiin ve onlardan sonra gelen tebei tabiin döneminde bu örnek yaşanmışlık olmasaydı bizim elimizde ciddi bir miras olmazdı. Bu dönemde Akaidde, fıkıhta, hadiste, tasavvufta çok yüksek şahsiyetler ortaya çıkmış kıtalar aşmış, dünyanın dört bir yanına ulaşmış İslam ümmetine inin yaşanabilirliğini kolaylaştırmışlardır. Eğer bu dönemlerde ortaya çıkan büyük mezhep imamları, hadis alimleri, tasavvuf önderleri olmasaydıislam sadece arap yarımadsı ve civarında yaşanan bir din olarak kalırdı. Bu milyarlara ulaşan hacme ulaşması mümkün olmazdı. Dünyanındiğer taraflarında yaşayan insanlar islamdan mahrum kalmış olurlardı.

Hernesi üzerine düşen yapmaya çalışmış bayrağı bir sonraki nesile daha iyi bir şekilde ulaştırmaya çalışmıştır. Tabi bu bayrak yarışı tama anlamıyla hiç arıza yaşanmadan dört dörtlük geçmiş diyemeyiz. Sahabe döneminden başlayaraközellikle Emevi döneminde daha sonrada Abbasiler döneminde çeşitli problemler yaşanmıştır. Fakat bu yaşananlar asla gailpgelememiştir. En zor dönemlerde bile bu dini mübin-i islamı yaşayan ve yaşatan örnek şahsiyetler bulunmuştur. 

Bu gün bize düşen tarikimiz içerisinde az biryer tutan aykırı olay ve davranışları değil ana gövde olan Ehli Sünnet yaşanmışlığını örnek almaktır. Zaten tamamen sıkıntısız dört dörtlük olması eşyanın tabiatına aykırıdır. Vücudumuzda bile binlerce bakteri ve mikrop elan yaşamaktadır. Bunların vücudumuza bilmediğiz faydaları vardır. Mühim olan bu mikropların vücudumuza galebe çalmamasıdır. İslam tarihide böyledir. Yarısı dolu bir bardağa baktıklarında yarısı boş görenler tarihi değil gözlüklerini değiştirmelidirler. İnsan baktığında olumsuzluk görüyorsa kendini gözden geçirmelidir. Bu bütün meselelerde böyledir.

Daha islamın asrı saadetinden başlayarak Müslüman davetçiler islamı dünyanın dört bir yanına ulaştırmaya başlamışlardır. Burada en önemli husus yaşanmayan bir dinin yaşatılamamasıdır. Ashab-ı kiramdan itibaren islamın bu kadar hızlı yayılmasındaki en önemli etken davetçilerin hayatlarındaki üstün tatbik gücüdür. Adeta yürüyen Kur’an olan bu örnek insanlar, kendilerinden geçerek Peygamberimizden talim ettikleri yüksek ahlakı taşımışlardı. Buda karşı tarafta yüksek bir tahrip gücü oluşturmuş ve severek islama tabi olmuşlardı.

Şimdi islamın kılıçsız yayıldığı bölgelere örnekler vermeye çalışalım.

 

Hindistan

İslam’ın Hindistan’a girişi hemen hemen İslam’ın Arap yarımadasında yayılmaya başlamasına denk düşmektedir. Tarihçi Elliot ve Dowson’un “The History of India as told by its own Historians” adlı kitaplarında belirtildiği üzere ilk Müslüman Arap tüccarların 612 ya da 629 yıllarında güney Hindistan’daki Malabar bölgesine geldikleri söylenir.  O zamanın Chera krallığı Kralı Cheraman Perumal Bhaskara Ravi Varma’yı ziyaret eden Müslüman Araplar ona İslam’ı tebliğ etmişler ve hidayetine vesile olmuşlardır. Anlatılan ve efsane şekline getirilen hikayeye göre Kral Cheraman Ay’ın ikiye ayrılması mucizesine şahit olmuştur. Hemen iman ettikten sonra Hint Müslümanlarının ilk mescidi kurdukları söylenir. Şimdilerde bu mescit Cheraman Juma Masjid ismi ile Kerala’da Kodungallor bölgesinde bulunmaktadır. 629 yılında yapıldığı söylenen bu küçük mescidin buraya gelen ilk sahabelerden olan Malik bin Dinar tarafından yapıldığı söylenir. Yapılış tarihi kimi tarihçilere göre 612 kimilerine göre de 629’dur. Ayrıca Malik bin Dinar’ın adına şimdiki Kerala’nın Kannur Bölgesinin Maladiya bölgesinde başka bir mescit yaptırdığı da bilinmektedir. Bu mescitler bölgesinde Malik bin Dinar’ın neslinden gelen Malik bin Muhammed’in kabri bulunmaktadır. Malik bin Dinar’ın kabri ise Mangalore yakınlarındaki Kasaragod bölgesinde olduğu söylenir.

Tekrar Cheraman’a dönecek olursak, İslam’a giren Cheraman efendi Tacettin ismini alır ve Mekke’ye gider. Orada efendimiz (sav) ile görüşür. Son veda haccına katılır. Geri dönüşünde Umman’ın Salala bölgesinde bir fırtınada boğularak vefat eder. Şimdi “Hint Kral’ının Kabri” adında kabrinin burada bulunduğu biliniyor.

Bir diğer rivayet:

İslam’ın Hindistan’a ilk girmesi ile ilgili olarak anlatılan bir diğer hikâye, ilkine kıyasla zayıf olmakla beraber şöyledir:

Efendimiz (sav) zamanında Hindular astronomi ile çok ciddi ilgileniyorlardı. Ay’ın ikiye ayrılması olayı zuhur edince çok şaşırdılar. Muradabad kralı Ouwesingh bu mesele üzerinde 3 yıl çalışmış ve bir peygamberin Mekke’de zuhur ettiğin kanaat getirmiştir. Hemen veziri Rattansi’ye o zamanda Mekke’de bulunmayan 3 şey Supari, Suri ve Camarband vererek Mekke’ye göndermiştir. Kral, Rattansi’ye efendimizin elindeki şeyleri göstermeden bilmesi halinde O’na biat etmesi ve anlattıklarını öğrenip buraya gelmesini ister. Mekkeye gelen Rattansi’yi efendimizin (sav) emri ile Hazreti Ali karşılar ve 3 gün misafir etmesini söyler. Efendimizle görüşmek istediğini söyleyen Rattansi’ye efendimiz o 3 şeyi getirmesini söyler. Bunun üzerine Rattansi biat eder. 5 yıl Medine’de kalır. 5 yıl sonra Hindistan’a geri gitmek ister. Efendimizden bir sahabesini de kendisi ile birlikte Hindistan’a gönderip burada İslam’ı yaymalarını ister. Efendimiz onun yanına Ebu Zer El Gaffari’yi verir. Böylelikle İslam Hindistan’a girmiş olur.

Her ne kadar tarih kitapları referans alınsa da bu kadar büyük bir coğrafyada bütün tarihe yazılı olarak ulaşmak mümkün değildir. Sind’e 900’lü yıllar başında gelen Muhammed Bin Kasım’dan önce Arap tüccarların Güney Hindistan’a gelmeleri çok normaldir. Çünkü deniz ticaretinde zaten çok iyi olan, Endonezya, Seylan (Sri Lanka) ve Malezya’ya ticaret yapan Arapların 600-900 arasında Hindistan’a uğramamaları düşünülemez.

 

Afrika

Afrikaya İslam bilindiği üzere Medine’den önce Habeşista’na yapılan hicret ile ulaşmıştır. Peygamber efendimiz(sav) ashab-ı kiramdan bir kısım Müslümanları Habeşistan’a göndermiş ve İslam kara Afrika’ya böylece girmiştir. Oradan da zamanla bütün Afrika’ya yayılmıştır. Hz. Ömer (ra) devrinde ise Mısır’a girmiş ve daha sonra kuzey Afrika’ya oradan da İspanya’ya kadar yayıldı.

 

Anadolu

Anadolu’ya İslam Hz. Ömer(ra) devrinde Antakya civarına gelmiş ve daha sonraki Emevi ve Abbasi dönemlerinde Urfa, Malatya, Erzurum civarına gelmiştir. İstanbul’a kadar fetih hareketleri olduysa da Anadolunun İslamlaşması Selçuklu ve daha sonra da Osmanlı döneminde tam olarak gerçekleşmiştir. Alparslan’dan önce ve devamında anadoluya yerleşen Anadolu erenleri denilen hak adamları bölge halkının islama karşı gönüllerinin ısınmasına vesile olmuştur. Ardından gelen Selçuklu İslam orduları endilerini kolayca kabul eden biryöre halkı bulmuşlardır. Böylece sadece kılıç zoruyla çok uzun zaman sürecek fetih daha kısa zamanda oturmuştur.

Bu gün dünyanın dört bir tarafına yayılmış İslam mirası zannedildiği üzere kudretli hükümdar ve komutanlar sayesinde değil, gönüllü çalışmış gönülleri fethetmiş gönül insanları sayesinde olmuştur. Elbette ordular bir çok memleketi fethetmiş fakat İslamın kalplere yerleşmesi Anadolu erenleri örneğinde olduğu gibi Allah(cc) adamlarının sayesinde olmuştur. O Allah adamlarının yetiştirdiği hak erenleri halkın islamı gönülden benimsemesine ve İslami umdelerin hayatlarına tatbikinde büyük rol oynamışlardır. Böyle insanların yetişmediği veya ulaşamadığı memleketlerin halkları bu gün dahi İslami yaşantılarında yüzeysel olarak folklorik olarak almışlardır. Bu gün dahi islamın yaşanmasında en önemli unsur islamı tam olarak yaşayan gönül adamlarıdır. Günümüzde yaşadığımız yozlaşmanın en önemli sebebi de böyle insanların azlığıdır.

 

Yazar: İrfan AYDIN

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort