JoomlaLock.com All4Share.net

LEYLÂ’YI MECNÛN’DAN DİNLEMEK

DEDİLER…

Âşık, maşûkun sırrına vakıf olunca dert üstüne dert ile karşılaşmış. Hicranı vuslattan sonra bulmuş. Âşık şaşırıp kalmış. Üstelik aşığa geri dönemeyeceği yere geldiği söylenmiş. Geldiği yer yoklukmuş. Karşılığı olmayan bedele varmış. Derdini anlatacağı insanı arasa o insan bu yükle ne yapar diye düşünüp durmuş.
Âşık yanmış, nedenini anlatamamış. Âşık coşkuyla yârini anlatmış durmuş. Yangınının nedeni firakmış, diyememiş. Yüzü gülmüş, gönlü kanamış.
Maşuk heybetiyle aşığı ezip geçerken haberi bile olmamış. Âşık maşukun sadece kendisinin olduğu yere varmış. Bitmiş. Her şey bitmiş. Dert, derman, vuslat, hicran bitmiş. Olanı söyleyememiş. Gönüle cennet diyenleri aramış durmuş. Gördüğü mü yanlış, söylenenler mi, şaşırmış kalmış.
Âşık anlamış ki âşıklığın sonucu meğerse maşuk olmak değilmiş. Sadece maşukun eğlencesi olmakmış. Maşuk öyle yüceymiş ki, kendini paylaşmayı bile eğlenceye verirmiş. Maşukun kendini açması, feda etmesi demekmiş. Âşık, kendinin var edilme sebebini öğrenince açılan yarayı kapamayacağını anlamış. Feryadı, iniltisi, çığlığı, cilvesi kendi gözüküyorsa kimin gizlendiğini anladığından kaynaklanmış.

…OLDU

Âşık bir yüzde kâinatı gördü, kâinatı yapanı gördü, hayrette kaldı, şaşırdı. Görmesine daha çok şaşırdı. İnanırdı güzelin yüzündeki çekicilikte her şey görünebilir diye fakat kendisinin görmesi bozdu onu. Kendisine nimetin açılmasına, iman etmesi gerektiğini anladı. Yoksa nimetin büyüklüğüne inanıyordu. Nimete inanmak yeterli değildi. Yaratıcısının büyüklüğü,  şaheserliği tabii ki kabul görmeliydi fakat kendi hakirliğine bu muhteşemliğinin açılması… Hayret, imanın şaşırması değil mi?
Gül dedi sevgiliye, kendi bülbül oldu. Leyla dedi, Mecnun oldu. Musa dedi, Hızır oldu. Allah dedi, Muhammed oldu (sav). Bir baktı ki parmakları arasından suları akıtan muhteşem güzellik meğerse aşkı da gönlünden akıtıyormuş. Kim kimi severse Âlemlerin Sevgilisi’nden rızıklanır olmuş. “İnsanlar sureten O’na benzerler diye Mevla rızıklarını verir.” buyurmuş büyükler de ne güzel buyurmuşlar.
İlaha karşı put ne kadar yavansa, sahteyse varlığının Allah’a karşı öyle olduğunu gördü âşık. Aşk her şeyin aslını ona gösterir oldu. Her şeyin aslını Hakk’ın katından aldığını gördü. Nispetin, eşyanın Hakk’a nispeti olduğunu anladı.
Başı dönmeye başladı sevgilinin etrafındaki tavafından. Başı döndükçe bildiği gerçeğin değiştiğini gördü. Korktu. Gerçek değişir mi hiç, diye kendine sordu durdu. Haşyeti anladı. O’nun tesirinin sarhoşluğu, insanın gerçeği olduğu gibi algılamasını engelleyebiliyordu. Demek ki haşyet O’nun tesiriydi. O’nun huzurunda bir edepsizliğe, yersizliğe neden olabildiğinden ötürüydü. O’nunla beraberlik, O’nu tanıtıyordu. Bir nevi sarhoşluktu bu. Küçümsenen aklın, sevgiliyle, sevgilinin istediği gibi yaşamaya yaradığını anladığında her şeyin sevgiliyle ilişkide yerine oturduğunu gördü. Sevgili dairenin merkez notası, ilişki yarıçaptı.
Öğrenmek O’nu dinlemek, hizmet O’nunla yürümek, himmetin O’nun gayretini görmek olduğunu hissetti. Sırat el-müstâkim O’nun gittiği yöndü, hidayet rotası.
Bıçak kesmenin aracı, ateş yakmanın, virüs hastalığın… Her sebep mananın taşıyıcısı dedi âşık. Sonra düşündü, insan neyin taşıyıcısı? Düşünmek sevgiliden gönle ilhamın düşmesiydi. Gönlüne “İnsan, Hak taşıyıcısıdır.” gerçeği düştü. İnsan imanın, aşkın zuhurudur, görünür hale gelmesidir. Âşık sevgilideki cazibeyi yavaş  yavaş anlamaya başladı. Gerçi pek de umrunda değildi. O sevgiliyle beraberliğe bakıyordu fakat sevgili bunu yeterli görmedi. “Sevmek tanımayı getirmeli.” buyurdu.
Âşık ölmek diledi yolunda maşukun. Maşuk; “Yaşa, yaşat.” buyurdu. Âşık zevk ile sefa sürmek diledi, maşuk; “Cevr ü cefa sermayen.” buyurdu. Maşuku için ne yapmak diledi ise âşık, “Bizim isteğimiz sensin.” buyurdu maşuk. “Senin hiçbir isteğin, sen istediğin için kabul göremez, hepsi doğru bile olsa.” buyurdu maşuk. “Ancak ben takdir edersem olur.” buyurdu.
Din, arkadaşlık teklifi geldi aşığa, maşuk tarafından. “Dostlarının Hak ile arkadaş olmak için makama ihtiyacı  yoktur.” ifadesini duyunca neşenin, şevkin nasıl bir duygu olduğunu anladı. Âşık şevkin, maşukun kendini iradesiyle açma/paylaşma arzusu olduğunu bildiğinde, şevk minnete dönüştü. Zevk fakriyette belirdi. Kendi yokluk sıfatlarında sevgilinin varlığı belirmeye başladı. Ne şaşılacak işti bu! Yıllarca sevgiliyi yabanda arayıp durmuştu. Kendine baktı, maşuku izledi durdu.
Maşuk, anlayışında karşısına çıktığında âşık şaşırıp kaldı. Yaratılan, Yaratanı yaratılanda buldu.
Âşığa dendi ki;“ Varlığın yararı onu kaybetmenin acısıyla pişmendir. Varlığının yok olması gerçek varlığa firarını sağlar. Varlık  erimesiyle maşuka vardırır seni.”
Varlık meğerse öç alma yeriydi. Kaçış mekânıydı. Allah kuluna, kulunun bile kabul edemeyeceği özellikler, özgürlükler verdi.
Kendisine verilen imkânlar O’nun arzusuna takılıyor sadece. Her şey yapılabilir fakat O’nun arzulamadığını yapmak ihanettir. O sana her şeyi verir, sen de sadece O’nu arzular durursun.

OLUR...

Maşuk âşığı sevdiğinden her şeyini üzerine alır. Maşuğun nazarı, âşığın suçlarına da değer. Âşığın derde duçar olması, sevgilinin nazarının suçlarına değmesindendir. Sevgi, âşığın fiillerini âşıktan ayırmaz. Allah severse mağfiret eder. Mağfiret suçlara karşılık gelir. Maşuktan mağfiret, âşıkta yara açar. Bu yara, maşukun sarma kudretinden ötürü âşıktaki ezilme duygusundadır. Sevgi, her şeyi kapsamayı gerektirir. Maşuk âşığı ihata eder. Âşık ise beşerdir. Suçlarla malûldür. Maşuk, âşığa sevgisinin nasıllığını, iyiyi ve kötüyü kapsamasıyla gösterir. Maşukun suçlara nazarı, âşığın derdi olur.
Maşuka ait ne varsa âşığın sevgi alanını oluşturur. O’nun adına sevmek ibadeti, O’nun yanında birini sevmesi şirkidir. Âşık maşukun muhitine de âşık olur. Çünkü maşukla ancak tenezzül ettiği, tecelli ettiği yerde karşılaşılır.
Hazreti Musa Rabbini görmek istediğinde Cenabı Hak; “Beni bana bakarak göremezsin, dağa tecelli edeceğim, dağa bak.” buyurdu. Dağ tuz buz olduğunda Musa’nın aklı kalktı gördüğü karşısında. Yani beni bulmak, görmek isteyen tecelli ettiğim yere baksın. Âşığın maşukunu bulduğu yerler fanidir. Âşık maşukunu gördüğü yere can evini açar. Fakat maşukun dışındaki her şey fanidir. Geçicidir. Maşuk âşıkla kendi muhitinin arasını gün gelir ayırır. Âşık can evinden yaralanır. Can evinden yaralanma sebebi, maşukunu bulduğu yerin yitirilmesidir. Buna firak denir. Yoksa maşuk her zaman aynı yakınlıktadır. Firak, maşuka değil müşahede yerine olan uzaklaşmadır. Âşığın firakının sebebi maşukun izlerinin yitirilmesidir.
Maşuk, âşığın bütün varını teker teker alır. Çünkü âşığın kendisine firar etmesi, etrafının çaresizliğini, yitmesini, gitmesini görmesiyle daha kolay olur. Elindekileri alır, sana düşman eyler; sonra bana firar et, buyurur. Kopyalı, tüyolu imtihan. Hak etrafını boşaltıyorsa bil ki seni kendine davet ediyor demektir.
Maşuk, âşığa duyduğu arzu ve sevgisinin şiddetiyle onu öyle sarar ki, âşığın âşık olmaya bile imkânı kalmaz. Buna benliğin esareti denir. Âşık kendisini bilebilecek bir an dahi nefes alamaz. Esareti ilginin yoğunluğundan, sevginin taşmasından olunca, âşık maşukun birliğini bilecek vakti bulamaz. Maşukun heybetli iradesi, âşıkta hal bırakmaz, mecal bırakmaz. “La havle ve la kuvvete illa billâh” ne demek anlar âşık. Geriye sadece şuuru kalmış, iradesi iptal olmuştur. Şuuru da sadece olup biteni izlemesine yarar. Maşukun heybetli iradesi âşığı her şeyi terk etme abidesi yapar.
Dirlik elden gider. Dosta göç etmeye yarar dirliğin elden gitmesi. Ne verirlerse geri vermen için verirler. Yenisini alırsın böylece. Verileni isterler ki verenle ilişkin devam etsin. Verilenler hep eceli gelince alınacak firak sebepleridir. Âşık eline, gönlüne ne verilmişse gideceğini bildiğinden verene şükrünü sunmak için ilgilenir olur verilenlerle.
Âşık yanar kimseye söyleyemez, yanar tütemez. Mahremiyet yakıcı ateştir; yabana, ele haramdır. Sevgilinin muamelesini ele vermeye; elin, sevgilinin muamelesini görmesine izin veremez. Fakat bu muamele âşığı baştan ayağa eritir. Bülbül olur gülün elinden; ötemez. Maşukun yanındadır. Vuslat hâsıl olmuştur. Maşukun sonsuzluğu, vuslatı özleme dönüştürür. Sevgilinin yanında sevgiliyi özler durur.
“Maşuk göğüste tek kalp var, o da benim nazargâhımdır. Kalp bana aittir.” buyurarak âşığı gönülsüz bırakır. Âşık, Allah’ın gönlüne göre hareket etme alanıdır. “Derviş gönülsüz gerek” boşuna mı söylenmiştir. Âşığın gülşeninde gül, gölünde su kalmaz. Fatiha hastalıklara şifadır. Âşığa gelince hastalığının sebebidir.
Sığınağında sığınacak kimse kalmamışken, huzur evi tarumar olmuşken; maşuk, âşığın başına halkı üşüştürür, peşine münkiri düşürür. Maşuk âşıktan ne ister bilinmez.
Hem elindekileri alır hem de hüznüyle âşığın yalnız kalmasına izin vermez. Etrafını sardırır durur. Hem de kimlerle?
Bunlar olup biterken maşuk âşığın haline, ağlamasına bakmaz. İradesini yerine getirir. Maşuka ait olmak her şeyin başa gelmesi demektir. Tuzsuz taş yalama yoludur bu yol.
Maşuk âşığın her şeyini almakla yetinmez her şeyi de başına üşüştürür. Hem yoklukla hem çoklukla dener de dener.
Âşık başına gelenlerden bitap düşer, erir, inler derinlerden fakat şikâyeti yoktur. Niyazı vardır.
Maşuktan yardımını talep eder. Talep etmesinin nedeni yine maşukun arzularını yerine getirmek içindir.

BİZE NE DÜŞER?

Âşıkla maşukun seyri bu izlerle, görgülerle, rivayetlerle ne kadar anlatılabilir ki?
Bizlere âşıkla maşuku baş başa bırakmak düşer. Âşıkla maşukun arasına girilmez, girilemez. Bize dedikodulardan kurtulup, maşukun âşığının peşine düşüp, izinde gitmek düşer.
Âşığın  dertleri bize derman, âşığın cefasının neticesi bize sefa olur. Âşık insanlığı maşuka taşıyan Sefine-i Nuh’tur. Nefes-i Rahman’dır. Varis-i Muhammed’dir.
Sevgililer sevgilisi buyurmuşlar ki; “İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi yaşamaktır.”
Abdulkadir Geylani de demiştir ki; “Allah âşığını gören Allah’ı görmüş gibidir.”

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort