JoomlaLock.com All4Share.net

MAARİF DAVAMIZ

maarif dacvamız

Maarif Davamız - Abdülkadir Visâli

Sayı : 105 - Eylül 2016

 

Maarif Davamız

 

Maarif davası ilk insan, dolaysıyla kâinat var oldu olalı en mühim meselemiz olmuştur. Mademki bu dünyaya bir bilgi, hakikat arayışı için gönderildik şu halde bunu mükemmelen yerine getirme gayreti içerisinde de olmamız gerekir. 

Sözün başında hemen belirtmek gerekir ki kadim geleneğimizde geniş bir muhtevayı içerisinde barındıran maarif kelimesi ile bugünkü dar kalıbın sığ ifadesi olan eğitim kelimesini birbirinin yerine kullanılırken dikkat etmeliyiz. Belki pratikte, günlük hayatta birbirlerinin yerine rahatça kullanılsa da aslında ikisinin arasında serâ ile süreyyâ kadar fark vardır. 

Bu kavramların üzerinde durulması ve aslına uygun, en doğru şekilde içlerinin doldurulmasının gerekliliği bugünlerde daha anlaşılır hale geldi herhalde. Ülkemizde son zamanlarda yaşadığımız hadiseler ve dünya üzerinde özellikle de mazlum milletler üzerinde oynanan oyunlar hep eğitimli(!), okumuş yazmış hatta alanlarında uzmanlaşmış kimselerin eliyle yapılmakta. Yani bu insanlara bakıldığında, kaba tabiriyle söylemek gerekirse, okumanın sadece cahilliklerini aldığı, içlerindeki bütün hayvani dürtülerin ise onları her türlü melanete sevk ettiği aşikâr. Hâlbuki kendi elleri ile belirledikleri müfredatları, onları yine kendi belirledikleri ölçülere göre medenileştirecek ve olunması gereken seviyeye çıkarıp ideal insan haline getirecekti. Ama gelinen noktada bir şeylerin eksik olduğu, daha doğru ifadesiyle temelden yoksun bu çürük yapının insanlığa ve içerisinde bulunduğumuz zamana ve dünya üzerindeki canlılara zerre kadar faide vermediği gün gibi ortada.

İşte burası meselenin çözüldüğü nokta. Eğitim denilen olgu insanların kendi kıstasları ile oluşturdukları bir takım merhalelerin geride bırakılmasıyla ulaşılması gereken hedeflere varmak olarak tanımlanabilecekken; maarif ise esas unsurları Hâlıkımız tarafından belirlenmiş, onun rızası doğrultusunda ve belli rehberlerin eşliğinde yürünen bir yolun neticesinde başta cemalullah ve rızaullah olmak üzere müjdelenilen nimetlere kavuşmanın adıdır. Yani birisinin (eğitimin) üzerinde yaratılmış/insanoğlu sınırları belirleyici olurken diğerinde ise (maarif) her türlü tasarruf yegâne Yaratıcı Rabbimize aittir. 

Son zamanlarda ülkemizde en yetkili makamlar tarafından dillendirilen bir şey var; devlet kurumlarında atılacak her türlü adım “milli ve yerli” olmalı diye. Bu ifade, öyle inanıyoruz ki, her meselede öze dönüş için dillendirilen bir parola gibi. Bu parolayı herkes ilgi ve sorumluluk alanına göre çözümleyebilir. Biz hadiseyi İslami değerler ve ümmetin geleceği açısından şöyle okumaya gayret ediyoruz: Millilik/millet başka bir deyişle aidiyet İslam ıstılahındaki karşılığıyla dinin remzi; yerlilik ise İslam’ın esas unsurlarına aykırılık teşkil etmeyen meşru örf, adet, anane… 

Bu “milli ve yerli” oluş harekâtının her şeyden evvel ivedilikle bugünkü adıyla “Milli Eğitim Bakanlığı” kadim geleneğimizde ise “Maarif Vekâleti” olarak isimlendirilen kurumda uygulanması gerektiği memleketimizdeki her aklıselim vatandaş tarafından tespit edilen bir husustur. Çünkü insan tedrisi/eğitimi kâinattaki en mühim mesele… Gerek Türkiye’de, gerek diğer Bilad-i İslamiyye’de, gerekse de bütün dünyada düzelmesi gereken her şey insan düzeldikçe düzelecek, geliştikçe gelişecektir. 

Mesele İslamiyet’le doğrudan ilgili hale gelince tabi ki her şeyden evvel bu sahanın otoritelerinin söyledikleri ve söyleyecekleri birinci dereceden etkili hale gelir. O zaman bu “milli ve yerli” duruşun, kendisini dünyanın âlâyişinden, oyun ve eğlencesinden kurtarmış “milli ve yerli” müderrislere, muallimlere, danışmanlara ihtiyacı var hiç şüphesiz. Şu halde bir adım daha da geriye gitmemiz gerekir. Eğer yarın yetişecek nesillerden millet ve ümmet adına ümit var olmak istiyorsak o zaman hep yarını bekleyerek, sadece yarınları planlayarak oturduğumuz yerden ahkâm kesmemeliyiz. Yarının kadrolarını yetiştirecek insanların bugün aramızda var olduğunu unutmamalıyız. Ve bugün “Beni Rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti.” sırrına ermiş, Rabbi tarafından terbiye edilmiş kâmil insanlar eliyle bu insanların içindeki cevherlerin açığa çıkacağı/çıkarılması gerekliliği bir realitedir. 

Bu işe evvela kelimelerin, meselenin esasına tesiri bilinciyle başlamak gerekir. Eğitim işinin kâinattaki her canlıya bir takım davranış şekilleri kazandırmaktan ibaret olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Hâlbuki Kur’ân-ı Kerim’deki ilim kelimesinin muhtevasında barındırdığı esas manası; dünyaya gönderiliş gayemizden, bir başka ifade ile Rabbimiz’in üzerimizdeki muradından yola çıkarak Allahımız’ı bilmek, bulmak ve olmak olarak tarif edilebilir. Yani hepimizin öncelikli olarak sahip olması gereken, üzerimize farzı ayn olan ilim, bizi Allah’a götürecek ilimdir. Diğerlerinin hepsi bizi bu gayeye yaklaştırdığı ölçüde meşru, bir önceki cümlede söylediğimize oranla farzı kifaye sayılabilir. Bunun da tabi en baştan en sona doğru derece derece olduğu da bir hakikattir. İşte irfan bu ilmi ahzetmenin genel adıdır. Yani merkezde Hakk’ın insan terbiyesindeki muradı ve neticesinde de terbiye edilmiş insandan duyduğu rızanın olduğu serüvene ilim/irfan; bunun programlı, müesseseleşmiş haline de maarif denilir. Yukarıda eğitimin canlılara davranış biçimi kazandırma olduğunu söylemiştik; maarif için de kısaca insanı yetiştirme/olgunlaştırma ameliyesidir, diyebiliriz. Buradaki yetişme ve olgunlaşmadan kastımız ise evvela dini terakki daha sonra ise dünyevi kriterlerdir. Çünkü insan için temelde sahih/doğru kaynaklardan öğrenilmiş bir din ile onun gereği olan salih amel ve güzel ahlak olmazsa; açıkça söylemek gerekir ki adına medeniyyet denilen hiçbir nazik tavır, insancıl düşünce ve davranış, failine bir faide sağlamayacaktır.

Aslında hiçbir şekilde ırk, dil ve coğrafya ayrımına gitmeden kendisini tek millet sayan İslam âlemi maarif geleneğini özümsediği vakit neler yapabileceğini tüm dünyaya asırlarca ispat etmiştir. Bu söylediğimizin nice şanlı örnekleri kadim İslam geleneğinde mevcuttur. Dolayısıyla yönümüzü Allah’a dönerek, evvela İslami bir kimlik kazandıktan sonra bütün nakli ve fenni ilimlerde dünyaya rehber olabileceğimiz söylemi -hâşâ- bir ütopyadan ibaret değildir. Tam aksine, merkezinde din bulunan, Allah ve ahiret inancı ile işlerin yürütüldüğü sistemden kopup uzaklaştıkça geldiğimiz nokta ortadadır. Dün medeni kanun, borçlar hukuku, ceza hukuku, şu hukuku, bu hukuku diyerek kapısını çaldığımız batıdan/batıldan; bugün de kendi icracı kanunlarımız için Kopenhag kriterleri, bilmem AB uyum yasaları adı altında sürekli akıl almaktayız. Üstelik bu takındığımız zillet tavrı nedense bizi rahatsız da etmemekte. Hâlbuki Allah’ın Kitabı esas alınarak Aziz olan Rabbimiz’in önünde izzetimizi kazanmak ve bütün dünyaya bu izzetten istifade etme imkânı sunmaktı bizim vazifemiz. Zaten böyle de oldu. Dünya bugün pozitif sahadaki birçok ilmin menşeini marifeti elde etmiş, mümin ve muvahhid ilim adamlarından elde etmiştir. 

Bugün birileri bu anlayışımızdan, değerlendirmemizden hareketle bizi eğitim/maarif meselesini asıl mecraından çıkarmakla, hatta mürtecilikle bile itham edebilir. Hâlbuki inanan insanlar olarak bizler ahiret itikadı ile hareket etmeye çalışıyoruz. Yani geleceğine inandığımız, hesap vereceğimize iman ettiğimiz, neticesinde de cennette ya da cehennemde ebediyyen kalmayı hak edeceğimize inandığımız bir güne muhakkak kavuşacağımıza iman getiriyoruz. Dolayısıyla ileride gelecek şeyler için bugünden hazırlık yapıyoruz. Filhakika gerici olmak şöyle dursun, tam da ilerici insanlarız aslında. Onun için diyoruz ki ekseninin İslami bir çizgiden oluştuğu, her şeyden evvel müslüman bir kişilik oluşturma hedefinde ve Allah’ın rızası amaçlı bir müfredat olmalı. İnsanlar iyi bir müslüman olduktan sonra doktor, öğretmen, esnaf, memur, işçi vs. olmalı. 

Hâce Hazretleri (ksa) buyurdular ki; “İnsan evvela kâmil mümin ve olgun insan olmak için halk edilmiştir.” Abartmadan ifade ediyoruz ki bu buyruk “maarif davasının” yani yeniden inşa edilen, hatta ivedilikle edilmesi gereken “insanı ve insanlığı ihya etme” hareketinin menşei/çıkış noktası olmalı. Çünkü Âdem’den (as) bugüne sahip olduğumuz vahiy kaynaklı tecrübemiz bize hakka’l-yakin bildirmektedir ki imanı olgunlaşmamış, daha amiyane ifadesiyle Allah’la arayı düzeltememiş kimse; Allah’a apaçık düşman olduğu nass ile sabit olan nefs ve şeytan ile kol kola olacağından dünyalık olarak eline ne geçerse geçsin, nerede bulunursa bulunsun bunu hem kendi aleyhine hem de insanlık aleyhine muhakkak kullanacaktır. 

Başka bir ifade ile insanların ellerine makam, mevki, meslek, imkân ne geçerse geçsin görünüşte bunların vatanın, milletin, ümmetin lehine bir nimet olarak değerlendirilmesi gerekirken bu terakkiden mahrum olmuş insanların elinde bu saydıklarımız nikmet olur ve bu pozisyonu işgal eden, kendi aleyhine de olduğunun farkında varmadan bunu dinin de dünyanın da aleyhine kullanır.

Sonuç olarak şunu ifade edelim ki devlet büyüklerimizin ifadelerindeki, vatandaşın beklentisindeki, İslami kesimin özlemindeki “öze dönüş”, “milli ve yerli oluş” ancak ve ancak İslami referanslarla mümkündür. Aksi halde ne yapılırsa yapılsın, istenilen kalitede/düzeyde bir verim almak mümkün değildir. Nitekim söylem olarak çokça zikredilmiş olmasına rağmen memleketimizde on beş yıldır eğitim/öğretim sahasında elle tutulur, gözle görünür bir netice de elde edilememiştir. Çünkü bugüne kadar ellerinde imkân olanlarımız -hüsnü zannımızla öyle değerlendiriyoruz ki- içlerinde var olmasına rağmen bir takım çekinceler yüzünden hep bu meseleyi göz ardı etmişlerdir. 

Hâlbuki müminler Allah’a sığınmalı, gereken adımları atmalı idi. Eğer gerek siyasi, gerekse şartların olgunlaşmaması gibi bir takım şartlar öne sürülerek ertelene ertelene başımıza ne belalar geliyor. Açıkça söylemek gerekir ki eğer düzgün bir İslami eğitim verilse idi; yani maarif temelli, irfan geleneğinden hareketle insan yetiştirilmeye gayret edilse idi bunlarla karşı karşıya kalınmazdı. Çünkü bu gelenekten yetişen insanlar, madde ile manayı birbirinden ayırmayan terazinin her iki kefesini de dengede tutmaya çalışan kimselerdir. Çünkü ruhun gelişmesi ancak bu mana ile mümkündür. Ruh gelişirse insan her türlü hayrı gerek dünyevi gerek uhrevi, gerek İslami gerek fenni bütün ilimleri elde etmeye müsait hale gelir. 

Cenabı Hak bizi dünyevi ve uhrevi bütün hayırlarla bereketlendirsin. İrfana erişmeyi cümlemize ikram eylesin. İrfan bilinci yetişmiş nesillerin başta İslam âlemi olmak üzere bütün dünyaya huzur ve saadeti dünya gözüyle bir an bile olsa görebilmeyi nasip eylesin.

 

Yazar: Abdülkadir VİSÂLİ

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort