JoomlaLock.com All4Share.net

MEZHEB BİLİNCİMİZ -2-

E- İCMÂ’I KABUL ETMEYEN, EHL-İ SÜNNET’TEN ÇIKAR MI?                

Ehl-i sünnet, kaynakların tümünde ittifak hâlindedir. İtikadî konularda, zannî delillere yer verilmemiştir. Fıkhî alanda dayandıkları esaslar birdir; ancak deliller noktasında görüş ayrılıkları söz konusu olmuştur.

Bir fırkanın ya da bir kişinin sapık kabul edilmesinin belli başlı temel şartı; Kur’ân’a, hadîse, icmâya ve kıyâsa aykırı olarak inanması ve amel etmesidir. Kendi görüşü ile veya herhangi bir beşerî görüşle Kur’ân ve hadise iltifat etmeden ortaya çıkmasıdır. Bu sebepledir ki, ehl-i sünnet kalmak için Kitab’a, mütevâtir sünnete, icmâya, şûrânın görüşüne, Kur’ân ve hadîste otorite ve birinci sınıf âlim olan müctehidlerin kıyâslarına bağlı kalmak şarttır.1

İcmâ, bir asırda yaşayan bütün ehliyetli (bid’atçı ve fıskı âşikâr olmayan, takvâ sahibi) âlimlerin bir hüküm üzerinde ittifak etmeleridir.2  Bu nitelikteki müctehidlerin ayrı ayrı yaptıkları ictihâdlarla icmâ hâsıl olur. Böylece İslâm toplumunun zihnî inşâ sadedinde ana gövdesi belirlenir. İcmâ’ı reddeden, icmâ dışındaki hükümlere inanan, ictihâdı benimsemeyen, ehl-i sünnet olmaktan çıkar. Çünkü müctehid olmayan sıradan insanların, müctehidin ictihâdına göre amel etmeleri vâciptir. Buna inanmak, ehl-i sünnet olmanın gereğidir.3  Âmidî’nin (ö.631), icmâ-’ın hüccet olduğunu kabul eden çoğunluğu “ehl-i hak” olarak nitelendirmesi4  dikkat çekicidir. İcmâ’ı reddedenler sadece ehl-i sünnet olmaktan çıkar, ama böyleleri tekfîr (küfre nisbet) edilmezler.5  Fakat bu, özellikle sahabenin icmâ’ı olursa, bu nitelikteki bir icmâ’ı inkâr eden küfre girer. Çünkü sahabenin icmâ’ı, âyet ve mütevatir haber durumunda olup hüküm bağlamında kesinlik ifade eder.6  İcmâ-ı sarîh/kat’î için de durum aynıdır diyen âlimler de mevcuttur.7

F- MÜSLÜMAN OLMAK İÇİN EHL-İ SÜNNET OLMAK MI LAZIMDIR?            

Mes’eleye bireysel olarak bakarsak, Müslüman olmak için ehl-i sünnet olmak şart değildir. Kendilerine ehl-i bid’at denilen mezheplerin çoğunun mensupları Müslümandır; çünkü ehl-i sünnet, karşısında yer alan mezheplerin tümünü küfürde görmemekte, hatta bazılarını ehl-i sünnet Müslümanlığına oldukça yakın telâkki etmektedirler. Meselâ, Şiî-Ca’ferî, Şiî-Zeydî olan kimseler -bu mezhep ler sünnî olmadıkları hâlde- Müslümandırlar. Bid’at mezheplerinin bir kısmı küfre düşmüştür. Eğer fert küfrü gerektiren görüşlerden birini benimsemişse, o zaman küfründen bahsedilebilir. Kâfir olmadığı hâlde sünnî olmayan kişilerin tamamı bid’at ve dalâlet içindedirler. Eğer bir fert, ismen Şiî veya Hâricî olduğu hâlde, itikadı içinde ehl-i sünnet prensiplerine aykırı hiç bir unsur yoksa kendisine bid’at ve sapıklık içinde olduğu söylenemez, yalnızca mezhebinin adını değiştirmesi tavsiye olunur. Bunun gibi bir fert, ismen sünnî olduğu hâlde, itikadı içinde küfür ve sapıklık varsa, ona da “Sen hak üzeresin!” denilemez. Böylesine, mezhebinin adını değiştirmesi değil, inanç ve düşüncesini sünnî prensiplere uydurması tavsiye olunur.8         

Bunun gibi, modern dünyamızda “Kur-’ân ve Sünnet” doğrularıyla çatışan bir yaşantı tarzına rıza göstererek “Allâh bugünümüzü aratmasın!” diyen, kendi hevâ ve hevesleri doğrultusunda sekülerist bir dünya görüşünü benimseyerek Müslümanlığı sulandırmaya ya da laçkalaştırmaya çalışan,  ama hâlâ sünnî olmaktan dem vuran fert ve toplumların, ehl-i sünnet olmaları şöyle dursun, önce Müslüman olup olmamaları noktasında itikadlarını gözden geçirmeleri gerekir. Böyleleri için Saîd b. Cübeyr’in (95/714) şu sözü ne kadar ilginçtir: “Benim için tam anlamıyla fâsık bir sünnî ile dostluk, ibâdetlerine düşkün, ama bid’atçi olan biriyle dostluk tan daha iyidir.9”

Netice olarak, ehl-i sünnet, Müslüman olmanın değil, İslâmî kalmanın ölçüsü ve kendisi olmuştur. Buna paralel olarak da sünnîlik, “Kur’ân ve Sünnet” dışında ayrı bir inanç sistemi değildir, olmamıştır da.10

“Ehl-i Bid’at”ın Durumu:        

Sırf akla dayanarak nassları münakaşa konusu hâline getirmenin ve onları akl-ı selîmi tatmin etmeyen bir kısım peşin kabullerden hareketle keyfî (sübjektif) yorumlamanın ve delilleri yeterince kullanmamanın adına bid’at, bu yolda yürüyenlere de ehl-i bid’at denilmektedir. İslâm medeniyetinde ilk felsefî hareket de ehl-i bid’at içinden doğmuştur.11  
Ehl-i bid’at’ın dayanakları, Resûlullâh’ın (as)  getirdiği dînî hükümleri kendi yanlış görüş ve arzularına göre anlamak ve yorumlamak esasına dayanır. Bu sebeple bid’at ehli için ehl-i ehvâ, mübtedia ve fırak-ı dâlle12 tâbirleri de kullanılmıştır. Ehl-i bid-’at görüşünde olanlar, bir mes’elenin nasıl olduğunu anlamak için öncelikle akla dayandı ve güvendiler; daha sonra görüşlerini Kitab ve sünnet ile uzlaştırıp desteklediler.13  Metodolojik açıdan nassçıların aksine, ilk önce aklî izahla işe başlayarak kendi ekollerini “dinî doğmaları cesaretle yorumlayan” bir akım biçiminde öne çıkarmışlardır. Ehl-i bid’atın temel özelliklerini dört maddede özetlemek mümkündür:

1- Nassa veya akla körü körüne bağlılık,

2- Sahabeye karşı iyi niyetli olmamak, onların özellikle dîni ilgilendiren rivâyet, anlayış ve uygulamalarına değer vermemek (sadece Ehl-i Beyt’in rivâyetlerine itibar etmek),

3- Hz. Peygamber’in kavlî ve fiilî sünnetine karşı olumsuz bir tavır takınmak,

4- Ashabtan itibaren oluşan çoğunluğun (ma’şeri şuur, cemâat, cumhûr) dîn anlayışından kopup ayrılmak, azınlık psikolojisi içinde karşı grupları küfürle itham etmek ve dînin temel hükümlerini sürekli tartışmaya açık tutmak, izah ve yorumu zor olan nassları (müteşâbih) irdelemeyi âdet edinip dînin ilke ve hükümlerini kaygan bir zemine çekmeye çalışmak.14

Ehl-i sünnet ve’l cemâat müctehid imâmları, tekfîr hususunda çok titiz davranmışlardır. Bilindiği gibi Allâh Resûlü (as) “Ben zâhire göre hüküm vermeye memur kılındım, sırları Allâh (cc) bilir”15  buyurmuştur. Buna göre dili ile “Ben Müslümanım!“ diyen herkesi, bu ikrâr sebebiyle Müslüman sayarız. Ehl-i sünnet dışında kalanlar, zarurât-ı dîniyeyi16 tasdik ettikleri ve Şeriat’in mütevâtir olan herhangi bir unsurunu inkâr etmedikleri müddetçe ehl-i kıble diye anılır ve Müslümandırlar. Kat’iyyen tekfîr edilemezler.17  Tarih içinde ehl-i sünnetin Şiî, Hâricî, Mutezilî ve benzeri bid’at ehli mezheplerle çatışması genelde siyasîdir ve yönetimin hâkimiyetiyle ilişkilidir. Yoksa hiçbiri Müslümanlarca kâfir sayıldıklarından öldürülmemişlerdir.18 Esasen, ehl-i kıblenin tekfîr edilemeyeceği konusunda ehl-i sünnet âlimleri ittifâk içerisindedirler.19 Kaldı ki, ehl-i sünnetin dışındaki fırkalar birbirlerini küfürle suçlama alışkanlığının içinde oldukları hâlde, ehl-i sünneti teşkil eden zümreler birbirlerini tekfîrden uzaktırlar.20  İşte bu ve benzeri pek çok sebepten dolayı ehl-i sünnet İslâm’ın özüne ve gayesine en uygun esasların müdafii ve muhafızı olmuş ana bünye ve temel cereyan olarak kabul görmüştür.

Bazı bid’atlar vardır ki, İslâm’ın itikad esaslarına aykırı olduğu için küfürdür. Meselâ, Hz. Ali’nin ilâh olduğunu veya onun kıyâmetten önce yeryüzüne tekrâr döneceğine inanmak gibi. Müfrit/aşırı Şiîler bu kanaattedirler. Yine Râfizîler gibi, Cebrâil’in (as) vahiy getirirken şaşırdığını iddiâ edenler de ne kadar (namazlarında Kâbe’ye yönelişleri itibariyle) kıble ehli olsalar da. Meselâ, haşrı ve âlemin sonradan yaratıldığını inkâr eden, Kur’ân’da haram ve yasak edilen bir şeye inanmayanlarla, inanılması zorunlu olan esaslara aykırı bid’atları sokanlar mü’min sayılamazlar.21 Bir takım bid’atlar vardır ki, inananlarını küfre götürür, ömürlerce ibâdet etseler bile kâfirdirler.22

1- Bk. Abdulhadi Koç, Aylık Dergi (Ehl-i Sünnet Tetkikleri), s. 95
2-  Y. Vehbi Yavuz, Hanefi Mezhebinde İctihad Felsefesi, s. 164
3- Bk. Süleyman Karagülle, Aylık Dergi (Ehl-i Sünnet Tetkikleri), s. 69
4-  Âmidî, el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm, Dâru’l-Fikr, Beyrut-1996, c.1, s. 103
5- Gazzâlî, el-İktisâd, s. 159. İcmâın aslını inkâr ederek delil olamayacağını savunanların küfrüyle hükmolunacağına dair bk. Abdulazîz el-Buharî, Keşfü’l-Esrâr, Beyrut, c. 3, s. 479
6-  Ebu’l-Bekâ, el-Külliyât, s. 43, İcma md. ; Abdulazîz el-Buharî, age., s.479-480
7-  Molla Husrev, Mir’at, Eser Yay., s. 422; Cem’ul-Cevâmi’, c. 2, s. 202; Sa’dî Ebû Ceyb, el-İcmâ, Dâru’l Fikr, Dımeşk, c.1, s. 30
8-  Karaman, age., s. 84
9-  Fiğlalı, age., s. 54
10-  Yılmaz, age.,s. 90.
11-  H.Ziya Ülken, İslam Düşüncesi, s. 32.
12-  age., s. 114.
13-  Bk. Aylık Dergi (Ehl-i Sünnet Tetkikleri), s. 126.
14-  Bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Ehl-i Bid’at”, DİA, c.10, s. 503-504; Fiğlalı, age., s. 159
15-  Aclûnî, age., H.no. 585.
16-  Zarûrât-ı Dîniye: Özetle, Allâh’ı Rabb, Kur’ân’ı Kitâb, Hz.Muhammed’i (as) Resûl, İslâm’ı Dîn, Kâbe’yi  kıblegâh, Âhiret’i hak bilmektir.
17- Yusuf Kerimoğlu, Aylık Dergi (Ehl-i Sünnet Tetkikleri),  s. 85
18-  Yılmaz, age., s. 90
19-  Aliyyu’l-Kaarî, Şerhu Fıkhi’l-Ekber, s. 241
20-  Fiğlalı, age., s. 51-52
21-  el-Kârî, age., s. 241
22-  İbn Âbidîn, Reddu’l Muhtar, c. 1, s. 413-414; Mehmet Şimşek, Aylık Dergi (Ehl-i Sünnet Tetkikleri), s. 88

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort