JoomlaLock.com All4Share.net

MİRAC VE ETRAFINDAKİ MANA

Beşeri ıztırapların ağırlığı, düşünen kafalara bir balyoz gibi indiği zaman, kurtuluşun tek çaresi, Hakk’ın lütuf kapısına ilticadır. Vacib Teâlâ, yarattıklarına karşı çok Rahim olduğu için onları nihayetsiz re’fetine garketmekte gecikmez. Onları, gönderdiği peygamberler ve kitaplar vasıtasıyla selâmet kıyısına çeker. Bu sese kulak verenler, katı kalplerin, vicdansız sinelerin büyük işkencelerine hedef olabilir. İşte böyle anlarda Allah, hem Peygamberinin nübüvvet ve risaletini te’yid hem de O’na bağlananların kalplerini takviye maksadıyla Peygamberinin eliyle bir takım mucizelerin zuhurunu murad eder.


Bu mucizelerden biri de peygamberlerin hayatında görülen ve felâsife tarafından müstehîl sayılan seyr’i melekûttur. Beşeriyet bataklığından yükselen buharlar, bu nâsut âleminin ufuklarını kapladığı müddetçe, nübüvvet ve risaletin en büyük mucizesi olan (Mirac) hadisesini anlamak müm kün değildir. Çünkü seyr’i melekût, nübüvvetin en derin sırlarını taşır, Peygamberlerin rûhani hayatını işgâl eden bu hadiseyi idrak, bugünkü görüş ve düşünüşümüzle mümkün değildir. Bu noktada, beşeri bilgiler iflas eder; Felsefenin girdabı, mantığın bataklığı ve hudut içerisinde ulaştığımız müspet ilimlerin yerini, bizi yüzde yüz hakikate ulaştıran keşif ve müşahede ile hâsıl olan “Hakkel yakîn” işgal etmelidir ki mi’rac ve etrafındaki bütün manayı anlayabilelim. Bu hususta eski ve yeni felsefenin münakaşaları bizi yanıltabilir. Kuvvetli bir iman her şeyi olduğu gibi hal’ü fasletmeğe kâfidir. Havsalanın almayacağı olayların künh’ü hakikatin sahibine bırakmak en çıkar yoldur.
Vehim ve zan girdabına düşenler, “İsra” karşısında ne diyeceklerini şaşırıp kimi hülya kimi rü’ya derken, Hz. Ebu Bekir gibi metin imana sahip olanlar da, “0, ne demişse doğru söylemiştir.” diyerek mahsusâtın dışında cereyan eden bu hadise karşısında O’nu tasdikte gecikmedi. Hz. Ebu Bekir’deki bu devha’i imana mukabil ilhad ateşinin vehimlerinde büyüttüğü, tereddüt kâbusu içinde kıvranan Ebu Cehillerin şaşkınlığı bir kat daha arttı. Esasen vehme kapanmağa hiç lüzum yoktur. Çünkü göklerin esrarına vakıf olmak yalnız Fahr’ı Kâinat’ta görülmüş değildi. Önce geçen Peygamberlerin hayatında da seyr’i melekûta rastlanır. Ezcümle; “İşte biz, İbrahim’e böyle semâvat ve arzın melekûtunu gösterdik.” Kur’an; Yakub, rüyasında yerden göğe doğru yükselen bir merdiven ve bu merdivenden meleklerin inip çıktığını gördü. Yakub, merdivenin başından bir ses işitti.  “Ben; İshak ve İbrahim’in Rabbi olan Allah’ım!” -Tevrat- Hz. Musa, da Tur Dağı’nda Hakk’ın tecellisini gördü. Buda’nın ve Zerdüşt’ün hayatında da taraftarlarının, dillerinde destan olan bu türlü olaylara rastlanır.


Bütün kâinat, Allah’ın kahr-u galebesindedir. O, bir an için tabiat kanunlarını tatil eder, has kullarını “harem’i akdes”ine kabul eder. Orada O’na vahyedeceğini eder. Tekrar O’nu yeryüzüne indirir. Tatil edilen tabiat kanunlarına da devam etmelerini buyurur. Buna kim ne diyebilir. Mülkünde mutlak tasarruf sahibi O’dur. Peygamberimizi bir gün “Zaman nice nice döndükten sonra, Allah’ın, yeri-göğü yarattığı ilk günkü vaziyete dönmüştür.” buyurmuştu. Sanki O, yeryüzünden ilk tevhidi mabedinin putlardan temizlenmesini, dini hanif’in yeniden hayat bulmasını, dine dayanan ilahi adaletin yeryüzünde hükümranlığı gibi esaslı tahavvülatın müjdesini gök ehline ulaştırmağa memurdu. Bunun için davet edilmişti belki de.


En sağlam ve güvenilir kaynaklara göre mi’rac, hicretten 5 yıl önce 26 Recep gecesi vukû bulmuştur. Kur’an-ı Kerim bu esrar dolu hadisenin Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya kadar olan kısmını şöyle ifade eder : “Tenzih O Sübhan’a ki; bir gece kulunu Mescidi Haram’dan, o etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götürdü. Âyetlerimizden O’na gösterelim diye. Hakikat bu O’dur. O işiten ve gören.” (İsra:1)


Bundan sonrasını Peygamberimizden dinleyelim.


Peygamberimiz bir gece Hatim’de-Kâbe’nin son tamirinde dışarıda bırakılan, zeminden yüksekçe bir yer- yatarken. Yarı uyku ve yarı uyanık bir halde tavanın açıldığını, birkaç melekle Cibril’in girdiğini gördü. Onlar, Resûl-i Ekrem’i zemzem kuyusuna götürdüler. Göğsünü açıp kalbini yıkadılar. Sonra Cibril, hikmet ve imanla dolu bir leğen getirdi. Efendimiz’in kalbine doldurdu ve göğsünü kapadı. Bundan sonra Peygamberimize Burak-merkepten büyük, katırdan küçük, adımları ufukta gözün alabildiği kadar geniş, beyaz bir hayvan- takdim edildi. 0, bu hayvana binerek Mescidi Aksa’ya geldi. Binitini, daha önce geçen Peygamberlerin binitlerini bağladıkları halkaya bağladı ve Mescid-i Aksa’ya girerek iki rekât namaz kıldı. Burada Cebrail, kendisine süt ve şarap dolu iki kâse sundu. O, sütü tercih etti. Bunun üzerine Cebrail: “Fıtratı seçtin ya Muhammed, şarap kadehini alsaydın ümmetin yollarını şaşırırdı” buyurdu. Sonra Cibril ve Peygamberimiz birinci kat semaya geldi. Cebrail birinci kat semayı açtırmak istedi ve kendini tanıttı. Yanında kim olduğu soruldu. O’da Muhammed (sav) dedi.” O gönderildi mi?’’ denildi, Cebrail “evet” dedi. Melek birinci kat semayı açmış ve “gök ehli bu müjdeden memnun olacaklar” demişti. Peygamberimiz, oraya girince sağında ve solunda gölgeler bulunan, sağına baktıkça gülen ve soluna baktıkça ağlayan bir adam gördü. Bu zat, Efendimiz’e, “Merhaba ey Salih peygamber, ey Salih evlat” dedi. Resûli Ekrem bu zatın kim olduğunu sordu. Cebrail: “Âdem peygamber, dedi. Sağındakiler cennete girecek evladının, solundakiler de cehenneme gidecek çocuklarının ruhlarıdır. Onun için sağına baktıkça gülüyor, soluna baktıkça ağlıyor.”
Peygamberimiz burada iki ırmak gördü. Bunlar Nil ve Fırat’ın membaları idi, ileride bir ırmak daha gördü ki kenarında inci ve zebercedden bir köşk vardı. Bunu
Cebrail’e sordu. O da “Kevser ırmağıdır ve senin için yaratılmıştır.” dedi.


Sahibi Mi’rac Efendimiz, ikinci kat semada iki teyze çocuğu Yahya ve İsa’ya, üçüncü de Yusuf peygambere, dördüncü kat gökte Hz. İdris’e, beşinci kat semada Harun Aleyhisselâm’a, altıncı kat gökte de Musa Aleyhisselâm’a kavuştu. Bunların hepsi de O’nu hoş karşıladı ve “merhaba ey Salih Peygamber ve Salih Kardeş” demişlerdi. Hz. Peygamber buradan geçerken Musa Kelimullah ağladı. Bir ses O’na niçin ağladığını sordu. Musa da: “Yarabbi benden sonra Muhammed’i (sav) peygamber olarak gönderdin. Fakat O’nun ümmetinden cennete girecekler benimkinden daha çok” dedi. Yedinci semada İbrahim peygamberi gördü ve sırtını Beytul Mâmur’a dayamış oturuyordu. Buraya her gün 70.000 melek giriyor ve bir daha oraya dönmüyorlardı. Bundan sonra O’na cennet gösterildi...


Sonra öyle bir makama geldi ki burada kudret kaleminin cızırtısını duydu. Buna müteakip Sidret el-Münteha’ya erdi. Allah’ın emriyle aydınlanan bu makamın tarifi mümkün değildi. Yerden göğe yükselen ve gökten yere inen her şeyin yeri burasıydı. Burada O, Cebraili asli hüviyetiyle  gördü. Allah, esrar perdesini kaldırdı, Peygamberini Harem’i Akdes’e alarak O’na dilediğini vahyetti.


Burada, kurtarıcımıza, ümmetini de memnun edecek üç atiyye verildi:


1-Bakara sûresinin sonundaki iki ayet.
2-Ümmeti Muhammed’den Allah’a şerik koşmayanların cennete gireceği.
3-Her gün elli vakit namaz.

Rabbi tarafından bu kıymetli hediyelerle dönen büyük peygamber, Musa Aleyhisselâm’a uğradı. Musa (as), Allah’ın ne emrettiğini sordu. O, Elli vakit namaz emredildiğini haber verdi. Hz. Musa, “Ben, İsrailoğullarını tecrübe ettim. Ümmetin buna tâkat yetiremez. Rabbine dön ve bu farîzanın hafifletilmesini iste” dedi. Peygamberimiz Huzûr-ı Kibriya’ya döndü. “Ya Rab! Ümmetim zaif ve âcizdir” dedi. Cenâb-ı Hak farîzanın onunu indirdi. Efendimiz dönüşte yine Musa ile karşılaştı ve durumu anlattı. Musa yine dönmesini söyledi. Resûl-i Ekrem yine Allah’a yalvardı, on fariza daha indirdi. Peygamberimiz (sav) tekrar yalvardı yalvardı. Böylece farzlar beşe indi. Cenâb-ı Musa, bunların da tahfifini istemesini söyledi O’na. Fakat O, “Rabbimden utanırım” buyurdu. Bunun üzerine “Ya Muhammed! Bizim emrimiz değişmez. Farzlar beş olacak, fakat onlara elli vaktin ecri verilecektir.” diye bir ses duyuldu.


Resûl-i Ekrem oradan Kudüs’e geldi. Orada Enbiya kafilesiyle karşılaştı. Musa ve İbrahim ibadet ediyorlardı... Musa esmer, uzun boylu, kıvırcık saçlı idi. Hz. İsa kırmızı yüzlü, beyaz, orta boylu, saçları düz ve uzundu. Hz. İsa ashabdan Urve bin Mes’ud-el-Sakafı’ye, İbrahim ise, bizzat Fahr-i Kâinat’a benziyordu. Bu sırada namaz vakti gelmiş, Efendimiz Enbiyaya namaz kıldırmıştı. Namazdan sonra bir ses ‘Ya Muhammed! Cehennemin muhafızı burada O’na selâm ver!” demiş, Resûl-i Ekrem de dönmüş, cehennemin muhafızı O’nu selâmlamıştı.


Peygamberimiz bütün bu akıl namaz menzilleri tayy ederek sabahleyin Harem’de uyanmıştı. Peygamberimiz anlatılan bu seyri melekûtun feyzinden ümmetinin de nasip almasını istediği için, Mirac’ı şümullendirmiş, Molla Cami’nin şu beyitlerle:

O, arş ovasında teni bir hırka gibi bıraktı,
Lâmekâna sancağını hırkasız olarak dikti.
(Mekândan da hâli bir makam buldu ki oraya ten de mahrum değildi, can da)
İfade ettiği o âlemden mü’minlerin miracı olan namazı getirmiştir.


Ayeti celîlede tasrih edilen kudret alametlerini görmek herkesin bildiği adi bir rü’yet değildir. Öyle olsaydı müşrikleri şaşırtan bu hadise güpegündüz herkesin gözü önünde cereyan ederdi. Bu basiret denilen Rabbani bir nur vasıtasıyla rü’yettir. Bunun için gecenin sessizliği, kâinatın uykuyla büründüğü bir zaman seçilmiştir.


İnsan tabiatı, acaip ve garip şeylere fazla mütemayildir. Bundan dolayı Peygamberlerin ruhani hayatı hakkında efsaneleşmiş bazı rivayetlere rastlanır. Durum ne olursa olsun, Peygamberân-i izâm’ın mucizelerini ve seyr-i melekûta ait nakledilen delilleri inkâr mümkün değildir.


Yuhanna İncili ruhi mükaşefeler için 22 fasıl ayırmıştır.
M.Ateş, İslam’ın ilk Emri Oku  1962

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort