JoomlaLock.com All4Share.net

MÜ’MİN HAKK’IN HİKMET AYNASIDIR

Evet, arkadaşlar bugün sizlerle yine mutad olduğu üzere imamımız, sultanımız Osman Bedruddîn Hazretleri’nin, “İnsan mir’at-i Hüda olmak üzere yaratılmıştır.” başlığıyla işlemiş olduğu sohbetini müzakere edeceğiz. Cenâbı Hak tesirini halk eylesin, mana-i münîfince amel edebilmeyi bizlere lütfeylesin.

Ne buyruluyor, “İnsan mir’at-i Hüda olmak için yaratılmıştır.” Yani insan Allahu Teâlâ’nın kudretlerini, hikmetlerini, sanatlarını, sıfat ve ef’alindeki tecellileri yansıtacak bir ayna olarak yaratılmış. Daha da özetleyecek olursak insan Hakk’ı, hakikati gösterecek bir aynadır. Hadisi şerifte de Sultanu’l-Enbiya (sallallahu aleyhi ve sellem): “El mü’minu mir’atu’l-mü’min.” buyurmuşlardır. Hadisin zahir manasında “mümin müminin aynasıdır”. Yani inanan, imanlı bir insan imanlı bir insanın aynasıdır. Müminler birbirlerine baktıkça kendilerini görürler.

Genel mana bu ama bir hususi manada da “Mümin müminin aynasıdır” derken hadisi şerifte zikredilen birinci mümin insandır, inanan, teslim olmuş, nefsini itminana erdirmiş, hulus ile Allah Azze ve Celle’ye teslim olmuş, İslam ahlakı ile ahlaklanmış bir insan…

Hadisi şerifte zikredilen ikinci mümin de “el-Mü’min” (cc), Hz. Allahımız’dır. O, müminin aynasıdır. Hakk’ın hikmet aynasıdır, O’nun güzelliklerini yansıtır.

Demek ki insan bir ayinedir. Güzellikleri gösteren, yansıtan, yaygınlaştıran bir ayinedir insan. Bu cepheden, bir yandan sohbet devam ederken bir yandan da biz kendi muhasebemizi yapalım ki biz ne kadar ayîneleştik? Hakikatle ne kadar örtüşüyoruz?

Hiçbir şey tarifsiz değildir arkadaşlar, kâinatta zerreden kürreye her şeyin formülü ve miktarı/miyarı belirlenmiştir. Hiçbir şey kendi başına bırakılmamış, başıboş terk edilmemiştir. Hele hele eşref olan, ekmel olan ve Cenâbı Hakk’ı temsile memur ve mezun olan insan; Halifetullah olan Zillullah olan insan; varlığın temel sebebi, varoluşun ana unsuru olan insan nasıl olur da kendi başına bırakılabilir? Nasıl olur ki onun hayatı tarif edilmemiş, onun yaşam şekli belirlenmemiş olur? Böyle bir şeyi düşünemeyiz bile.

İnsana verilen her şey adeta sayıyla verilmiştir. Belirli bir şekilde verilmiştir. Ömür öyle, akıl öyle, sıhhat öyle, rızık öyle… Hepsinin miktarı ezelde belirlenmiş ve sana tahsis edilmiş. Sonra bu sebepten dolayı bunların hepsinden muhasebe edileceğiz. Bu tahsisatı nerelere ve nasıl kullandık, bundan dolayı muhasebe edileceğiz. Ömür sermayesini nerede harcadık; rızkı nasıl ve niçin kullandık; aklı nasıl değerlendirdik; sıhhatin şükrünü eda edebildik mi, sıhhat bize niye verilmişti bunu anladık mı? Bu beden niye?.. Bütün bunları ince ince düşünmek zorundayız. Yoksa afedersiniz, hoyratlıktan kurtulamayız, hoyratça yaşarız. Hazret buyuruyor ki, “Nasıl ki bir aynanın sırlı olan kesif ciheti vardır vücud-i insânî de böyledir.” Aynaların bir arkası bir de önü vardır. Siyaha boyanan, yoğunluk olan arka cephesine “sır” denilir. Bir de mücella tarafı, parlak olan, yansıtan, gösteren tarafı vardır. Arkası siyah ziftli bir kâğıt ile sırlanmış, önü de adeta cilalanmış, parlatılmış, yansıtıcı hale getirilmiştir.

Hazret bunu bir misal veriyor ki bu insan vücudu/bedeni, insanın mevcudiyeti aynen bu şekildedir. İnsanın bir nefsi vardır, nefs dediğimiz kesafet vardır, insana imtihan için verilmiştir. Bu nefis insanın siyah tarafıdır ve oldukça yoğundur. Dünya ile zevk ile… birçok kayıtlarla mukayyettir. Bunun kesafeti vardır, birçok şeyle kayıtlıdır, bağımlıdır. İnsanın, aynanın mücella kısmı gibi bir de parlak kısmı, ruh cephesi vardır. Nefsani yönü tamamen süfli âleme ait, ruhani yönü ulvi âleme ait. Melekût âleminden, emir âleminden…  

“Sana ruhtan sorarlar.” buyuruyor Rabbimiz, Efendimiz’e hitaben. Sana ruhun mahiyetini, ruhun ne olduğunu sorarlar. “Sen onlara de ki: ‘Ruh Rabbim’in emrindedir.” Emir âleminden, arş âlemindendir. Ulvi/yüce bir âlemdendir. O’nun emrindedir. Yani onun hakkında fazla bir malumat sahibi değiliz. Ruh böyle mücella, böyle musaffa bir varlık.

Evet, vücud-i insanî de böyledir. Zahiri kesif ve sır cihetidir. İnsanın zahir kısmı yani bedeni, kesafet kısmıdır. İnsanın batını, manası ise mücella ve mir’at/ayine cihetidir, parlak yönüdür. İnsan da Allahu Teâlâ’ya ayna olmak üzere yaratılmıştır. Eğer biz mücella olan ve nâzırını, bakıldığında manzarasını gösterecek olan, batın cihetini/ruhani yönümüzü de kesafet ve zulmete tebdil edersek; yani gafletimizi, acziyetimizi, masivamızı ruhumuza bulaştırırsak; nefsin ve şeytanın bize iğva ettiği şeyleri, onlardan aldığımız şeyleri ruhumuza/gönlümüze bulaştırır, orayı da kirletirsek artık bu vücut aynalıktan çıkar, bir şey yansıtmaz. Yansıtıcılığını, iletkenliğini kaybeder. Ruh kirlenmiştir artık. Oksitlenmiştir, nötrleşmiştir, iletken olmaktan çıkmıştır. Ondan daha gafletten başka veya karanlıktan başka bir şey görünmez.

Bu vücudu ayine haline getirmek, onu fıtratı üzere yeniden cilalamak ise ancak ve ancak şöyle mümkündür: Şer’i şerif emri ile amel… Birincisi Şeriat-ı Mustafa’ya (sallallahu aleyhi ve sellem) her şeyimizle; aklımızla, fikrimizle, zikrimizle, bütün yaşantımızla ittiba edeceğiz, onunla amel edeceğiz. Bunun başka çıkış yolu yok arkadaşlar. Kur’ân-ı Kerim’in iki kapağı arasında mevcut olan şeyler ve Sultanu’l-Enbiya’nın (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm) iki fem-i saadetinden, mübarek dudaklarından dökülen şeyler bizim mürşidimiz, hayat rehberimiz, hayat düsturumuz olacak. Şeriatla amel bu… Rabbimiz neden razı, Habib-i Kibriya (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm) neyi tasvip ve tensip buyurmuş hayatımızı onlara hasredeceğiz. Hayatımızı onlar süsleyecek. Hayatımızın gayesi onlar olacak. Ne bize emredilmiş, bizden istenilmiş ve güzel olarak bildirilmiş, hepsine “amenna ve seddakna”… Ne bize kerih gösterilmiş, sakındırılmışız, neden men edilmişiz onlardan da ictinab edeceğiz/kaçınacağız. Bunu biz kafamıza göre, zamanın şartlarına göre, birilerinin gönlüne, arzusuna göre, ne bileyim felsefeye göre, hendeseye göre sosyolojik, pisikolojik, coğrafik şartlara göre… Hayır, hiç bir şart yok. Çünkü bizi yaradan bütün şartları düşünerek, şartlar üstü bizi yaratmış. Ve bütün şartlarda emrettiği şeyleri yaşamaya müsait olarak bizi yaratmış. “Ya bu işin kolaylığı yok mu?” Elbette var, kolayları da O emretmiş. Konumuna göre. Mesela seni mükellef tuttuğu şeylerle bir masum yavrucağı mükellef tutmamış. Senden istediklerini ondan istememiş. Senden istedikleri bazı şeyleri yaşı hayli ilerleyip de misal seksene, doksana gelmiş insandan istememiş. Tenzile gitmiş ona karşı, indirim yapmış, kolaylık tanımış. Kölenin hukukunu ayrı belirlemiş, efendinin hukukunu ayrı belirlemiş. Hastanın hukukunu ayrı belirlemiş sahhın/sıhhattekinin hukukunu ayrı belirlemiş. Mukimin hukuku ayrı seferdekinin hukuku ayrı. Gencin/çocuğun hukuku ayrı büyüğün hukuku ayrı. Kadının hukuku ayrı erkeğin hukuku ayrı… Bunlar kolaylık değil mi? Daha ne kolaylık istiyoruz. Bakın herkese konumuna göre bir hukuk tayin etmiş Cenâbı Hak. Medeniyet içinde olan insana farklı hukuk, onun yükümlülüğü farklı; hiç medeniyete bulaşmamış -tabiri caizse- Robinson Cruseo gibi adada yaşamış, insan içine çıkmamış, hiçbir sosyaliteden haberi olmamış kavimlerin, toplulukların veya fertlerin hukuku ayrı. Hâşâ kimseye zulmetmemiş Cenâbı Hak. Şeriatı bizlere bir baskı unsuru olarak emretmemiş Mevlâ. Hayatımızı anlamlandırmak için bu emirleri bize bildirmiş. Hiçbir hukukta, hiçbir beşeri hukukta siz böyle bir ayrıntı göremezsiniz. Bakın Türkiye’de, yirminci yüzyılda, uzay çağında, teknoloji çağında ne derseniz deyin, aslında cehalet, gaflet çağı hukukumuz dillere destan.

İnsanlığa seksen sene önce sözde, hürriyet bahşedilmiş, bugün daha hürriyete giden merdivenleri yeni yeni, bir iki tırmanmaya başladık. Bin beş yüz sene önce İslam bütün bu hukukları, herkesin hukukunu konumuna göre ayırmış. Hiç kimseye kaldıramayacağı bir yükü, emaneti, sorumluluğu Cenâbı Hak yüklememiş. Öyle ise gerçek hürriyet, gerçek insan olmanın anlamı, samimi Müslüman olmaktan geçiyor. Müslüman olduğumuzda biz hürüz aslında. Kölelikten İslam’ı anladığımızda, İslam’a gönül verdiğimizde kurtulacağız. Biraz önce söyledik ya nefis ciheti kesafetle yoğrulmuş, her şeyle mukayyet.

O kadar çok şeyin etkisinde, tesirinde ve kölesi durumundayız ki sormayın… Bağımlı/tiryakisi olduğumuz birçok şey var. Tiryaki kelimesini söyleyince sanki hemen sigara tiryakiliği, çay tiryakiliği gibi şeyler aklımıza geliyor, değil. Bunlar farklı yönler. Tiryakisi olduğumuz o kadar şeyler var ki… Yapmak istemeyip de yaptığımız, alışkanlık haline getirdiğimiz, karakterize ettiğimiz o kadar çok şey var ki, tiryakiyiz bunlara. Bunlar bizi Allah’tan alıkoyan şeyler. Güzelliklerin tiryakisi olsak mesele değil. Aslında İslam ibadetlerin de adetleştirilmesine, adet kabilinden yapılmasına karşıdır. Güzelliklerin âdete dönüşmesinden hoşnut değildir İslam. Bugün bizde birçok şey geleneksel, bunu aşamadık. Ataerkil bir din yaşıyoruz, yani ecdattan bize gelmiş, sorgulayamadığız. Sorgulamak da istemiyoruz, işimize gelmiyor böylesi daha güzel, daha rahat. Sorgulanmayan, incelenmeyen, araştırılmayan bir din… Bakın dünyevi olarak on sene, yirmi sene önce, iki sene önce hangi noktalardaydık şimdi neredeyiz. Misal Başakşehir’in kuruluşu çok eski değil, on sene önce belki böyle bir şehir yoktu, buralar varoştu, gecekonduydu ama bugün baktığımızda İstanbul’un en modern semtlerinden. İkindiden sonra gelmiştim, bazı binalar gösterdiler fiyatları altı yüz milyar… Demek ki altı yüz milyar bir daireye veren akıllı insanlar var…

Güzel yerde, sağlam yerde oturalım ama özelliği ne? Daire altın kaplama olsa eyvallah diyeyim ama -istisnalar kaideyi bozmaz- Türkiye’nin genelinde ya da bu tip yerlerde kooperatif usulü binalarda kullanılan malzeme üç aşağı beş yukarı belli. Peki, niye bu fiyat? “Başakşehir olduğu için efendim.” İsim parası var, altı yüz milyar. Bir Müslüman bunu verecek mi? Efendim veriyor, burada oturabilmek için veriyor. Subhanallah. Peki, Allah indinde bundan mesul değil mi? Dünyada evleri yıkılan, Endenozya’da, Malezya’da, Pakistan’da muson yağmurlarından, tsunamilerden vesaireden yahut Filistin’de israil tarafından evleri yıkılan yüzlerce Müslüman… Altı yüz milyarlık bir daire alan Müslüman… Neyse bu konulara çok girmeyeceğim her yiğidin gönlünde bir aslan yatar demişler. Gönüllerinizdeki aslanlara dokunmak istemiyorum ama biraz intibaha gelelim diye, düşünce kapısı açılsın diye söylüyorum.

Evet, on sene önce dünyevi olarak farklıydık bugün çok farklı konumdayız. Peki, dînî olarak, ahlâkî olarak, İslamî kültür olarak artımız var mı? Çocukluğumuzda öğrendiğimiz dînî malumatların üzerine bir şey koyabildik mi? Bakın bu da ilginçtir, Dinimizi hep çocukluğumuzda anneannelerimizin öğrettiklerinden öğrendik, küçümseme adına söylemiyorum bütün yaşlı annelerimizden, anneannelerimizden özür dilerim. Cenâbı Hak onların manevi himmetlerini, dualarını üzerimize ulaştırsın, bizi koruyucu kılsın inşaallah. Saf, temiz insanlar o yönleriyle eleştirmiyorum. Onların bize söylediği ninniler, anlattığı hikâyeler/masallar/kıssalardan bir muhafazakârlık oluşmuş bizde. Bir Allah inancı, İslam anlayışı oluşmuş ama hep anneannemizin ve dedemizin anlatımları, yaşlı komşularımızın anlatımlarıyla bir altyapı oluşturmaya çalışmışız. İşte bu yüzden bugün bu altyapının üzerine yapılacak binalar sağlam olmuyor. İnsanlar çok çabuk fikir değiştirebiliyor. Misal bakın futbol seven insana, çok ciddi bir mesele olmadıkça takımını değiştirmiyor.

Çocuklukta benimsediği, sevdiği takımı ölene kadar devam ettiriyor; misal diyor ki ben fenerbahçeliyim, beşiktaşlıyım, galatasaraylıyım… Bunu devam ettiriyor. Sanki o sevgiyi bir vefa anlayışına çeviriyor, o takıma karşı bir vefa borcu olduğunu hissediyor bunu, değiştirmiyor. Veya adam kalkıyor dedeleri, aile büyükleri bir siyasi görüş üzerindeydi, benim aşiretim, benim atam, dedem bu çizgi üzerindeydi diyor o çizgiden yürümeye çalışıyor. O çizginin nereye gittiğini bilmiyor ama inanmış. Ata, dede yadigârı o çizgi ona. Öyle devam ediyor.

Madalyonun bir de öbür yüzünü çevirelim… Müslümanlara bakıyoruz; adam bakıyorsun misal bugün A cemaatinde onun fikirlerini benimsemiş, sözde kabul etmiş görünüyor. Yarın B cemaatinden birisi ona daha farklı bir şeyler anlatıyor, ikna ediyor. Yarın o cemaatte, dünkü A cemaatini bugün tekfir ediyor. “Onları bırak yahu, pırasa gibi adamlar diyor.” Ne oldu, anlayışın nasıl değişti?... Üç gün sonra bakıyorsun C grubundan birisi ile karşılaşmış, onun fikirlerini benimsemiş. Sorduğunda “Ya onlar İslam’ı yanlış anlatıyorlarmış.” Peki, arkadaş İslam’ı şu doğru anlatıyor veya bu yanlış anlatıyor diyebilmek için senin ciddi sağlama yapabileceğin araç gereçlerin olması lazım. Bu sağlamayı neye göre yaptın da bu karara vardın? Bu anlayışa nereden ulaştın sen? Onun yanlışını nasıl tesbit ettin, öbürünün doğrusunu nasıl tesbit ettin? Öbürünün dili daha güzel laf yapıyordu, senetlerini sana daha güzel sunabildi, ikna kabiliyeti kuvvetli idi, seni ikna etti. Belki gerçekten bıraktığın yer yanlıştı ama bunu sen nasıl tesbit ettin, bu önemli.

İşte bu yüzden bir bina yapılanamıyor. Örfî bir anlayış, âdet kabilinden bir din anlayışını Müslümanlar bugün devam ettiriyor. Sözde sorgulama yapmak isteyenlerin de -baktığımızda- sorgulamaları ciddi değil. Onlar da birileri adına sorguluyorlar, kendileri adına değil.

Arkadaşlar bugüne kadar bize yanlış bir eğitim verilmiş. Bu yanlış nerden başlamış, hocalardan başlamış. Çünkü Türkiye’de hocaları eğiten kurumlar da belli bir anlayışın hegemonyasında oldukları için belli yönlendirilmelerle Türkiye’de dini eğitim verilmiş. Bakın dünyada birçok ülkede, büyük medeniyetlerin olduğu yerlerde çok değişik ihtilaller, devrimler, inkılâplar gerçekleşmiş. Bunların hiç biri halkın diline, halkın dinine, kültürüne, örfüne dokunmamışlardır. Dini yasaklamıştır, yaşanmasına izin vermemiştir, dini mahkûm etmiştir ama değiştirmemiştir, ilgilenmemiştir. Türkiye’de bu çok farklı olmuştur. Türkiye’de belli devrimler olmuştur ama bu devrimler halkın sosyal yönünü, ekonomik yönünü, eğitimini kalkındırmak yerine, halkı refaha eriştirmek, huzura kavuşturmak yerine halkın dini ile oynamışlardır. Dini kısmen yasaklamakla birlikte yasaklayamadıkları bölümlerini de tebdil etmeye çalışmışlardır. Saf, temiz din akidesinin, din anlayışının yerine farklı anlayışlar empoze etmişlerdir…

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 EYLÜL SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort