JoomlaLock.com All4Share.net

MURAD-I İLAHİ

Cenâb-ı Hak; insanı ahseni takvim üzere yaratıp, ona ruh ve nefs vermiştir.

Ruh; emir aleminden olup Allah’ın (cc) isimlerinden ismi, sıfatlarından sıfatları vardır. Allah Teâlâ Mü’min’dir, insan da mümindir. Cenab-ı Hakk’ın ilim, hayat, irade, kudret, kelam gibi subuti sıfatlarının birer numunesi insanda da vardır.

İnsanın beden binitinde ruh galebe çalarsa, o insan salih amel ve güzel ahlakı elde etmeye çalışır, fikri ve zikri hep Mevla olur. Bu kişi ebedi saadeti elde ederek Allah Teala’ya vasıl olur.

Nefs; kötü bir şeydir. Eğer beden binitine nefs hakim olursa, insan surette ibadet yapsa bile, gönlü daima dünyevi şeylerle meşgul olur. Ahlaksızlık, Allah’ın (cc) sevdiklerini sevmemek, hatta sevmediklerini sevmek, gaflet ehliyle birlikte olmak, zikr-i ilahiden uzaklaşmak gibi bir durum ortaya çıkar. Bu halde ısrar şüphesiz insanı şaki yapar. Böyle olan adam insaniyetten çıkar, hayvanatın derecesine iner. Artık hayvanın ne cennete ne de Cenab-ı Hakk’a gitmesine imkan yoktur.

Ruh, asliyeti itibarı ile pak ve temizdir. Fakat bu bedende oluşundan dolayı asliyetindeki paklığı ve temizliği kaybetmiştir. Murad-ı İlahi ise insanın kendisine emanet edilen bu ruhu aslı gibi pak ederek yine, Sahib’ine (Allah Teala) götürmesi ve O’na (cc) ulaştırmasıdır. Emanete hıyanet etmeden, yani kaybetmeden veya kirletmeden Hakk Teala’ya vermek için, ruhu beden binitine hakim kılmak şarttır. Efendim’in tarifi ile nefs ile ruhun koalisyonunda, ruhun rolü %50’den fazla olmalıdır.

Nefsin ruha verdiği kötülükleri gidermek, onları iyiliklere dönüştürmek gerekir. Allah Teala  Kitab-ı  Mübin’de, kötülükleri iyiliklere tebdil edeceğini buyuruyor. O halde kötü ahlakımızı iyi ahlaka, kibrimizi mahviyete, varlık günahımızı-enaniyetimizi yokluğa, gafletimizi huzura tebdil etmeye çalışacağız. Bunu başarabilirsek; nefs kötülüklerini bırakmış, ruh ise saffet kazanmış, Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıkmaya layık hale gelmiş demektir. Murad-ı İlahi’de bundan ibarettir.

Bu durumda: Murad-ı İlahi’yi kazanmak için bize düşen görev nedir, ne yapmalıyız? Sorusu önem kazanır. Yapmamız gereken gaflet ve kibri bir yana bırakarak basit iki adım atmaktır. Bunlardan birincisi samimi bir tevbe, ikincisi bir mürşidi kamile bende olmaktır.

Tevbe İslam dairesine girmenin ilk kapısıdır. “Kim tevbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Hucurat 11)  “Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever.” (Bakara 222)  Tevbede muvaffak olan, günahları terk etmede, ibadet ve taatları yapmada da muvaffak olur. “Evlere kapılarından girin.” ayeti kerimesinin bir manası da İslam dairesine tevbe kapısından girin demektir. Tevbe de ilim gibi, alim gibi,  bir kapıdır.

Malum; İslam Dini usuller manzumesi olduğundan, tevbenin sahih ve kabulu için bir takım kurallar vardır. Bunlardan biri Efendimiz’in  (sav) varisi ekmeli olan izinli bir insan-ı kâmilden biat alarak tevbe etmektir.

Biat, insan kalbinin fethedilmesine ve günahların terk edilmesine büyük bir vesiledir. “Sana biat edenler ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir.” (Fetih/10) Sure-i celilede anlaşılacağı üzere biatın önemi ve ne şekilde olacağı tarif edilmiştir.

İnsan-ı Kamile biat edip tevbe eden kimse, yasakları terk edip, ibadet ve taata devam edeceğine söz verir. Habib-i Edib’in (sav) varisi ekmeli olan izinli zatın (Mürşid-i Kamil) biatı kabul etmesi; bende senin tevbene şahit oluyorum, duamla, manevi tasarufumla  ve himmetimle sana destek olacağım demektir.

Tevbe eden, insan-ı kamilin elini tutmadan önce, nelerden tevbe edeceğini düşünmeli ve günahlarından dolayı pişmanlığın acısını gönlünde hissetmelidir. Tevbe ile talip mürşidin tasarrufu altına girer. Tasaruftan maksat, şeriatın tatbiki, kalbin tahliyesi ve nefsin tezkiyesidir. Bu durumdan tam istifade için talibin mürşid-i kamile tam teslimiyeti elzemdir. Unutulmamalıdır ki; Ebu Talib’in üstüne Efendimiz’in (sav) gölgesi düştü. Ama Ebu Talip istekli olmadığı için fayda etmedi.

Hz. Musa (as) zamanında bir abid ile bir fasık varmış. İkisi de kısa fasılalarla vefat etmiş. Cenab-ı Hakk Musa’ya  (as) buyurmuş ki: “ Ya Musa, o abid cehennemlik, o fasık ise cennetliktir.”  Hz. Musa (as) hayret etmiş ve onların zevcelerini bularak hallerini soruşturmuş. Abid olan adamın zevcesi:  “Kocam derdi ki, Hz. Musa’ya (as) gelen Tevrat ve Din doğru ise nimetimize hiç diyecek yoktur.” demiş. Fasık olan adamın zevcesi ise “ Kocam derdi ki, Hz. Musa’ya (as) gelen Tevrat ve Din muhakkak doğrudur. Bizim günahımızı Cenab-ı Hakk bunların yüzü suyu hürmetine bağışlar.” demiş. Abidin imanındaki şüphe ve tereddüt, kendisini cehennemlik, fasıkın ise imanının kuvvetli ve sağlam olması, cennetlik olmasına sebep teşkil etmiş. Mürşidi kamile biat ederken, teslimiyetteki şüphe ve teredüt de böyle bir neticenin doğmasına yol açar.  
Tevbeden sonra, dinimizin ikmali, imanımızın kemale ermesi için gerekli olan ikinci adım, bir mürşid-i kamile bende olmaktır.

Resulullah (sav)  “İlmin şehri benim Ali onun kapısıdır.”buyurmuşlar. Ulema bu hadisi şerifteki kapıyı mürşid-i kamil olarak izah etmişler.  Evet, mürşid-i kamiller Allah’a (cc) açılan kapılardır. Hakikat şehrine girmek isteyenler ve hakikati arayanlar ancak o hakikatlara, mürşid-i kamil kapısından girerek vasıl olurlar.

Bu dönemde mürşid-i kamil var mı? Derseniz, bizde deriz ki; evet vardır. Çünkü güneş mürşid-i kamilsiz doğmaz. Allah’ın halifesi olmadan bu dünya, bu gökler ve yıldızlar bir an bile kaim olmaz. Demek ki hala kıyamet kopmamış ve dünyanın herhangi bir yerinde  Cenab-ı Hakk’a ayinedar olan mürşid-i kamiller mevcut.

Ahir zaman fitnesinin yaşandığı bu dönemde, İslam dairesinde sabit kadem olup ayaklarımızın kaymaması için bu Allah (cc) dostlarının sohbet halkalarına devam edip, kalbimizi tahliye ve nefsimizi tezkiye etmeye çalışmak en büyük görevdir.

Bir müminin üstüne mürşid-i kamilin tasarufu düştüğü zaman, mümin aşk ateşi ve muhabbetle, nefs ve beden külçesinden ayrılır. Ruhun safiyetini bozan her türlü batıl inanıştan kurtulur ve Cenabı Hakk’a hakiki manada abd olur.

İman edenlerin ebedi saadete nail olmaları için Allah Teala farzların ifasını şart koşmuştur. Bu farzları ifa etmemizden dolayı pek çok nimete mazhar oluruz. Sünneti seniyye gerçi farz değildir, fakat Habib-i Edibine ittibamız ve muhabbetimize bağlı olarak ortaya koyduğumuz say ü gayretimizden dolayı, Allah (cc) bize daha ziyade ikram ve ihsanda bulunur. Evliyaullah ise; Allah’ın (cc) halifesi ve Efendimiz’in (sav) varisleri olmaları hasebiyle, bunlara ittiba da Allah’a (cc) ve Efendimiz’e (sav) ittiba gibidir. Bu yüzden Evliyaullah hazeratının izine düşmek, onlara sevgi-muhabbet duymak ve sohbetlerine devam etmek ile kazancımız kat kat artar. Bizler de bu yolla elde ettiğimiz güzel kazançlarla Cenab-ı Hakk’a vuslata layık olarak geçip gideriz.

Yalnız bu neticeyi kazanmak için, vakitlerimizi ve nefeslerimizi boşa harcamamalıyız. Mürşidin sohbetine devama çok dikkat ve itina göstermeliyiz. Sohbetin temin ettiği faydayı başka hiçbir şey vermez. Mürşidin sohbetine devam etmeye engelimiz varsa hiç değilse ihvanlarla sohbetleşmeliyiz.

“Kıyamet günü bir alimle bir Abidin hesabı görüldükten sonra Abid’e; İbadetinin karşılığı olarak cennete gir, diye Cenab-ı Hakk tarafından emir buyruluyor. Böylece o cennete gidiyor. Alime de; Sen gitme, dur. Dünyada iken ilmini anlattığın kimseleri de beraberine al ve onlarla birlikte cennetime gir, diye İlahi Ferman varid oluyor.” Bu Hadis-i Şerif’in en ziyade, ilmini bizzat Allah’tan  (cc) alıp, Din-i Mübin’i yaşayıp ve yaşatan mürşidi kamilleri kastettiği asla şüphe götürmez bir hakikattir. Ayrıca bu güzide zatların yol arkadaşlarına büyük müjdedir.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Bu kategoriden diğerleri: « CİHAD-I EKBER AŞK »

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort