JoomlaLock.com All4Share.net

MÜSLÜMAN VE GÜVENİLİRLİK

İnsan, düşünme yeteneğine sahip bir canlıdır. Zarar ve menfaatini bilmesi onu dinin emirleri karşısında mükellef yaptığı gibi, aynı zamanda da "arzın halifesi" olarak tanımlanmasına imkân sağlamıştır. İnsan, düşüncesi sayesinde en yüksek noktalara ulaşabildiği gibi, en alçak noktalara da düşebilmiştir. Peygamberlerin mesajına uyarak zihni yapısını şekillendirenler yaratılışlarının gayelerini yaşadıkları gibi, diğerleri de varlığın özünde yer alan hakikatlerin bir kısmını görerek kendilerini tatmin etmeye çalışmışlardır.


Hz. Peygamber zamanında, zihinler din noktasında temerküz etmişti. Müslümanlar bütün davranışlarını, dini referans alarak belirliyorlardı. Gündelik hayatlar, Allah Resulünün söz ve davranışları taklit edilerek oluşturuluyordu. Fakat, sonraki dönemlerde Müslümanlar arasındaki bu hassasiyet korunamamıştır. İslam toplumlarında görülen özden uzaklaşma, tembellik ve dejenerasyon İslam kültürü içerisinde yaygınlaşmıştır. Bu bozulma sürecine, dış etkilerin de katkısı olmuştur. Dışarıdan gelenler, her zaman analiz edilerek alınmadığı için, dinin özünün kültürel tozlarla örtülmesine sebep olmuştur. Asr-ı Saadette, Müslümanların gündelik hayatı vahiyle belirlenirken, sonraki dönemlerde bir çok kültürel ve felsefi faktör etkili olmaya başlamıştır.

İşte bu meyânda toplum olarak büyük ölçüde kaybettiğimiz değerlerden biri de "güvenilir olma" vasfıdır. Bugün, toplumumuzda var olan birçok sıkıntının temelinde, fertlerin birbirlerine güvenlerinin yok denecek kadar azalması bulunmaktadır. Hâlbuki yüce dinimizin bizden istediği vasıfların en başında "güvenilir insan olma" vasfı gelmektedir.

Her şeyden önce mü’min ismi, bu vasfı öne çıkarmaktadır. Bilindiği gibi mü’min, güvenen, güven veren insan demektir. Yani, Allah’a güvenen, diğer insanlara güven veren anlamına gelmektedir. Bir hadislerinde Allah Resûlü (s.a.s.), mü’mini tarif ederken "Mü’min, insanların malları ve canları konusunda kendisine güvendiği kişidir." (Tirmizi, İman 13; Nesai, İman 8) buyurarak mü’min olan bir kişinin, başkalarının mallarına, canlarına namuslarına zarar veremeyeceğini belirtmiştir. Başka bir hadislerinde de güvenilirlik vasfını, imanın gereği olarak bildirmiş ve "güvenilirlik" vasfı olmayanın imanının da olamayacağına dikkat çekmiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/154-Prof. Dr. Davut Yaylalı Y. Ümit.s.79 )

Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz tarafından bildirilen, kendisinin yüce isimlerinden/sıfatlarından biri de "el-Mü’min"dir. Genellikle sabah ve akşam namazlarından sonra okunan ve birçoğumuz tarafından bilinen Haşr sûresinin son ayetlerinde geçen "el-Mü’min" ismi/sıfatı, emniyet sağlayan, güven veren anlamındadır.

Diğer taraftan, bilindiği gibi, peygamberlerin sıfatlarından biri de "Emanet"tir. Allah’tan aldıkları vahyi, insanlara olduğu gibi aktarma görevi olan peygamberlerin bu vasfı, yani "güvenilirlik" vasfını taşımaları oldukça önem arz etmektedir. Hz. Peygambere "el-Emin: Kendisine güvenilen" sıfatı, peygamberliğinden önce verilmiş bir vasıftı. Toplumda herkes, O’nun doğru sözlü, kendisine güvenilen bir kişi olduğunda birleşmekteydi. O akrabalarını İslâm’a davet ederken, önce kendisine güvenip inandıklarını tespit etmek için "Size şu dağın arkasında bir düşman var, sizi yağmalamaya gelmiş desem, inanır mısınız?" diye sorar. Toplantıya katılan herkes, tereddütsüz "Evet inanırız." derler. Bu güveni sağladıktan sonra "Öyleyse sizi, önünüzdeki kıyamet günü azabıyla korkutmakla memurum. Bana iman ediniz." diyerek davetini açıklar. Hz. Peygamber’e tam olarak güvenen ve inanan Hz. Ebu Bekir, miraç olayını duyan müşriklerin, onun bu güvenini sarsmak için "Senin peygamber olarak inanıp güvendiğin kişi, bu gece Mescid-i Aksa’ya gittiğini; oradan da miraca çıktığını söylüyor. Sen hâlâ ona inanacak mısın?" diye sorduklarında, "Bunları O dediyse mutlaka doğrudur." diyerek "Sıddîk: "Tereddütsüz tasdik eden" unvanını hak eder. O’nu örnek alan bizler de karşımızdakine "O dediyse doğrudur." sözünü söyletebilirsek o zaman "güvenilir kişi" sıfatını kazanmış oluruz.


Yüce dinimizin ismi olan "İslâm" kelimesi de kök olarak barış, esenlik, güven anlamlarını taşımaktadır. Bir hadislerinde Peygamber Efendimiz, bu mânâyı vurgulamak üzere "Müslüman, diğer insanların elinden ve dilinden emin olduğu kişidir." (Buhari, İman 4, 5; Müslim, İman 64, 65) diye buyurmaktadır. Aynı kökten gelen "es-Selâm": "huzur sağlayan, güven veren" ismi de yine Yüce Rabbimizin sıfatlarından biridir. Birbirimizle karşılaştığımızda alıp verdiğimiz selamda da karşılıklı olarak güven duygusu vurgulanmaktadır. Selamlaşan iki kişi birbirine adeta "Bana güvenebilirsin, benden sana herhangi bir zarar gelmez." demektedir.

Kur’ân-ı Kerim'de pek çok ayet-i kerimede özellikle peygamberlerin bu "Emîn: güvenilir kişi" vasıflarından bahsedilmekte, Allah’tan aldığı vahyi peygamberlerine getiren Cebrail’in (a.s) de bu vasıfta olduğu bildirilmekte, insanlar arasında güvenilirlik vasfının önemi vurgulanmakta, kendilerine güvenilen kişilerin, bu güveni sarsmamaları istenmektedir. Allah Resulü, güveni sarsan vasıfları münafıklık alameti olarak şöylece sıralar: "Münafığın alameti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder." (Buhari, İman 24; Müslim, İman 107, 108). Gerçekten, kişiye karşı güveni sarsacak vasıflardan biri yalan söylemesi, diğeri sözünde durmaması, bir başkası da emanete riayet etmemesidir. Bunların zıddı olan vasıflar da insana güveni sağlayan, doğru sözlü olmak, sözünde durmak ve kendisine güvenilerek yanına bırakılan eşya, mal hususunda ve söylenen sözlerde güveni sarsmamak, emanete riayet etmektir.

Toplumsal hayatımızda işlerin düzgün gitmesi, birbirimize olan güven duygumuzla doğru orantılıdır. Bir toplumda fertleri birbirine güvenen kişiler çoğaldıkça o toplum, hem maddeten hem de manen ilerler. Tam aksine, fertleri birbirine güvenmeyen insanlar çoğaldıkça da toplumda huzur, mutluluk ve kalkınma sağlanamaz. Bugün maalesef toplumumuzda karşılaştığımız birçok olay, güven duygularımızı zedelemekte, hatta güven duygusunun tamamen ortadan kalkmasına sebep olmaktadır. Nerdeyse her şeyin "sahte" olabileceği kanaati topluma yerleşmektedir. Bu durum öyle bir hal almakta ki, inanmadıkları halde birtakım çıkarlar için dilleriyle inandıklarını söyleyen yalancılar, inançta sahtecilik yapanlar; verilen sözü tutmamak, yapılan sözleşmeye uymamak, yalan söylemek, gerçek dışı beyanda bulunmak, yalan haber yazmak, yalancı şahitlik yapmak gibi söz ve beyanlarında sahtecilik yapanlar; resmi evrak ve belgelerde sahtecilik yapanlar; evlilikte sahtecilik yapanlar; üretimde, meslekte, davranışlarında sahtecilik yapanlar, toplumda yaygın hale gelmektedir. Hâlbuki yüce dinimiz, bizim çeşitli görevlere getireceğimiz, kendileriyle iş birliği yapacağımız, birlikte iş yapacağımız kişilerde hep adaletli, güvenilir olma vasfını öne çıkarmamızı istemektedir. Bu vasıflara sahip olmanın gereği milletimize o kadar yerleşmiş ki, bir beldenin yönetimi kendisine emanet edilen kişiye "Şehremini: Şehrin Güvendiği Kişi" vasfı verilmiştir. Aynı şekilde kendisine bir malı, bir işi, bir insanı teslim edeceğimiz makama, kişiye "Yed-i Emin: Güvenilen El" denilmektedir. Aynı kökten türetilen "Müste'men" kelimesi de, İslâm devletler hukukunda "Kendisine Eman Verilen" kişiyi ifade etmektedir. Bu da eman verilen kişinin can ve mal güvenliğinin sağlanacağı anlamını taşımaktadır.

Yine, insanlar arasında meydana gelen olayların, yapılan işlemlerin tespiti için çoğu kere tanıklıklara başvurulmaktadır. Şahidin sözünün doğruluğu, tamamen o kişinin güvenilir olmasına bağlıdır. Onun için, bu görevi yerine getireceklerde Kur'ân’ın öngördüğü "Adalet" vasfı yani güvenilir olmak önemlidir. Kişilerin sözlerine dayalı bir işlem yapabilmek için önce onların "güvenilir" olduğunun tespiti gereklidir. Klasik kaynaklarımızda bugünkü noterlik işlemlerini yapanlara "Kâtib-i Adl: Güvenilen Kâtip" ismi verilmekteydi. Bu da onların yaptıkları işlemlerde güvenin çok önemli bir yerinin olduğunu ifade etmektedir.

Şu halde, dininin adı İslâm, kendisi mü’min, yaratıcısı el-Mü’min ve es-Selam sıfatlarını taşıyan, Peygamberi el-Emin lakabıyla tanınan bizler, sözümüzde, işlerimizde, davranışlarımızda hep dürüst olma mecburiyetindeyiz. Kısaca, toplumsal hayatımızın her alanında, aile hayatında, iş hayatında, tahsil hayatında kişilerin "güvenilir olma" vasfı önem taşımaktadır. Sağlam toplum oluşabilmesi için babanın çocuğuna, çocuğun babasına, karının kocasına, kocanın karısına, amirin memuruna, memurun amirine, işverenin işçisine, işçinin işverenine, hocanın talebesine, öğrencinin öğretmenine güvenmesi lazımdır. Fertleri birbirine güvenen, sağlam, güçlü toplum oluşturabilmek için her birimizin kendi çapında gayret göstermesi gerekmektedir.

Hâsılı; İnsanlara karşı sevgi ve saygı, gizli-açık her işte, bir gün İlâhî huzurda hesap verileceği şuuru içinde olma ve hayatı buna göre tanzim etme, sağlam bir imâna bağlıdır. Bunun yanında başkalarının saadet ve huzuru için, gerektiğinde kendi saadet ve huzurundan vazgeçme, zâlimin zulmüne mâni olup mazlumun hakkını koruma, toplumda adalet ve dengeyi temin etme de, mânevî dinamiklerimizin korunması ile mümkün olabilir. Bu bakımdan, insan, mânen ne kadar güçlü olursa olsun, bugünü koruyabilmek için, mânevî kaynak ve dinamiklerden sürekli beslenmelidir. Eğer bu beslenme devam etmezse, suyunu alamayan filizin kuruması gibi, farkına varmadan kişinin bir kısım lâtifeleri söner, duyguları pörsür, ibadet ve hizmet aşkı yok olur. Bu duruma düşen insan; süratli gelişen hâdiselere ayak uyduramaz, onları kontrol altına alamaz ve neticede; ya o hâdiselerin ağırlığı altında ezilir yahut o ülfet içinde ölü gibi yaşamaya mahkûm olur.

Bu kategoriden diğerleri: « EV SEMASI

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort