JoomlaLock.com All4Share.net

NAMAZDA HİZMET, KURBET VE VUSLAT VARDIR

Bu dünyamızın mâmur olması, daha iyi, daha güzel hâle gelmesi için bu kadar gayret göstermemize rağmen Cenabı Hakk’ın rızasına, likasına ermek için yapacağımız amellerde asgari düzeyde bulunmaya razı oluyoruz nedense. Halbuki bir nefes alıp vermek kadar kısa olan şu dünyaya verdiğimiz değer yanında çoğumuz Allah’a vuslat, kurbiyyet adına hiçbir şey yapmıyoruz. “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz.” (Tirmizî, Kıyame, 25) buyurmuş Allah Resûlü (sav). Acaba kemâl-i dikkatle hesabımızı yapıyor muyuz?

Kurban bayramını daha yeni idrak ettik. Özellikle son on beş günde televizyonlarda, sokaklarda, her tarafta kurban heyecanını müşahede ettik. Daha önceki yazımızda da ifade etmeye çalışmıştık. Örfî olan amelleri yerine getirmek daha kolay geliyor sanki bize. Mehmet Akif Ersoy merhuma sormuşlar; “Üstad, bu ülke ne zaman düzelecek?” diye, o da “Cuma namazında camiye gelen cemaat, sabah namazlarında da camileri doldurduğu vakit.” demiş.

Bizim inancımıza göre İslam’a giriş cümlesi/kaidesi olan imandan sonra en önemli amel namazdır. Bu hakikati Cenabı Hak Kurân-ı Kerimi’nde bizatihi kendisi ifade etmiş ve namaz için; “Vele zikrullâhi ekber-Namaz en büyük zikirdir.” (Ankebût; 45) buyurarak bize hadisenin önemini bir kez daha hatırlatmıştır. Namazı ekber yapan şey onun hususiyyetidir. Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) bir sohbetlerinde; “Hz. Âdem’den Efendimiz’e (sav) kadar gelmiş bütün peygamberân-ı izâm ve nebiyyi muhterem efendilerimiz, Efendimiz’den (sav) sonra da kıyamete kadar gelecek olan kümmelîn-i evliya bir araya gelseler, ezelden ebede düşünseler Allah’a sevgili, sevimli, yaklaştırıcı, en çabuk şekilde rızaya ulaştırıcı bir ibadet olsa bu ne olurdu, diye, namaz gibi bir ibadet, ülfet ve ünsiyyet vesilesi bulamazlardı.” buyurdular. Böyle büyük bir ibadeti Rabbimiz bize meccanen lütfetmiş ve adeta kendisine vuslat için mühim bir kapı aralamıştır.

Toplum olarak ciddi bir hastalığa müptelayız maalesef. Doğru haberlerle karşılaştığımızda, hakikati işittiğimizde hiç üstümüze alınmıyor, sanki o söylenenler hiç bize söylenmemiş gibi hemen başkalarına mâl ediyoruz. Namazla alakalı olan şeylerde de durumumuz böyle. Ya namaz kılmıyoruz, onun için söylenen her şeye kulaklarımızı kapatıp kim ne derse desin dinlemiyoruz. Ya da kılıyoruz diye doğrusuna yanlışına bakmadan, ötesini, berisini düşünmeden nasıl olsa kılıyoruz diye söylenenlere hiç aldırış etmiyoruz. Halbuki namaz var, namaz var… Cenabı Hak –Cümlemizi böyle bir akıbete uğramaktan muhafaza buyursun.- ayeti kerimede “Yazıklar olsun o namaz kılanlara…” (Mâun; 4) buyurmaktadır. Kimilerinin de namazlarının yevm-i kıyamda yüzlerine çarpılacağı beyan edilmektedir. Bizlerse sanki kabul garantisi varmış gibi söylenenleri kâle almıyoruz. Bu namazda –tabiri caizse- hiç kalite farkı yok mu? Ayeti kerimelerde zikr-i kesiri emrediyor Rabbimiz. Büyüklerimiz zikr-i kesirden kasdın adet olarak çok zikir yapmak olmadığını, oradaki ifadenin zikirdeki kaliteyi artırmanın gerekliliğine işaret ettiğini buyururlar. Bütün bunları yan yana düşündüğümüzde en büyük zikir olan namazda da kalitenin artırılmasının söz konusu olduğu malumdur.

Büyüklerimizden bir zata adamın biri gelmiş sormuş; “Efendim şu şu hallerde namaz bozulur mu?” diye. O zatı muhterem de cevaben; “Sizin namazınız mı, bizim namazımız mı?” buyurmuş. Adam şaşırmış; “Efendim namaz bir tane değil mi? Ne demek sizin namazınız mı, bizim namazımız mı?” O zât da buyurmuş ki; “Evladım siz herhangi bir vacibi terk ettiğinizde yahut farzı tehir ettiğinizde sehiv secdesi yaparsınız. Bir farzı terk ederseniz de o namazınızın iadesi gerekir. Ancak biz namazda iken gönlümüze dünyaya ait bir düşünce gelse namazımızı iade eder; ukbaya, ahiretteki nimetlere dair bir düşünce bizi meşgul etse sehiv secdesi yaparız.”

Şimdi Allah için kendi namazlarımızı büyüklerimizin namazı ile bir mukayese edelim. Onun için namazı iyi anlamak lazım. Tabi namaza maddi ve manevi olarak hazırlanmak gerekli. Namazın huzur ve huşû ile eda edilebilmesi için abdest ile işe başlamalı herhalde. Birçoğumuz namaza durduğumuzda şöyle vesveseden ârî, her şeyi geride bırakarak huzur-i izzete çıkamıyoruz. Acaba başıma mesh ettim mi, kollarımı tam olarak yıkadım mı vs… bir sürü soru, daha namaza durur durmaz bizi meşgul edip asıl gayemizden uzaklaştırmaya başlar. Onun için abdest alırken dikkat etmeli Anadolu tabiriyle yalap çalap azaları yıkayıp o abdestle namaza başlamamalıyız.

Abdeste başlarken öncelikle niyetimize dikkat etmeliyiz. Bizim mezhebimize, yani Hanefîlere göre niyet kalbendir, suya yönelmek bile niyet sayılır. Hatta kadim ulemamıza göre sesli niyet bidattir. İnsanlar dille üstünkörü niyet ederler de kalbî hazırlık tam manasıyla yerine getirilmez diye. Daha sonraları biz gönüllerde bulunması gereken bu rikkati muhafaza edemeyince bâri külliyen mahrum olmayalım diye sesli/dille niyete müsaade edilmiş. Niyetten işe başlarken; “Ya Rabbi! Bu suyun maddi kirlerden bizi temizlemesi gibi Sen de bizi günah kirlerimizden temizle; gafletten, isyandan bizi arındır.” diye içimizden tadarrû ve niyâz ile meşgul olmalıyız. Nitekim şu hadisi şerif bahsi geçen arınmaya işaret etmektedir: Hz. Ebû Hureyre (radıyallâhu anh) anlatıyor; “Hz. Peygamber’in (aleyhi’s-selâtu ve’s-selâm) şöyle söylediğini işittim:
-Sizden birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve bu nehirde her gün beş kere yıkansa, acaba üzerinde hiç kir kalır mı, ne dersiniz?
-Bu hal onun kirlerinden hiçbir şey bırakmaz, dediler. Aleyhi’s-selâtu ve’s-selâm:
-İşte bu, beş vakit namazın misalidir. Allah onlar sayesinde bütün hataları siler, buyurdu.” [Buhâri, Mevâkît 6; Müslim, Mesâcid 282, (666); Tirmizî, Emsâl 5, (2872);]

Niyetten sonra abdeste başlamalı ve ağzımıza su verirken; “Ya Rabbi! Ağzıma yaşadığım müddetçe helal lokma alabilmeyi nasip et ve senin razı olmayacağın şeylerin; yalan, gıybet ve dedikodunun ağzımdan sadır olmasına müsaade etme.” Burnumuza su verirken; “Senin dostlarının, sevdiklerinin ve sevdiğin mekanların kokusunu almayı bana nasip et.” Yüzümüzü yıkarken; “Yüzlerin karardığı o günde bizim yüzümüzü ak eyle, Cemalullah’ın nuru ile nurlandır.” Kollarımızı yıkarken; “Gafletle kendimizin zannettiğimiz güç ve kuvvetten sana sığınırız, Çünkü hakiki kuvvet ve kudret sahibi sensin, bunu anlamayı bize nasib eyle.” Başımızı mesh ederken; “Senin emirlerini baş tacı edebilmeyi ve hükümlerine boynumuzu bükebilmeyi müyesser eyle.” Kulaklarımıza mesh ederken; “Senin razı olacağın şeyleri; Kur’ân’ı, büyüklerimizin sohbetlerini işitebilmeyi nasip et. Gıybeti, dedikoduyu, yalan ve yanlış sözleri bana işittirme.” Ensemize mesh ederken; “Katından bize maddi, manevi bir ferahlık ve genişlik lütfet.” Ayaklarımızı yıkarken de “Senin razı olacağın mekanlara, sohbetlere, Kur’ân tilavet edilen mekanlara,  Kâbe’ye, Ravza’ya ve bunların şubeleri olan mescid ve dergâhlara gidebilmeyi nasip et; hoşlanmadığın mekanlardan ayağımı kes Allahım!” diye abdest almaya gayret etmeliyiz. Bilinçli alınan bir abdestten Cenabı Hakk’ın razı olacağı ümidiyle nihayetinde de Efendimiz’in (sav) tavsiyelerine uyarak Kadir Sûresi okumalı ve Kelime-i Şehâdet söylemeliyiz. “Sîmâhum fî vucûhihim min eseri’s-sucûd- Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır.” (Fetih Sûresi; 29) ayeti ile Cenabı Hak; “Ben ümmetimi kıyamet gününde abdest azalarından tanırım.” (Râmuzu’l-Ehâdis) hadisi ile de Efendimiz (sav) bizim için usulüne uygun alınmış bir abdestin ve bu abdestle kılınan namazın önemine işaret etmektedir.

Namaz; Hz. Allah ile kulu arasında bir buluşma, kulun huzura çıkarak kulluğunu arz etmesidir. Namaz; kulu Allah’a yaklaştıran farzların efdali ve ekmelidir. Namaz; günahları yok edici bir ibadettir. Namaz; İslam ile küfrün arasını ayıran bir ibadettir. Bunun için farkındalık lazımdır. Çünkü yaptığımız amelin “ne” olduğunu tam olarak kavrayamadığımızdan bu kadar rahat hareket ediyoruz. Çünkü anlayanlar bizim gibi olmamışlar. Zaten Rabbimiz de buyurmuyor mu; “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” (Zümer; 9) Hz. Ömer, İmam Cafer-i Sadık, Hz. Ali efendilerimizin hayatlarından mevzuumuzla alakalı rivayetler aradaki farkı anlamak açısından ne kadar da açık örnekler. Hasan-ı Basrî Hazretleri’nin buyurduğu gibi; “Biz onları görsek deli zannederiz. Ancak onlar da bizi görse imanımızdan şüphe ederlerdi.” Hz. Ali efendimizi namazda öyle bir vecd hâli sararmış ki savaşta ayağına batan bir oku namazda çıkarmışlar da hissetmemiş. Cafer-i Sadık efendimiz namazda iken zaman zaman düşüp bayılırlarmış. Sebebini kendilerine sorduklarında; “Rabbimin benimle konuştuğunu hissediyorum.” buyurmuşlar. Hz. Ömer daha ezan sesini duyunca bayılırmış, ona da sebebini sormuşlar; “Allah beni huzuruna çağırıyor, bu halimle O’nun (cc) karşısına nasıl çıkacağımı bilemiyorum. O endişe ile bana bu hâl ârız oluyor.” buyurmuşlar.

Bizler namazın kaliteli yani daha makbul olması hususunda da –üzülerek belirtmeliyiz ki- ifrat ve tefritten kendimizi alıkoyamıyoruz. Kimimiz bu makbuliyyetin “ayın”ları patlatarak, “ha”ları daha derinlerden çıkarmaya gayret ederek, “dad” harfinin her ne hikmetse üstüne basa basa “zâ” diye okunmasına özen göstererek olacağını savunup takvayı sadece bunlardan ibaret göstermekte; kimimiz de hiç bunlara önem vermeden sanki Cenabı Hakk’ın “Tertil üzere okuyun…” (Müzzemmil; 4) emri hiç yokmuş gibi işi samimiyet kılıfına bürüyüp bilmemenin ardına sığınarak harflere hiç dikkat etmeden, manayı bozarak okumakta. Halbuki bunu öğrenmesi ve namazını en azından manaya zarar vermeden kılması üzerine farzdır, buna da dikkat etmeliyiz. Bizler hem samimiyetle ibadetimize devam ederken kıraat olarak da en güzel şekliyle okuyup zü’l-cenâheyn/çift kanatlı olmaya gayret edeceğiz.

Namazda bize bir davet var. Dâî-i hakikî Cenabı Hakk’ın bizâtihî kendisi, davetçi Efendimiz (sav), dâvetnâme de Kur’ân-ı Azîmüşşân’dır. Bizler bu dâvetnâme ile Allah’a davet edilmekle beraber ezan ile de günde en az beş vakit namaza, Allah’ın huzuruna davet ediliyoruz. Ancak bu çoğumuz için maalesef bir anlam ifade etmiyor. Halbuki bırakın rahat zamanımızda bu kadar ilgisiz kalmayı en zor zamanlarda bile Allah namazın kılınmasını emretmektedir. Misal oruçla alakalı olarak seferde, hastalıkta ve hamilelik gibi bazı özel hallerde verdiği ruhsatları namaz için vermemekte, savaşta bile namazın kılınma şeklini tarif buyurmaktadır. Bu namazın ehemmiyetiyle alakalıdır. Terkine hiçbir hâlde müsaade edilmediğine göre demek ki namazın dışında bir şey yok mü’minin hayatında. Namazı günümüzün yirmi dört saatine yaymalıyız. “Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim-Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar…” (Âl-i İmrân; 191) buyurmakta Rabbimiz. İşte bu anma/hatırlama için en büyük vesile namazdır. Farzların dışında; işrak, duhâ, evvâbin, hâcet, teheccüd, kabir-nur, kul hakkı gibi namazları sürekli vesile kılarak Allah’la mükâleme de bulunmak için can atmalı mü’min. Allah bu kadar çok sebeple bizi karşısında görmek istemiş ve Hâce Hazretleri’nin ifadeleriyle; “Bunlar bahane, bunları getirirken Sen de gel!” buyurmuştur. Çünkü âlemin yaratılmasından maksat âdemin husûle gelmesidir. Âdem/Hz. İnsan murâddır, âlem onun için o ise Rabbimiz için yaratılmıştır.

Yazımızı namazın ihtiva ettiği hakikatleri üç ana başlıkta toparlayarak hitama erdirmek istiyoruz. Namazda hizmet, kurbet ve vuslat vardır:

Hizmet; Kulun var gücüyle bu emri yerine getirmeye çalışması ve namazı eda etmesidir. Bu şeriattir.

Kurbet; Bu teveccühten/yönelişten sonra Allah’tan gelecek rahmeti, mağfireti beklemek ve her yönüyle Allah’a dönmek ve Allah’a yakınlıktır. Bu tarikattır.

Vuslat; Kulun, Cenabı Hakk’ın bu ulviyyetini her azasında hissetmesi, zerreden kürreye bu hissiyata gark olarak Hz. Cafer-i Sadık gibi kendisinden geçmesidir. Bu da hakikattir.

Cenabı Hak bu manaları gerek zahiren, gerekse de batınen ahzedebilmeyi ve kıldığımız namazlarla topluma örnek, önder ve hayırlı bir insan olabilmeyi cümlemize nasip eylesin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort