JoomlaLock.com All4Share.net

“ONLAR BOŞ ŞEYLERDEN YÜZ ÇEVİRİRLER”

Müslümanın en değerli sermayelerinden birisidir zaman... Tekrarını bir daha yaşayamayacağımız ama akıbetimizi neticelendirecek olan şu dünya hayatını boş işlerde geçirmemek, her nefesi hayrın izinde “Hûş-der-dem” tadında yaşamak çoğumuzun gafil olduğu bir mevzudur.

Bu yüzden olacak ki Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav) “İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır. (Bunlar) Sıhhat ve boş vakittir.”1 buyurmuştur. Tabiri caizse hayatımızı yaşamakla değil, hayır ve şerrimizi yazmakla memur kılınan kiramen kâtibin melekleri bile yaşadığımız her ana bizlerden çok daha vâkıflardır. Onların bu vâkıfiyetlerini düşünen, gafletle serkeş insanın utanmaması elde değil. Elbette ki onlar melektir, gaflet ve nisyan üzere olamazlar ama ibret almamız gereken tarafı, yaşanılan hayat insana aittir ve her bir nefesin hesabı yine insandan sorulacaktır. Rabbimiz dünya hayatımızı kiramen katibin uyanıklığında yaşamayı nasib etsin…

“O halde boş kaldın mı, yine kalk (başka bir iş ve ibadetle) yorul.”2 buyurur Cenâbı Hak. Yani hayırlı iş ve ibadetlerin biri bittiğinde hemen bir diğerine koş ve zamanının hayır ve ibadetten uzak geçmesine fırsat verme. Çünkü hayat, uhrevi saadeti kazanmamız için insanoğluna tahsis edilmiş bir nimettir.

Uhrevi saadeti kazanmak adına insana tahsis edilen hayatın bizler yalnızca belirli zamanlarında Allah’ı ve ahiret hayatını hatıra getirip, geri kalan zamanlarda ise dünyanın velvele ve telaşesine kapılıp, faydasız ve boş işlerle ömrü tüketir hale gelmişiz. Hâlbuki Cenâbı Hak müminlerin vasıflarını tarif ederken: “Nice erler ki, ne ticaret ne de alışveriş kendilerini Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz; onlar, kalplerin ve gözlerin kıvranacağı günden korkarlar.”3 buyurur.

Rabbimiz’i yalnızca zor anlarımızda, ya da sohbet ortamlarında, namaz ve sair ibadetlerde gönüle getiren bizler, dünyalık bir mesele hakkında hiç sıkılmadan, yorulmadan saatlerce konuşabiliyoruz... Saatlerce televizyon başında elişiyle vakit tüketebiliyor, kaza ve nafile namazlarıyla yoramadığımız ayaklarımızı alışveriş için çıktığımız çarşı ve pazarlarda yürüyemeyecek hale getirebiliyoruz. O anlarda aklımıza ne rabıtamız geliyor ne de ertelediğimiz ve belki de terk ettiğimiz ibadetler…

“İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında (onu) gözetleyen, dediklerini zapt eden bir melek hazır bulunmasın.”4 buyurur Cenâbı Hak. Asıl sözüne, nefesine muhtaç olduğumuz Hazreti Ebu Bekir (ra) efendimiz, yalnızca ihtiyaç halinde konuşabilmesi için ağzında çakıl taşlarıyla dolaşırlarmış.  


Konuşmaya başlayınca öyle bir lafa, söze tutuyoruz ki kendimizi, Ebu Bekir (ra) efendimizin haliyle, dolayısıyla yukarıda ayette belirtilen mü’min kimselerin vasıflarıyla bağdaşır bir tarafımız var mı, aklıselim düşünmemiz gerekir.

Nakşî dersinde dilimizi damağımıza yapıştırarak sessiz kalıp, yalnızca gönülden zikri talim buyuran Hâce Hazretleri (ksa) bunun bizlere bir öğreti olduğunu, böylece dilimize sahip çıkıp, kimseye hayrı dokunmayan boş ve gereksiz laflarla nefes tüketmemizi nasihat ederler.

Zikir esnasında örtü altındaki suskunluğumuza imrenen Hâce Hazretleri (ksa):

“Ah keşke hep böyle dilimizi tutabilsek..” buyurur biz hanımlara…  Ve: “İnsan altmış bir gün kefaret orucu yahut üç ayları vs. tutuyor sabırla... Günlerce yemeden içmeden, azmediyor. Hatta belki de bazen gece sahura kalkmadığı oluyor, yine orucunu tutmaktan vaz  geçmiyor... Allah kabul etsin. Ama ona de ki bir saat dilini tut, konuşma, duramaz konuşmadan! Konuşacak illa... Konuşalım…  Konuşalım ama ‘Ya hak söyle, gerçeği, doğruyu söyle, yoksa sus!’ buyuruyor Cenâbı Peygamber (sav). İşte bu yüzden buyuruyor ki büyüklerimiz dilini damağına daya, kalbini konuştur.  Konuş, ama Allah ile konuş… Namaz bir vakit fazla olsaydı belki de kılmayacaktın namazı, şimdi kılmaya eriniyorsun... Tesbih çekmeye, bir sayfa Kur’ân okumaya eriniyorsun ama saatlerce konuşmaya hiç sıkılmıyorsun!...” buyurur.

İblis aleyhillane Cenâbı Peygamber’e (sav) der ki:  “Benim bir tasım var Ya Muhammed (sav)! İçi bal dolu… İki kişi bir araya gelip konuşmaya başladı mı ben gelirim, onların ağızlarına ha bire o baldan çalarım. Tatlansınlar, daha çok çekiştirsinler bir birlerini diye...”


Rezzak olan Allah’ın bu kadar rızık hazinesi dururken ne diye şeytanın o murdar balına tenezzül eder insan?

Cenâbı Hak cennette müminlerin ortamlarını tarif ederken: “Orada ne bir boş söz işitirler, ne de bir yalan.”5 buyurur. Müminlerin cennetteki bu huzurlarından bahsederek aslında onlar için dünyada nasıl bir ortam arzu ettiğinin de ipuçlarını verir. Dünyamız böyle olursa ancak, ahirette de böyle bir ortama ulaşabiliriz.

Sahabe de ara sıra dedikodu yaparmış ama Ebu Bekir (ra) efendimiz arkadaşlarına buyururmuş ki: “Muhammed’in (sav) dedikodusunu, gıybetini yapalım. Oturup O’nu konuşalım, buyurduklarından, yapıp ettiklerinden bahsedelim.”

Yine mü’minlerin vasıfları tarif edilirken Mü’minûn Sûresi’nde: “Onlar leğviyattan (boş şeylerden) yüz çevirirler.”6 buyrulur. Gerçek müminler boş şeylere iltifat etmezler, aldanmazlar. Onlara nazar etmezler. Dünyaya da nazar etmez, ehemmiyet vermezler… Çünkü dünya hep boş şeylerle doludur. Bunun için “dünya” demişler ya adına… “Değersiz, hafif, boş” anlamında.    

Allah’ın rızasını gözeten ve hayatını O’na adayan müminler için asla boşa geçirilecek bir zaman yoktur. Onların tek amaçları yaratılış gayelerini unutmamak ve Allah’ın razı olacağını umdukları salih amellerde bulunmak.

Rabbim cümlemizi razı olduğu müminlerin halleriyle hallendirsin…

1- Buhârî, Tirmizî, İbni Mâce
2- İnşirah, 7
3- Nur, 37
4- Kâf, 18
5- Nebe, 35
6- Müminun, 3

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort