JoomlaLock.com All4Share.net

SENDEN SONRA YA RESÛLALLAH…

Aşk yürüyor. Sevgili yürüyor. En sevgili yürüyor. Hz. Ya-sin, Hz. Taha, Hz. Muhammed Mustafa (sav) yürüyor. Yanında bir atlı var. Atın üzerindeki inmek istiyor, atını O’na vermek istiyor. O yürürken at üzerinde olmaktan hayâ ediyor.

-Hayır, buyuruyor Hakk’ın Habibi, Kâinatın Efendisi.  Ve ekliyor: ‘‘Allah yolunda attığım şu adımlarım için sevap umuyorum.’’

Peygamberi zişân,  yetiştirdiği güzel insanı, Hz. Muaz b. Cebel’i Yemen’in en büyük yerleşim yeri olan Cened bölgesine göndermektedir. Hz. Muaz orada kadılık yapacak, Cened halkına İslamiyeti, Kur’an okumayı öğretecek, zekât ve sadakaları vazifelilerden teslim alacaktır. Aşkın membaı ile taşıyıcısı arasında uzun bir görüşme gerçekleşir. Yapacağı işlerle ilgili talimatlardan sonra:

-Ey Muaz! Hiç şüphesiz sen bu yılımdan sonra benimle buluşamayacak, belki de şu mescidime, kabrime uğrayacaksın!

Peygamber aşığı Hz. Muaz ne desin? Sevgiliyi görmediği gün gönlünü gam-kasavet kaplayan Hz.Muaz ne desin? Ağlamaya başlar. Hz. Muaz hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Sevgili için hiçbir şey yapamamanın adıdır gözyaşı. Varlığın erimesidir gözyaşı.  Gönül ateşinin kıvılcımıdır gözyaşı.

-Ey Muaz! Feryat ile ağlama. Feryat şeytandandır.


Bu son görüşmedir. Dünya gözüyle daha görüşülmeyecektir. Habibi Hüda ‘hiç şüphesiz’ buyurmuştur. Açık,net… Seven, ama daha çok sevildiğini bilen Hz. Muaz ağlamasın da ne yapsın!


‘Dinin tamamlandığı’ ifadesinden Hz. Peygamberin vefatını anlayan Hz. Sıddık gibi.

Yapılacak işler konuşulur. Sonra, ashap içerisinde Efendimizi en iyi anlayanlardan Hz. Muaz meseleyi kendisine getirir. ‘Bana’ der: Ya Rasûlallah! Bana tavsiyelerde bulun!


Soru aslında şöyledir “Senden sonra nasıl yaşayayım, ya Rasûlallah?”  Ashabın eğiticisi, ümmetin sahibi buyurur:

-Ne halde veya  nerede olursan ol, Allah’tan kork!

Hz. Muaz:
-Bana tavsiyeni arttır, ya Resûlallah!

-Günahının ardından hemen haseneyi yetiştir ki onu yok etsin.

-Tavsiyeni daha arttır ya Resûlallah!

-İnsanlara güzel ahlâkla muamele et. (Ahmet b.Hanbel, Müsned c.5,s.236 -Ebu’l Fida, Sire,c.4,194-195)

Yazımızda Efendimizin bu üç nasihatini anlamaya çalışacağız. Büyüğümüz Hâce Hazretleri (ksa), ashabı kiramın hepsi başımızın tacı olmakla beraber özellikle altı sahabeye işaret etmişlerdi ki biri de Hz. Muaz (ra) idi. Onunla ilgili öğrenebildiğimiz bütün özellikleri ayrı ayrı ele alıp incelemek gerekirse de bütüncül bakışla ele alındığında Hz. Muaz (ra) idraki-irfanı, aşkı-sadakati ile en iç halkadakilerden biridir. Genç yaşına rağmen üstlendiği görevler onun bu niteliklerinden kaynaklanmaktadır.

İslam Tarihi kaynakları Efendimizin,  Hz. Muaz b. Cebel’e Son Öğüt ve Tavsiyeleri başlığı altında bu rivayeti naklederler. Efendimiz Hz. Muaz’a nasihat ederken cevami-ul kelim (az sözle çok mana ifade)  özelliğiyle ondan bizlere, din denilen ve kulun Rabbi ile toplum ile ilişkisini düzenleyen sistemi nasıl kendi şahsında oturtacağını, devamlı kılacağını göstermektedir.


Birinci emri şerif  “Ne halde ve nerede olursan ol,     Allah’tan kork!”


Kul ile Mevla ilişkisinde korku, sevgiden kaynaklanır. Korku, sevginin meyvesidir. Çünkü Hak Teâlâ’nın sevgisini anlayan kul O’nu incitmekten, O’ndan uzak kalmaktan korkar. Kendisini bunca seven Rabbine karşı, içinde taşıdığı ‘Sen sensin, ben de benim’ diyen nefsin heva ve heveslerine uyup Rahim olan Rabbini üzmekten korkar. Bunca ikrama bunca tuğyan duygusu, korku ve ümit arasında denge sağlar insana.


“Nârı firak (Ayrılık ateşi), nâr-ı  cahîmden eşeddir.” buyuran büyüklerimiz  “Cennet  Allah (cc) ile beraber olmak, cehennem  O’ndan ayrı kalmaktır.’  ifadesiyle de Mevlayı tanıyışlarını ortaya koymuşlardır.


“Allah’tan hakkıyla âlimler korkar.”  ifadesinden de Hak Teâlâ’yı bilmesi ölçüsünde kulun ilişkisinin sağlıklı olacağı anlaşılmaktadır. Belli ki korkusu az olanın aklı-idraki, tanıyışı da az olacaktır. “Re’sul hikmeti mehafetullah”  Hikmetin temeli –başı-Allah korkusudur, bilgisiyle de kulun kalbinde Hakk’ın lütfedeceği bütün marifet ve ikramların zemini, Celal ve Cemal sahibi Mevla’dan korkmak olarak belirlenmiştir.

Zengin ya da fakir, hasta ya da sağlıklı… Hangi halde ve nerede olursan ol, azamet ve kibriya sahibi Allah (cc) seni görmektedir. Öyleyse büyüklerimizin buyurduğu üzere ‘Bu dünyada bir Allah,  bir sen varmışsın gibi yaşa.’ İşte bu, ihsan sırrının ta kendisi!

Müslüman şahsiyetinin zemini, kulunu sevgiyle yaratan Rabbini incitme korkusu!


İkinci emr-i Nebevi  “Günahın arkasından hemen haseneyi yetiştir ki,  onu yok etsin.

“İnne’l-hasenat yuzhibne’s-seyyiât”  hasenât seyyiatı giderir, temizler. Hata etmek, günah işlemek kulun olmazsa olmasıdır. Hata ve günah kulun Rabbine yoludur. İnsan bunlarla kendini tanır. ‘Kişi noksanını bilmek kadar irfan olmaz’ der Ziya Paşa. İnsan düşmeli ki Rabbinin yardımına ihtiyaç duysun. Düşmez kalkmaz bir Allah’ı kul, düşe kalka öğrenir. Firavun’un başı bir kere bile ağrımamıştır ve bu ona mekir olmuştur.

‘Siz hiç günah işlemeseydiniz, sizi giderir, sizin yerinize günah işleyen sonra da tevbe eden bir kavim getirirdik!’ buyuran Cenâbı Mevla’mız günahın kendisine yol oluşunu, kendini bilme sürecinde önemini vurgular.


Büyüğümüz Hâce Hazretleri (ksa) “Günah işlemeyen veli, günah işleyip tevbe eden velinin derecesine erişemez.” ifadeleriyle de velayet ilişkisinde aynı yönü belirtirler. Asıl olan tevbedir. Hazreti Mevlana da “Ya Rabbi! Ben demiyorum ki günah işlemeyeyim. Sen bana tövbeyi unutturma” buyurur.


Tevbe olsun, selam olsun, gülümseme, güzel söz, darda olan Müslümana yardım olsun… Hepsi hasene kavramı içerisine girer.

Hasene Hz. Hasan’dır,  Hz. Hüseyin’dir. Onların her ameli hasenedir. Efendimiz Hâce Hazretleri (ksa) “Salih amel, salih kişinin her yaptığıdır.” Sözleriyle hasene-salah hallerinin ancak kalbin ameli olarak zuhur edeceğini vurgulamışlardı.

Kul günah işlediğinde yazıcı meleğin yirmi dört saat içerisinde yazmaması, kul tevbe ederse hem günahın silinmesi hem tevbe ecrinin yazılması da Rahim olan Rabbimizin bizim ahsen amellerimize iştiyakını gösterir.


Üçüncü emri şerifleri ise: “İnsanlara güzel ahlâkla muamele et!”


Güzel ahlâk yaratılışın gayesidir. “Güzel ahlâkı tamamlamak üzere”  gönderilen Hazreti Nebi (sav) kendisini  “Rabbinin ne güzel terbiye ettiğini” buyururken bizleri de aynı terbiyeye-ahlâka davet etmektedir. “Allah ve Rasûlü sizi hayat verici şeylere davet eder.”  Hayatın gayesi budur: İnsanın sünneti seniyye yoluyla ahlâkı hamideye ulaşması. Güzel ahlâk ancak Ali’nin (ra) , Hasan’ın (ra), Hüseyin’in (ra) ve güzeller güzeli Hz. Fatıma-i Zehray-ı Betül (ra)  annemizin Efendisi’nden alınabilir. Bu isimler O’nun doğurduğu, emzirdiği,  büyüttüğü güzellerdir. Ahlâksa onlardadır,  güzellikse onlardadır. Ancak sünneti seniyye bizleri; rıza, likâ, sadakat ve vefa elbisesi giymiş bu güzellere yaklaştırabilir. Bunun için Efendimiz Hâce Hazretleri (ksa) sünnet bakışı, anlayışı öne çıkarır ve “Farz Allah’ın farzı, sünnet Resûlûllah’ın farzı.” buyururlar.


Cenabı Mevla’mız samimi olmayı nasip etsin. Doğru anlamayı, anladığını yaşayabilmeyi, razı olunmuş ahlâk ile ruh teslimini lütfeylesin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort