JoomlaLock.com All4Share.net

TAKVÂ GÖNÜLDE VUSLATIN ADIDIR

Rabbimiz, kendi katından muhabbet ve özlemle seslenir biz kullarına: “F’edhulî cennetî” Cennetime gir... (1)
Cennetine davet eder bizi, rızasına, yakınlığına…
Sırrına, muhabbet ve dostluğuna…

Ve ekler peşi sıra “..müttakîler (takvâ sahipleri) için hazırlanmış olan cennete..” (2)

Bu davete icabet edebilmemiz için bir vasıf aranır bizlerde, o da takvâya sahip olabilmektir.

Peki, kimdir bu takvâ sahibi insan (müttakî)? Ve Cenâb-ı Hakk’ın itikat, ibadet ve muamelatta, yani hayatın her safhasında bürünmemizi arzu ettiği bu takvâ elbisesi nedir?

Takvâ, lügatte; kaçınmak, korumak, korunmak;  kendini zararlı, acı ve eziyet veren şeylerden sakınmak manasındadır.

Istılahta ise takvâ; Allah’ın yasaklarından kaçınıp, emirlerine uymak sûretiyle Cenâb-ı Hakk’ın himayesine girmek, O’na sığınmaktır. Azabından kor- karak rahmetinin gölgesine girmeye gayret etmektir.

Takvâ kalpte karar kılan bir nûr, Mü’minin varlığını kuşatan bir bilinç düzeyidir. Kuşandığı zaman, insanı en çetin tehlikelere karşı koruyacak bir zırh gibidir.

Takvâ, kalbi mâsivâdan, yani Allah’tan uzaklaştıran her şeyden koruyarak cemâlî tecellîlere mazhar edebilmektir. Takvâ, Mü’minin, Allah’ın hıfzu emânına sığınarak, ahirette kendisine zarar verecek şeylerden titizlikle korunması ve günahlardan sakınarak sâlih amellere sarılmasıdır. Bu da nefsanî arzuların köreltilip, ruhanî istidatların gönülde inkişaf ettirilmesi sûreti ile olur ancak. Yani; Kur’an ve sünneti hayatın her safhasına intikal ettirebilmesiyle.

Diğer bir ifade ile takvâ; Allah’a kulluğun bir heyecan, bir vecd ve bir istiğrak halinde ifâ edilebilmesidir.

İç alemimizin Kur’an’la terbiye edilmesi, ibâdet-u tâatimizin lezzete dönüşmesi, ruhu  imandan zevk alabilir hale getirmektir takva.

Kulun Rabbi ile kalpte buluşmasının adıdır. Cemâlî sıfatların gönülde tecelli etmesi, kulun her nefeste, her hareketinde Hakk’ın rızasını aramasıdır takvâ…

Takvâ, olumlu bir korkudur. Hakk’ın sevgisini yıpratma veya yitirme endişesidir. ‘Azab eder’ diye değil de, ‘ Artık beni sevmez’ diye aşkının havfini çekmektir. Maşûkunun sevgisinden mahrum kalmak, aşığın en büyük korkusudur.

İşte takvâ, kişinin Rabbi ile arasında oluşturduğu bu sevgiyi yıpratmaması için her an tetikte durmasıdır. İşlediği kusurlar için dili ve kalbi ile devamlı bir istiğfar halinde olmasıdır.

“...Allah'tan, kulları içinde ancak hakkıyla bilenler (âlimler) sakınır” (3)

İttikâ, çok bilenlerin ulaştığı noktadır. “Hakkıyla bilenler sakınır” buyruluyor Kur’an-ı Kerim’de.  Kelâm-ı Kibar da ise “Takvâ bilginin bir sonucudur. Önemli olan bizden ‘Ne isteniyor, ne bekleniyor?’ un bilinmesidir. Takvâ, istenileni istenildiği şekilde yapmaktır” buyrulmuştur.

Takvâ sahibi olan insana "müttakî" denir. Kimlerin "müttakî" olduğu konusuna ışık tutan âyetler vardır. Örneğin Bakara Sûresi’nin ilk ayetlerinde; “Gayb’e inananlar, namazı dosdoğru kılanlar, Allah'ın kendilerine verdiğinden infak edenler, Rasûlullah'a ve ondan önceki (peygamber)lere, indirilenlere inananlar ve Ahirete yakîn bilgisi olanlar...” diye vasıflanırlar.

Yine “Gece boyunca da pek az uyurlardı (kalan saatlerinde de namaz kılar ve ibadet ederlerdi.)  Onlar seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi. Onların mallarında isteyenlerin ve mahrum olanların (isteyemeyenlerin) hakkı vardır”(4) âyetinde de müttakîlerin özellikleri sıralanmıştır.

Takvâ şeriat, tarikat ve hakikatin birlikte meczedilmis halidir. Bu hale sahip insanlar öyle bir kemâl üzeredirler ki “Onlar görüldüğünde Allah hatıra gelir.” Allah’ı hatırlatırlar.

Hucûrat Sûresi 13. âyet-i kerimede: “Ey insanlar! Muhakkak ki Biz, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Ve sizi milletler ve kabileler kıldık ki, birbirinizi (soyunuzu, babalarınızı) tanıyasınız. Muhakkak ki Allah'ın indinde en çok kerim olanınız (ikram olunanınız, en şerefli olanınız), (ırk ya da soy olarak değil) en çok takvâ sahibi olanınızdır. Muhakkak ki Allah, en iyi bilen ve haberdar olandır” buyrulmaktadır.  Burada da takvâ, Allah indinde Mü’minleri birbirinden ayırt edecek bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Zeyd (ra) bir köle idi. Ama Rasûlullah (sav) onu Mute harbinde orduya kumandan yapmıştır.  Yine Üsame (ra)… O da bir köleydi ve kölenin oğluydu ama onu da Peygamber (sav) orduya kumandan yapmıştır. Zaten bu âyet-i kerime bir köle üzerine, kölenin takvâsı üzerine inzâl olmuştur.

Takvâ kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de 250 küsur yerde geçmektedir. Bunlar: Şirkten sakınıp iman üzere olmak (5), isyandan sakınıp itaat üzere olmak (6), her hareketinde Allah'ın rızasını aramak (7)  manalarındadır. Ayrıca Takvâkelimesi iman (8), tevbe (9), ihlâs (10), tâat (11) ve günahları terk etmek anlamlarında da kullanılır.(12)

TAKVÂ ŞÜPHELİLERDEN SAKINMAKTIR
Şüpheli, haramın en yakın komşusudur. Harama düşmemek için gerektiğinde helâllerden de sakınmak elbette ki takvânın bir göstergesidir. Takvâ, helâlden sakınmak değil, haramdan ve haram şüphesi olan şeylerden sakınmaktır.

Hz. Ebu Bekir: “Biz bir şüpheliden sakınmak için, yetmiş helali terk ederdik.” (13) buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (sav) de: “Helal ve haram açık delillerle bellidir. Takvâya riayet etmek isteyen bir cihetiyle helal gibi görünüp, birçok cihetiyle harama yakın olan şüphelilerden sakınsın”(14) buyurmaktadır.

Yine Peygamber Efendimiz (sav) bir Hadis-i Şerifinde:"Kul mahzurlu olana düşerim endişesiyle mahzurlu olmayanı terk edebilecek duruma gelmeden, muttakîlerden (takvâ sahiplerinden) olamaz" buyurmuştur.

Fıkıh ve hadis âlimi Münâvî bu hadisteki ‘mahzurlu’ kelimesinin ‘harama düşme korkusu’ anlamına geldiğini, Fuzulî ise ‘helâlleri terk etme’ anlamında kullanıldığını ifade eder. Ama takvânın; nehyedilen ve münker olan şeylerden sakınmak, emredilen ve ma’ruf işleri yapmaktan ibaret olduğu açıktır.

TAKVÂ AZÎMETİ TERCİH ETMEKTİR
‘Fetvâ ve takvâ’, ‘ruhsat ve azimet’ kavramları birlikte kullanılan ve dinî hayattaki titizlik çizgisini gösteren ifadelerdir.

Fetvâ ve ruhsat, şer’i sınırlarda asgarî seviyeyi, olmazsa olmazı ifade etmektedir. Takvâ ve azimet ise şer’i sınırlara riayette titizliği gösterir. Emirlerde farzların dışında sünnet ve nafilelere de dikkat etmek, yasaklarda haramlardan başka mekruhlardan; hatta mübahların fazlasından sakınmak da takvânın göstergesidir.

Takvâda, ruhsattan kaçış, azimetle amel ediş söz konusudur. Dinde ruhsat verilmiş şeyleri sonuna kadar kullanan bir kimse,  zamanla şüpheli şeyleri de yapmaya başlar ve böylece haramlara yaklaşır.

Takvâ üç derecedir:
Avam’da takvâ: Ebedî olarak cehennem a- zabında kalmamak için, iman edip şirkten korunmaktır.  Havvas’ta takvâ: Büyük günahlardan kaçınmak, küçük günahları tekrar tekrar işlemekten uzak durmak ve farzları edâ etmektir. Ârifler’de takvâ: Bu takvânın en üst mertebesidir ki bütün benliği ile Allah'a yönelmek ve insanı Allah'tan alıkoyan her şeyden uzak durmaktır. Allah'tan yine Allah'a sığınmaktır. Hakiki takvâ budur ve Kur'an'da, inanan insanlardan bu takvâya sahip olmaları istenmektedir. "Ey imân edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin." (15)

“Kur’an takvâ sahipleri için bir hidayettir” (16) buyuruyor Cenab-ı Hak âyet-i kerimesinde. Kur’an insan için indirilmiştir ve onu insan okumaktadır. Kur’an, insanı muhatap almaktadır. Kalp, takvâya eriştiği oranda, insan için Kur’an’ın derinliklerine de mecralar açılmaya başlar. Duygular zarifleşir, nefsanî arzular körelir. ‘Kuluna şah damarından daha yakın’(17) olan Cenâb-ı Hak’la beraberlik duygusu gelişir. Gönül, bolluk anında Allah’a devamlı bir şükür; zorluk anında ise teslimiyet ve sabır elbisesine bürünür…

Koca okyanusların karşısında temsilen dünya hayatı bir damla kadardır. İşte bu kısacık ömrümüzde Rabbimiz bizden, O’nun azâmetine yakışır şekilde takvâ sahibi olmamızı istiyor.

Gönül âleminin muhafazası için Cenâb-ı Hak, “Ey iman edenler! Allah'tan korkun (ittikâ edin) ve sâdıklarla beraber olun” (18) buyurmaktadır. Ayet-i kerîmede takvâya ermenin yolunun sâlih kullarıyla beraber olmaktan geçtiği vurgulanmaktadır.

Ünsiyetimizi, yakınlığımızı kimlerle kuracağımıza çok dikkat etmemiz gerekir.

“Ya Allah ile olmak, ya da Allah ile olanlarla olmak… Allah ehli ile olmak tek çaredir. Gücün varsa Allah ile ol, yok ise Allah ile beraber olanlarla ol” buyrulmuş kelâm-ı kibarda.

Allah dostlarını sevmek, onlarla bir arada bulunmak, onlara gönül bağlamak kalbimize imanın tadının yerleşmesine vesile olur. İmanımızın hamlıktan çıkıp ilâhî aşkın sıcaklığıyla olgunlaşmasını sağlar. Allah’ın velî kulları, baktıkları zaman Hak nazarı ile bakarlar, konuştuklarında Hak kelâmı söylerler. Onların meclisinde kibir, gurur, nifak, haset yoktur. Ömürlerini boşa geçirmek istemeyen, alıp verdikleri her nefesi ihyâ etmeyi ganimet bilen uyanık gönüllüler, onların sohbetleri ile dirilirler.

“Kim takvâ sahibi olursa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, kendisine yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur" (19)

Sahabeden Ebû Zer (ra) anlatıyor: “Allah Rasûlü  (sav) bu âyeti okumaya başladı. Bitirdiği zaman bana dönüp: ‘Ebû Zer, insanlar bu ayete tutunsalar var ya bu âyet onların hepsine yeter’ buyurdu” (20)

İşte bu ayet, bütün insanları kuşatıcı bir anlam zenginliği barındırmaktadır. Takvâ, bir felâh kapısı olarak konuyor önümüze. Psikolojik, sosyolojik, ekonomik bütün sıkıntılarımıza çözüm yolu olarak...  Darlığa düşüp sıkıntılar içerisinde boca- ladığımızda, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diye bir soru geldiğinde aklımıza, çıkış yolu olarak ‘takvâ’ gösterilmiş bizlere. Takvâyı kuşandığımızda gönlümüze ve ondan ödün vermediğimizde Rabbimiz çıkış yolunu elbette gösterecektir bizlere…  Takvâyı en büyük sermaye bilmeliyiz.

Büyük Kur’an müfessiri Abdullah b. Mes’ûd (ra), bu âyetle ilgili olarak şu yorumu yapmaktadır: “Kur’an’da insana en çok ümit veren, ufuk açan âyet işte şudur: “Kim Allah’a karşı takvâ sahibi olursa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder...” (21)

Yine bir âyet-i kerîmesinde Rabbimiz: “Ey iman edenler! Eğer Allah'a karşı takva sahibi olursanız, O size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.” (22) buyurmaktadır.

Takvâ ehline verilen bu meleke ve basîret nuru, şüphelerin giderilmesini sağlayan bir nûrdur. Böylece takvâ ile basiret nûru arasında da bir ilişki oluşmaktadır. Nitekim takvâ ile kalbî bilgi arasında da irtibat vardır. "Allah'a karşı takvâ sahibi olun ki, Allah size öğretsin." (23)

Bütün bunlar, bizlere takvânın meyveleridir. Yüreğimize takvâyı yerleştiriyoruz, sonsuz bir ufuk açılıyor karşımıza. Takvâ ekiyoruz, Mü’min olarak nasıl bir tavır almamız gerektiğinin bilgisini biçiyoruz.

Kalpte doğruya-eğriye karşı ilhamlar başlıyor, eşyanın hakikatine varma şuuru, idrakine erişiyoruz. İnsan bütün problemlerini Kur’an ve sünnetle çözüyor. Çünkü Kur’an insanın şerhidir. Kur’an’da ne varsa insanda vardır, insanda da ne varsa Kur’an’da vardır...  

Böylece hikmetler âyân olur… Gözlerin göremediğini, zihinlerin idrak edemediğini kalpler sezer ve hikmetler tecelli eder. Uzaklar yakınlaşır, zorluklar kolaylaşır. Akılla kavranması güç olan sırlar, takvâyla derinleşen kalplerde hikmetle çözülür. Takvâda kemâle eren bir kalp, artık nazargâh-ı ilâhî olma şerefine erişir.

Takvâ ile Cenâb-ı Hakk’a dostluk ve vuslatta mesafe alınır. Bu dostluk ve yakınlığın neticesinde, Cenâb-ı Hak kulunun gören gözü, işiten kulağı, konuşan dili, tutan eli, hisseden kalbi olur…

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 ŞUBAT SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Bu kategoriden diğerleri: « CENNETE ADANAN ÇOCUK GÜZEL AHLÂK-2 »

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort