JoomlaLock.com All4Share.net

TASAVVUF İLMİNİN TAHSİLİ VE GEREĞİ

tasavvuf ilmi

Tasavvuf İlminin Tahsili ve Gereği - Mücahit OMURTAY

Sayı : 81 - Eylül 2014

 

Tasavvuf İlminin Tahsili ve Gereği

 

Besmele, hamdele ve salveleden sonra 1988’den 2010 yılına kadar İsmail Çetin hazretlerinin sohbetlerinden, eserlerinden ve mektuplarindan derlediğim, istifade ettiğim bazı hatıraları da siz kardeşlerimin istifadesine sunmak istedim. Bunlar o hazretin denizindendir. Ancak şunu söylemeliyim ki o incilerin farkına Hâce Hazretleri’ni tanıdıktan sonra vardım. Bir kusur var ise o kusur ve hatalar bu hakirin nefsindendir. 

Bir Hatıra

1994 yılında İsmail Çetin Hocaefendi tasavvufta ilk istifadesinin bir köpek vasıtası ile olduğunu söyledi “Nasıl efendim?” diye sorduğumuzda:

Van’da bir eseri okumak icin üstadı kendilerini İran tarafında bir âlime gönderir. Eseri okuyup geri döndüğünde bilmeden bir Ermeni köyüne yolu düşüyor. Karnı aç oldugu için ekmek pişiren bir kadına “Holte bana ekmek verir misin?” deyince, “holte”nin Ermenice’de çirkin bir anlamı olduğu için kadın kızar ve oradaki büyük bir köpeği üzerine salar. Üstad ürker ve köpeğe yönelerek “Bana değme, ben Allah yolunda bir talebeyim.” der

Köpek o anda sakinleşir kafasını bu ilim talebesinin ayaklarına kor ve kendi halince saygı göstermeye başlar. Üstad buyurdular ki: “Ben o anda anladım ki Allah yolunda olana köpek dahi değmiyor. Benim tasavvufta ilk dersim budur.”

Tasavvufun hükmü hakkında dediler ki:

İlmi tasavvufun hüküm ve nisbeti yani tahsili her mükelefin üzerine farzı ayndır. Allahu Teâlâ’nın emrini yerine getirmeye, yasaklarından sakınılmaya zahiri azalar yararlı olduğu gibi, böylece batını yararli haline getirecek güzel niyet beslemek, ihlâs ve bunlardan sonra kalbî vecibelerin bilinmesi de farzı ayndır. İmam Gazalî (rh) diyor ki; ‘Bilmiş olalım ki her hâlukârda farzı ayn olan ilimler 3 tür; 1. İlmi Tevhid, 2. İlmi Şeriat, 3. İlmi Sır.’ Yani kalbe bağlı olan bilgiler demektir. “İlmi talep etmek her Müslümana farzdır.” (İbn Mace) mealindeki hadisin hükmü altına giren bütün ilimlerin hükmü farzdır.

Hatta denilmiş ki 1. Farzdan önce farz nedir, denilse; 

“Hadisenin vuku anında farzdan önce, farzı aynı hadiseyi yani farzı işlemeden önceki ilmidir.”

2. Farzın içindeki farz nedir, denilse;

“O hadiseye başlarken yani farzı eda ederken, öğrenmekte ve amel etmekte ihlas.”

3. Farzdan sonra farz nedir, denilse;

“Farza bağlı olan bilgiyle birlikte farzı ödedikten sonra havf/korku ve reca/ümüt beslemektir.” cevabi verilir.

Bazı meşayıh şöyle buyururlar: “Müslüman olana, büluğ çağına erene yakîninin çoğalmasının tahsili, nefsin tuzaklarını bilmesi, gizli desiselerini araştırması, kalbe gelen kötü hislerin bilinmesi için batınî ilimlerin tahsili farz olur. Aynı zamanda o vakitte kendisiyle Allah arasında olan kalbi muamelenin durumları, ilmin ve temiz ahlâkın tahsili vacip olur. Namaz ve benzeri gibi vakit ve hadiselere bağlı olan farz ilimlere hilafla, Müslüman veya aklı baliğ olduktan sonra fırsat bulup da kalp muamele ilmine çalışmayan farzı terk etmiş olur ve kıyamet gününde ondan sorumlu olur.” (Şerhü Aynil İlim ve Zeynül Hilm)

Nasıl öyle olmasın ki ilmi sır veya tasavvuf dendiği zaman o öyle bir ilimdir ki kalpleri özleştirip cam gibi saflaştırır, hayvanî tabiatı temizler.

Müslüman ulemanın nazarında kulun zahirine ve azalarına bağlı olan bilgilere tefekkuh, batınına ve kalbe bağlı olan bilgilere tasavvuf denir. 

Bunu anladıkları için ashabı kiram (ra) kalbi itikat, niyet ve güzel ahlâk melekesiyle işe başlarlardı. Hatta aralarında tasavvuf ismi olmasa bile kalbî işlere o kadar önem verirlerdi ki; Resûlullah’ın (sav) huzurunda cennet ve cehennemden bahsettiği zaman, şuurlarında ölümden sonraki hayatı istihzar ederek cennet ve cehennemi kalben görür gibi olurlardı. Hazreti Huzeyfe’nin (ra), huzur-u Resûl’de kalbiyle müşahede etmiş olduğu şeyi, ayrıldıktan sonra bulamayınca nifaktan korkması gibi.

Efendimiz’in, “Nefsim kudretiyle yaşayan Allah’a and olsun!

Benim nezdimdeki hâl üzere ve zikirde devamlı kalmış olsaydınız elbette melekler yataklarınızın üzerinde, yollarınızda sizinle musafaha ederlerdi.”

Hicrî 386’da vefat eden Şeyh Ebû Talip el-Mekkî (rha) bu hususta “Vuslatı isteyen mürit, zikir ve ilimlerle ubudiyet sıfatlarının sebepleriyle, şeytanî ve nefsanî ahlâkı içtenlikle ihlâs üzere iman eden kâmil insanların ahlâkıyla hayvanî tabiatlarını ruhanilerin tabiatı ile değistirmedikçe “Ebdallar”in içerisine giremez. Ve bi netice mukarreblerden, Allah’a yakın olanlardan sayılmaz. Ne zaman bu gerçekleşirse o zaman mürit mukarreb ve ebdal denilen evliya zümresine dahil olur. Amma er amma erbaş yani erenlerden olur. Hadi ey hodbin nefsim sen de nefsini Hâce Hazretleri’nin ayakları altında kurban et ki insan olasın. Bir dahaki yazımızda görüşmek ümidiyle Baki Hüda’ya emanet olunuz.

 

Yazar: Mücahit OMURTAY

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort