JoomlaLock.com All4Share.net

TASAVVUFTA HİLAFET VE VEKÂLET -1-

“Hani, Rabbin meleklere, Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, demişti.” (el- Bakara: 30)

1. Tasavvufta Halîfe ve Hilâfet

Şeyhi adına irşad faaliyetinde bulunan ve sırlanmasından sonra yerine geçen kimse demek olan halîfe însân-ı kâmil anlamında bir tasavvuf terimidir. Sözlükte “arkada olmak, birinin arkasından gelmek, yerine geçmek” anlamlarına gelen half kökünden türetilmis olup “birinin yerine geçerek işini, görevini devam ettiren”1 şeklinde açıklanan halîfe kelimesi (çoğulu hulefâ, halâif) terim olarak biri siyasette, diğeri tasavvufta olmak üzere başlıca iki alanda kullanılmaktadır. Bir kimsenin diğer bir zatın yerini tutmasına hilâfet, halife tayin etme işine de istihlâf veya tahlîf denir.2

Ayrıca hâlîfe, müslümanların gerek din ve gerekse dünyâ islerini yapma konusunda Hz. Peygamber’e vekâlet etmeleridir. Halîfe olan kimseye imam da denir. 3

Halîfenin topluma karşı durumu vahiy ve peygamberlik hariç tutulacak olursa Peygamberin durumu gibidir. O hem dînî hem dünyevî yetkilere sâhip olan kimsedir.Bu bakımdan  İslâm’ın rûhuna aykırı olmayan bütün emirlerine uymak gerekir. Hz.Peygambere vekâleten yönetmek ve halkı idâre onun en önemli vazîfeleri arasında yeralır. 4

Halîfe ve hilâfet konusu üzerinde durarak bunu tasavvufun temel bir kavramı hâline getiren   İbnü'l Arabî ve onu tâkib edenler olmuşlardır.   İbnü'l Arabî’ye göre Allâh’ın halîfesi kendisinde isim ve sıfatlarıyla en güzel bir biçimde tecellî ettiği insan-ı kâmildir. Bir mühür nasıl hazîneyi korursa Allah da insan-ı kâmil olan halîfesi ile halkı ve mülkü öylece korur. 5

Allah'ın kulunu halife kılması mutlak, kulun rabbini halife kılması mukayyet bir hilâfettir. İbnü'l-Arabî’ye göre Allah'ın yeryüzündeki halifesi peygamberlerdir.

Peygamberler O'nun hükümlerini O'nun adına insanlar arasında uygularlar. Hz. Muhammed'den (sav) sonraki halifeler Allah'ın değil Reûulü’nün halifeleridir, çünkü O’nun getirdiği şeriatı uygularlar, uyguladıkları hükümleri de rivayet yoluyla Peygamber’den alırlar. Bunlar zahiri mânâda halîfedir. Halbuki velîler arasında doğrudan doğruya Allah'tan hüküm alan halifeler de vardır. Onların Allah'tan hüküm almaları peygamberlerin hüküm almalarının aynıdır.  İbnü'l-Arabî, devletin basında bulunan ve halife adını alan sultanlarla Allah'ın halifeleri olan velîleri birbirinden ayırır; “Birinciler zahiren, ikinciler ise manen halifedir” der. 6

Tarîkatta Halîfe; Halîfe olan kimseye “hilâfetnâme” veyâ “icâzetnâme” verilir. Hilâfetnâme sınırsız yetkiler için verildiği gibi, meselâ sâdece zikir telkini veyâ rüyâ tâbiri gibi görevler için de verilebilir. 7 (Bu bölüm İsmail Hakkı Bursevi hazretlerinin Tuhfeyı Hasekiye adlı eserinin birinci cildinden alınmıştır.)

Hazreti Ğavs Abdulhakim Bilvânisî (ks) bir sohbetlerinde, halifelik üç kısımdır,
Birincisi: Cenabı Hakk'tan doğrudan Resulullah’a (as) gelir, O'ndan da silsiledeki sâdâta, onlardan da hayattaki mürşide bildirilir. Mürşid de halifelik emri gelen kişiye tebliğ eder. Bu kişi bu emri reddedemez. Bu özellikteki kişi kalb, letâif ve Nefyu isbat virdini sırası ile çekip bitirmiştir.

İkincisi: Mürşid, kendi şeyhi veya silsiledeki başka meşayihlerle istişare kurarak bazı zâtlara halifelik verebilir. Bu zât da aynı şekilde seyri sülûkunu tamamlamıştır.

Üçüncüsü: Mürşid; uygun gördüğü bir
şahsa, kısa zamanda vazifesini tamamlatır veya onu çileye tabi tutar veyahutta kendi görüş ve yetkisine dayanarak bir kişiye hilafet verebilir, buyurmuşlardır.

Tasavvufi manada hilafet yukarıda yeteri kadar açıklandı, kanaatindeyiz. Tasavvuf tarikatlar olarak kurumlaştıktan sonra yapılan her uygulama isimlendirildi ve bazı kurallara bağlandı. Halifelik de bu manada belli bir silsile aracılığıyla gelen kâmil insanların zahirde mürşidleri tarafından tasdik edilmeleri için tahsis edilmiş bir makam oldu. İşin gerçeğine bakarsak baş tarafa aldığımız ayeti kerime aslında Cenabı Hakk’ın insanı yaratırken muradı ile alakalı bir durumdur. Çünkü Halık-ı zü’l-celal hazretleri bizi yaratırken her birimizi kendine halife namzeti olarak yarattı. Ayeti kerimenin devamında meleklerin Cenabı Hakk’a ilticaları gibi bir çoğumuz, yaradılış gayemizi yani halifelik vazifemizi unuttuk. Ancak bu hakikati idrak eden ve ona göre hayatını tanzim ederek bu halifelik vazifesine sahip çıkan Hakk’ın dostları muradı ilahinin tahakkuk etmesine vesile oldular. Cenabı Hak celle celaluhu hazretleri de yeryüzündeki işlerini onlarla gördü. Bu manada peygamber efendilerimiz ezelde takdir edildikleri için vazife icabı farklıdırlar. Yukarda da İbnü'l-Arabî hazretleri’nin buyurduğu gibi peygamberlik vazifesi dışında Hak’la ilişkileri aynıdır.

Meseleye bu cepheden baktığımızda günümüzde mürid bulmak zorlaşmışken mürşidlerin yani halifelerin bu kadar çok olması biraz garip bir durum olsa gerek. Yukardaki tanımlara ve açıklamaya göre günümüzdeki halifelik iddiasında bulunan insanlar bahsedilen tanımlara uyuyorlarsa bu kadar fazla olmasının bir mahsuru yoktur. Bilakis bu kadar Hak dostuyla aynı havayı teneffüs ettiğimiz için ve aynı zaman ve mekânda bulunduğumuz için şeref duyarız. Fakat bunun böyle olmasının da bazı kriterleri vardır:

1-Halife olan zatın şeyhinden yazılı bir icazeti var mı veya ihvan kardeşlerinin ekser çoğunluğunun olduğu ortamda şeyh efendi o zatı işaret buyurmuş mu?
2- İlmi ehliyeti var mı?    
3-Sulûkunu ikmal etmiş mi?
4-Şer’i şerife uygun bir yaşantısı var mı? Yaşantısı sünneti seniyyeye uygun mu?
5-Genel olarak zahir ve batın ilmini kendinde birleştirmiş, diğer bir deyişle ilmiyle amil ulemanın çoğunluğu onun irşada ehliyetli olduğuna kanaat getirmiş mi?
6-İnsanlarla maddi olarak ilişkileri hangi düzeyde? Genelde alan sınıfında mı yoksa elinde az bir şey bile olsa paylaşan biri mi?
Yukarıda sorduğumuz sorular birincisi hariç bir insanda mevcutsa o insan zaten Allah’ın halifesidir. Çünkü o yeryüzünde Allah’ın istekleri dışında bir şey zaten yapamaz. Gönlü her zaman Hakk’a dönük olduğu için ilahi ilhamlara muhatap olur. Rabbi onun gören gözü tutan eli yürüyen ayağı olur. İlahi muhafazanın içine alınır. Yani enbiyayı izam hazeratı nasıl masum iseler, bu vasıflardaki zatlar da mahfuz olurlar.

İşte böyle bir yaşantıya, hâle, iradeye ve anlayışa sahip evliyaullahı izam hazeratı gerçek manada halifetullahtır. Açıkçası onlar icazetlerini Allah’tan almışlardır. Onlar yeryüzünde her işlerini Allah adına ve Allah için işlerler. Hakk’ın rahmeti ve merhameti onlarda tecelli eder. Halka şefkat ve merhamet nazarı ile bakarlar. Fakat ilahi hudutlar aşılmaya başlandığında Allahü zülcelâl hazretleri’nin celali onlarda tecelli   ederek canları pahasına mücadele ederler. Çünkü onlarda Allah aşkı mükemmel derecede olduğu için maşukun incinmesine asla tahammül edemezler.    

Bunun aksine bugün “Ben falanın halifesiyim.”, “Filan zamanda bana rüyada verdiler.”, “Ben bir gün yanlarındayken sadece bana söylediler.”, “Şeyhimin zamanında sulûkumu bitiremedim ama siz bana intisab edin ben sonra sulûk bitiririm.” gibi ispatı mümkün olmayan şekillerle hilafet veya şeyhlik iddiasında bulunmak manevi yol kesicilikten başka bir şey değildir. Ğavs (ks) hazretlerinin “Eğer birisi şarkta, birisi garbda iki müridiniz aynı anda sekerat haline düşmüşken ikisinin de imanını kurtarmaya koşamayacaksanız, gidin dağda eşkıyalık yapın, ümmetin imanıyla uğraşmayın. Daha az günah işlemiş olursunuz.” buyurduğu gibi bir duruma düşmemek gerekir. Yine büyüklerimiz “Eğer bu şeyhlik iddiasında bulunanlar bu işin zorluğunu bilseler arslandan kaçan ceylan gibi bu işten kaçarlar.” buyurmuşlardır.

Meselenin bir de Cenabı Hak tarafından vehbi olarak verilen zatlar vardır ki; onlar genelde sır olarak kalmayı tercih etmişlerdir. Açığa vuranların ise alnına adeta “Bu velidir” damgası vurulmuş gibi belli olurlar. Fakat bunlar azın da azıdırlar. Kaideleri bozacak kadar fazla  değildir.  

Meseleyi büyüklerimizin bir menkıbesiyle daha anlaşılır hale getirelim,

Gavs (ks) ile birlikte irşada gidenler anlatıyor:

Şah-ı Hazne (k.s.)'nin vefatından iki üç ay önce, kışın en şiddetli olduğu bir zamandı. Birkaç yerleşim merkezine uğradık. Herkes tövbe alıp tarikata intisab etti. Kermete adlı beldeye vardık. Yine herkes tevbe ile tarikat aldı. Yalnız köyün imamı Molla Ali almadı. Köy halkının ricasına Molla Ali şöyle diyordu;

-Eğer Şeyh Abdülhakim gerçekten işinin eri ise beni yolumdan çevirsin. Ben kimseden el almam.

Bu sözler Gavs’a (ks) bildirildiği zaman mübarek şöyle buyurdu;

- Hazret’e (ks) sormuşlar, Efendim, falanca zat seyrü sülükte şu kadar zaman kaldığı halde halifelik alamadı. Bunun hikmeti nedir? Hazret (ks) der;

- Merkep yavrusu doğumundan ne kadar zaman sonra ayağa kalkar? Hazret’e (ks) bu soruyu yöneltenler;

- Beş dakika sonra Hazret (ks) devam eder;

- Peki, insan yavrusu ne kadar zaman sonra yürümeğe başlar?

- Bir seneden sonra, diye cevap verirler. Hazret (ks):

- Ne kadar zaman sonra akıl baliğ olur, derler. Karşısındakiler;

- Takriben 14-15 yaşlarında akıl baliğ olur, derler. Bütün bunlardan sonra Hazret (ks) der;

- İnsan yavrusu uzun süre terbiyede kaldıktan sonra insan oluyor. Merkep yavrusuna gelince doğar doğmaz ayağa kalkıyor, fakat yine merkep oluyor, der.

Gavs (ks) Hazret’ten (ks) bu nakli yaptıktan sonra şöyle der;

- Çocuğa önce ana sütü, sonra süt, sonra da hazmedeceği şeyler verilir. En sonunda yemek verilmeğe başlanır. Yeni doğan çocuğa ekmek verilmez, çünkü boğulur.

1 Ayrıca bknz. Râgıb el- İsfehânî, el-Müfredât, “hlf” md. ; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “hlf” md. Lisânü’l-
‘Arab, “hlf” md.
2 Süleyman Uludag, D A, Halîfe Md., c. XV, s. 229; Bknz. Osman Türer, Anahatlarıyla Tasavvuf
Târihi,  İstanbul: Sehâ, 1995, s. 110.
3 Ziyâ Kazıcı,  İslam Müesseseleri Târihi, İstanbul: Kayıhan, 1991, s. 27.
4 Kazıcı, a. g. e. , s. 25.
5 İbn Arabî, Füsûsu’l-Hikem, Haz. Mustafa Tahralı-Selçuk Eraydın, 3. Bsk.,  İstanbul: Müifv Yay. ,
1999, c. I. ,s. 128-133.
6 Süleyman Uludag, D A, “Halîfe” c. XV., s. 300.
7 Türer, Anahatlarıyla Tasavvuf Târihi, s. 110-111

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort