JoomlaLock.com All4Share.net

ÜSTAD ŞEYH ABDURRAHİM EL ÇOKREŞİ -1-

1928 yılında dünyaya geldi. Üstad Yahya el-Çokreşinin büyük oğludur. Henüz altı yaşındayken Kur’ân-ı Kerim’i öğrenerek öğrenim hayatına başladı. Medrese tahsili aralıksız olarak 21 yaşına kadar devam etti. Öğreniminin büyük bölümünü babası Üstad Yahya Efendinin yanında tamamlamakla birlikte büluğ çağından itibaren genellikle yazları, babasının telkiniyle, Norşinde Şeyh Taha Hazretlerinin yanında bazen de Muş’un meşhur ilim merkezlerinden birisi olan “Ohin” köyünde Şeyh Alaaddin’in yanında teberrüken dersler almıştır. Klasik medrese eğitim sisteminde yer alan Arapça Sarf ve Nahiv bilgisi, Mantık ve Belagat’ın yanısıra Temel İslam İlimleri içinde yer alan Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Kelam dersleri alarak öğrenimini tamamlamıştır. 21 yaşındayken babası medresesinin tüm sorumluluğunu kendisine tevdi etmiştir. 26-27 yaşındayken babası Üstad Yahya Efendinin yanında tassavvuf eğitimini tamamlamış ve irşad iznine erişmiştir. O andan itibaren başta kardeşleri ve akrabaları olmak üzere memlektin dini aydınlanmasında ve yaşantısında büyük hizmetler deruhte eden bir çok alim şahsiyetin yetişmesinde başlıca pay sahibi olmuştur. Yetiştirdiği seçkin öğrencilerinin tassavvuf eğitiminde de üstadı olmuştur.

Kişisel Özellikleri
Babasından devraldığı İslama, ilme ve toplumsal barışa hizmet bayrağını ileri noktalara taşımıştır. İslam fıkhına vukufiyeti ve toplumsal barışı sağlamaya olan adanmışlığı, sabrı ve feraseti sayesinde memlekette yaşanan biçok kişisel, ailevi ve toplumsal sorunu İslam fıkhı çerçevesinde çözmesine vesile olmuştur. Engin anlayışı, şefkat ve merhametinin en büyük delillerinden birisi vefatı sırasında mahşeri bir kalabalığa şahitlik eden Çokreşi köyüne akın eden her kademedeki sevenlerinin adeta söz birliği etmişçesine söyledikleri, ‘Beni çok severdi’ sözüydü. İnsanların yaşadıkları sorunları, uğradıkları haksızlıkları ortadan kaldırmak onun en büyük mutluluk kaynağıydı. Müminlerin sorunlarına karşı duyarsızlığı, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” hadis-i şerifinin zecrine maruz kalmak olarak değerlendirirdi. Gecenin bir yarısında uzak yakın bir diyardan dertli bir müminin telefonla onu araması hoşgörüyle karşılanan sıradan olaylardandı. Muhatap olduğu zengin-fakir, vasıflı-vasıfsız, alim-cahil, akıllı-deli herkese hiçbir tasannuya meydan vermeden doğal, mütevazı ve ihtiramlı bir üslupla davranması “Alimler Nebilerin varisleridir’ hadisini ihtar ederdi.

Eserleri
Babası Şeyh Yahya Efendinin vefat işaretlerini kaleme aldığı bir eserinin yanısıra, İslam hukukunda Boşanma ve Cumanın Sıhhat Şartlarına ilişkin yayına hazırlanmakta olan risaleleri bulunmaktadır.

Önde Gelen İzinli Talebeleri:
Kardeşleri: Şemseddin Efendi, M. Emin Efendi, M. Said Efendi (merhum), Raşit Efendi
İbrahim Efendi (Dayısının oğlu, Şeyh Abdurrahman Efendinin torunu, Şeyh Abdulbakinin oğlu)
Molla Burhanettin (Dayısının oğlu, Şeyh Abdurrahman Efendinin torunu, Abdullah Efendinin oğlu)
Molla Muhammed (Akrabası, Karayazının Ağaçlı Köyünden, Molla Abdulaziz Efendinin oğlu)

Molla Bahtiyar (Karayazılı bir alim, merhum)
Molla Muhammed (Binpınarlı, Horasanda yaşıyor)
Molla Abdulaziz (Karaçoban Yoncalı Köyünden)

Bu bölüm Üstad Şeyh Abdurrahim El Faruki El Çokresi (ksa) Hazretlerinin kardeşinin oğlu ve uzun yıllar hizmetinde bulunan Hikmetullah Sami’nin hatıratlarından oluşmaktadır.
Rivayeten Hikmetullah Sami anlatıyor:

Üstadın küçük kardeşi Raşid amcam bana anlattı: “Babam Şeyh Yahya hayatta iken beni Karayazı ilçesi Elmalıdere nahiyesine bağlı Hasanava köyüne Ramazan ayında imamlık yapmam için beni gönderdi. Bir gün rüyamda babam Şeyh Yahya’yı gördüm. Rüyada benim teveccühümü yapıyordu, onunla beraber tövbe kelimelerini de söylüyordum, başımı kaldırdığım zaman bazen babamı bazen de ağabeyim üstad Şeyh Abdurrahim’i görüyordum. Sabah kalktığımda Çokreşi’den iki kişi gelmişti. Bana dediler ki; babanız çok hasta, senin için geldik. Hep beraber Çokreşiye geldiğimizde baktım ki babam çok hastadır. Bana dediler ki bir gün önce babanız Şeyh Yahya bütün komşu ve akrabaları çağırmış, tövbe ettirmiş, siz de tövbe edin. Ben bir gün önce gördüğüm rüyamı hatırladım onlara anlattım. Seyda benim tövbemi ettirdi ve bana gösterdi ki bundan sonra hizmetim abim Üstad Şeyh Abdurrahim’in yanında olacaktır, dedim. 20 gün sonra Babam Şeyh Yahya   Allah’ın rahmetine kavuştu. Ben anladım ki babamızın tek vekili abimiz Üstad Şeyh    Abdurrahim’dir. Bir süre sonra Seyda’ya teslim oldum. Tasavvuf derslerine başladım. Seyda’dan rica ettim, himmetiniz olsa sabah namazından önce hizmetlerimi yapmak isterim dedim. Uzun bir zaman istediğim vakitte kalktım, hizmetimi yaptım. Bir zaman sonra bazı geceleri uykudan kalıyordum, bakıyordum ki pencereden Üstad Şeyh Abdurrahim’in sesi geliyordu. Muhammed Raşid, Muhammed Raşid diye iki defa beni çağırıyordu. Ben kalkıp sağa sola bakıyordum. Üstad yok, taaccüp içinde kalıyordum ve bakıyordum ki tam ibadet yapacak zamandır. Bu olayı sekiz on defa gördükten sonra bir gün Üstada söyledim, siz her gece gelip beni çağırıyorsunuz. Üstad dedi ki; siz sâdâtı kiramlardan yardım istiyorsunuz onların ervahları da sizin yardımınıza geliyorlar, dedi. Üstad Şeyh Abdurrahim’in her sözü bize ilaç gibiydi, bize ne dediyse aynen öyle olurdu. Biz de tamamen Üstadın büyüklüğüne inandık ve Üstada teslim olmuştuk.

Hikmetullah Sami anlatıyor: Şeyh Yahya’nın halifelerinden Seyda-ı Molla Reşit vefat etmişti. Üstad bizi taziyeye gönderdi. Ben, amcam Muhammed Raşid, Seyda’nın büyük oğlu Şerafettin amca, Cemalettin ve M. Abdülhamit ile birlikte Muş’un Bulanık İlçesi Tırtop köyüne taziyeye gittik. Bir gece kaldık ve geri döndük. Van’ın Erciş ilçesinde kardeşim askerlik yapıyordu, onu ziyaret edip geri döndük. Dönüşte Karayazı tarafından köye gelirken Goma kumur tepesinde çok tehlikeli kaza geçirdik. Kazadan sonra kendimizi toparladık. Yavaş yavaş gece geç vakitlerde köye ulaşabildik. Aramızda bu gece Üstad Şeyh Abdurrahim’e kaza yaptığımızı söylemeyelim diye kararlaştırdık. Köye geldiğimizde baktık ki sofi Fayık geldi. Üstad sizi çağırıyor dedi. Divana gittik, Üstad halen mahzun bir şekilde bizi bekliyordu. Seyda’yı ziyaret ettikten sonra, bizlere bakarak Elhamdulilah sizler sağ salim geri döndünüz, arabanız nasıl oldu ? diye sordu. Gördük ki Seyda’nın bizim kaza yaptığımızdan haberi varmış gibi. Biz dedik ki biz kaza yaptık, bizde bir şey yok ama arabada hasar var. Elhamdülillah sizde bir şey yok ya, arabanın hasarı tamir edilir, dedi. Bundan sonra Üstadın rengi açıldı, bize yemek çay ikram etti. Ben eve geldiğimde baktım annem hala beni bekliyordu. Dedim: anne bu ne telaştır? Dedi ki: sabahleyin kalktığımızda Üstad Şeyh Abdurrahim’in sadaka dağıttığını gördüm, sordum bu ne sadakadır? Üstad dedi ki: çocuklarımızın önünde büyük bir felaket vardır, sadaka dağıtın, dua edin ki inşaallah hafif bir şekilde atlatırlar. O zaman anladım ki biz daha kaza yapmadan Üstadın bu kazadan haberi olmuştu.

Başka bir gün Vartolu Molla Muhammed ve Molla Vechettin divana misafirdiler. Yatsı namazından sonra Üstad misafirlere çay ikram etti. Birkaç dakika sonra ısrarla çaylarınızı alın dedi. Biraz gecikince bir daha Müslüman çaylarınızı alın, sonra başka misafirler gelir, çaylar ayak altında kalır, dedi. İki dakika dolmadan baktık ki Ulucanlar köyünden yirmi kişi arabayla geldiler, çaylar ayaklar altında kaldı. Molla Vechettin benden sordu: Seyda niye böyle yaptı? Ben de ona “Senin inancın az olduğundan dolayı böyle yaptı ki inancın biraz daha sağlam olsun” diye söyledim.

Hikmetullah Sami anlatıyor: Ova Yoncalı köyünden birisi Karayazı ilçesi Ulucanlar köyünden muhtarın kardeşini İstanbul’da öldürmüştü. Bu olay iki ay önceden olmuştu. Bir gün Üstad beni ve büyük oğlu Şerafettin’i çağırdı. Dedi ki: Siz hemen yarın Ulucanlar köyüne gidin, muhtarın evine misafir olun, öğle yemeği yiyin, selamlarımı söyleyin, geri dönün. Biz Üstada dedik ki: Yollar çamurludur, araba gitmiyor. Seyda kızarak arabayla gideceğiniz kadar gidersiniz, ondan sonra yaya gidersiniz, dedi. Sabah kalktık ve gittik. Arabamız yarı yolda kaldı, yolun kalan kısmına yaya olarak devam ettik. Çamur içinde çok zorlu bir yolculuktan sonra muhtarın evine misafir olduk. Baktık ki muhtarda bir tedirginlik var, ama bu tedirginliğin sebebini bizden gizliyordu. Telefona çağırıyorlar, eve çağırıyorlar, bir türlü rahat duramıyordu. Biz sorduğumuzda bize kaçamak cevap veriyordu. Israrlarımızın sonunda dedi ki: Bize haber geldi ki düşmanlarımızın büyüğü Erzurum’dan Karayazı İlçesine gelecekmiş, biz de adamlarımızı Karayazıya intikamımızı almak için gönderdik, onu bekliyorlar dedi. Düşman dedikleri yetmiş yaşında Seyda’nın halifelerinden Molla      Abdülaziz idi. Tabi ki biz bunu duyunca Üstadın niçin bizi Ulucanlar Köyüne gönderdiğini o zaman anladık. Uzun uğraşlarımızdan sonra onları Karayazı’dan olay olmadan geri köye getirdik. Çokreşiye geri döndük. Üstadın yanına geldiğimizde, neler yaptınız, onların durumları nasıl idi? diye bizden sordu. Biz böyle bir durumla karşılaştığımızı söyledik. Seyda:İyi ki siz gittiniz, büyük bir belanın def edilmesine sebep oldunuz. Allah hayrınızı kabul etsin dedi. Bundan sonra barış girişimlerine başladı, sonunda maktulün eşi ile oğlu köye geldiler. Üstada dediler ki: eğer siz söz verip, Allah’a dua edip, kanımızın yerde kalmamasını dilerseniz davayı size bırakırız Üstad da aşağıdaki (Kabristandaki) büyüklerimizin ziyaretlerine gidin, orda Allah’a dua edin inşaallah hakkınız yerde kalmayacaktır dedi. Bunu duyunca davalılar da davasını Seyda’ya teslim edip, İstanbul’a gittiler. Üstad da katilden İstanbul’da bir ev ile dört milyar lira diyet aldı ve onları barıştırdı. Bu parayı dört beş ay sonra maktulün kardeşi ve oğlu almak için Çokreşiye Üstadın yanına geldiler. Seyda bana emir etti. Ben o parayı getirdim, sayarak teslim edeceğim zaman kapıdan komşu köylerden birisi içeri girdi, Üstadı ziyaret etti. Üstad sordu Hınıs ve Karaçoban tarafından havadislerin neler var? O adam dedi ki: Şeyhim dün akşam Ova Yoncalı köyünden Ali’nin oğlu  (yani katil) ceza evinde ölmüş. Üstad gülümseyerek maktulün oğluna baktı. Allah’ın adaletine bakınız. Siz paranızı almadan Allah tarafından hakkınız icra edildi, dedi ve ben o parayı teslim ettim. Bunlar Üstaddan özür dileyerek ve neşeli bir şekilde divandan ayrıldılar.

Ben on beş yıl Üstadın hizmetindeydim. Üstad hiçbir zaman dünya malı için insanları sevmezdi, insan ayrımı yapmazdı, hatta çoğu zaman yaşlılar çocuklar ve delileri daha fazla sevdiğine şahit oldum. Bir zaman Üstadın büyük oğlu Şerafettin kızarak babam beni sabah erken çağırmış, git misafirlere kahvaltı ver, diyordu. Gelin misafirlerimizin kimler olduğunu görün. Ben gittim, baktım ki divanın içinde beş tane deli yatıyordu. Bazen deliler ve sahipsiz insanlar için özel muamele yaptığına şahit oldum. Hiçbir zaman herhangi bir insana kusurlarını yüzlerine söylediğini görmedim. Bazen aracılarla bazı insanları uyarıyordu. Hatta bir gün dedim ki, siz niye yüzlerine söylemiyorsunuz da aracılara söylüyorsunuz ? Kızarak, işlerime karışma, dedi. Üstad insanlara karşı mütevazı ve saygılıydı. Hiçbir zaman cemaatlerin içinde kendine ayrı bir özellik tanınmasına izin vermiyordu. Sürekli misafirlerle beraber aynı sofrada yemeklerini yiyordu. Hatta bazen misafir olmadığı zaman hizmetkârlarla beraber aynı sofrada aynı kapta yemek yiyordu. Üstad zalime karşı mazlumun hakkını kendi hakkıymış gibi savunurdu. Yanına gelen davaları barışı sağlamadan bir iki sene devam etse bile yarıda bırakmazdı. İlla ki o davayı barışla bitirirdi. Hatta bir sefer dedim ki; siz niçin bu kadar davalarla kendinizi yoruyorsunuz? Bizim bile tahammülümüz kalmadı. Dedi ki oğlum Allah’ın bana verdiği nimetleri Allah yolunda harcamasam Allah’ın huzurunda ne cevap vereceğim. Ölüme kadar bu yola devam edeceğim dedi, Öyle olmuştu ki memleketimizin davalarının yüzde sekseni Üstadın yanına gelip, burada hallolurdu. Üstadın ayrı bir özelliği de cemaatleri ve misafirleri çok seviyordu. Sürekli cemaatin içinde kalıyordu. Sabah saat dokuzda evden gelip divana geçiyordu. Yatsı namazı kılıp misafirlerle beraber yemek yedikten sonra eve dönüyordu. Sürekli milletle beraber, milletin içinde idi. Bir kişinin şikâyeti geldiği zaman onu sabırla dinler, muhakkak yol gösterirdi. Bir gün gene üç ayrı yerden “adam öldürme, arazi davası ve iki eş arasının bozulması” şeklinde ayrı davalar yanına gelmişti. Her üç davaya ayrı ayrı yerde müdahale ediyordu. O zaman yeğeni Dedeören köyünün imamı merhum Molla Asım’da hazır bulunuyordu. Gülerek bana dedi ki; dayı burası adliyeye benziyor, her türlü dava var. Dedim ki vallahi Üstadın durumu sürekli böyledir. Mahkemede sonuç bulmayan davaların bir çoğu buraya geliyor, burada Üstad yorulmadan, aciz olmadan halletmeye çalışıyordu. Sürekli söylediği bir sözü vardı: “Babam Seyda Molla Yahya’nın bize vasiyeti odur ki, Müslümanların davalarına müdahale ettiğiniz zaman Allah rızası için müdahale edin ki Allah da size yardımcı olur ve o dava hal olur. Hiçbir zaman Hakk’ı bırakıp haksızlığa yardım etmeyin, sürekli mazlumun yanında olunki,  Allah’ın rızasını kazanasınız.”
Seyda’nın yeğeni ve hizmetkârı
Hikmet SAMİ

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort