JoomlaLock.com All4Share.net

VE İLÂHUKUM İLÂHUN VAHİD

Günümüzde tıp ilminin de ortaya koyduğu gibi her insanın parmak izi kendine hastır, başka hiçbir canlıda aynı parmak izini göremeyiz. DNA’ları aynı olan tek yumurta ikizlerinde dahi aynı ortamda yetişmiş olmalarına rağmen bir çok farklılıklar müşahade edebiliyoruz. Belki çok dikkat etmeyiz ama her insanın suratının farklılığı bile Cenâbı Hakk’ın azametini anlamaya küçük de olsa katkısı olabilecek mahiyettedir. Hak Teâlâ bugüne kadar dünyaya gelmiş  ve kıyamete kadar da gelecek olan insanların yüzlerinin hepsini birbirinden farklı yaratmış, ortalama 20 cm’lik bir alandan milyarlarlarca farklı çeşit ortaya çıkarmıştır.

Bütün bu çeşitliliğe rağmen Cenâbı Hak bize bu sûni farklılıkların çok önemli olmadığını asıl dikkati nazara vermemiz gereken yönün: “İlahınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilah yoktur. O, Rahmandır, Rahimdir.” (el-Bakara 2/163) fermanı ilahisi olduğunu buyurmuştur. Bu kaide hayatımızın her alanında; kendimizle baş başa kaldığımız anlarda, tanıyalım veya tanımayalım günlük hayatta muamelede bulunduğumuz insanlarla ve insanın dışındaki sair canlılarla olan münasebetimizde sürekli hatırlamamız, hiç unutmamamız gereken bir düsturdur.

Tek bir ilahımız olduğu gibi Allahu Teâlâ Hz. Âdem’den günümüze genel kapsamı itibarı ile tek bir dini, İslam dinini göndermiş; özelde de bizleri “Muhammed (sav) ümmeti”ne mensub olarak yaratmıştır. Ümmet kavramı Efendimiz’den kıyamet gününe dek gelecek bütün Müslümanların en büyük şemsiyesi, kapsayıcısıdır. En üst kimliğimiz “Muhammedî” olmaktır.

Fakat yukarıda da bahsedilen farklılıklarda da görüldüğü gibi insanlar değişik fıtratlarda yaratılmıştır. Bu farklılığı Efendimiz (sav): “İnsanlar, altın gümüş madenleri gibidirler.” (Buhari, Enbiya 2) buyruğuyla ifade etmişlerdir. Hâce Hazretleri de (ksa), insanların memleketlerinin doğdukları toprakların, sahip olduğu madenlerin kişilerin  fıtratlarını etkiledeğini ifade buyurmuşlardı. Sert bir madeni göğsünde barındıran bir memleketin insanının asabi olduğu, inatçı olduğu tecrübe ile de görülmüştür.

İşte bu fıtrî çeşitlilik İslam/ümmet kümesi içinde birçok alt kümeler oluşmasına sebep olmuştur. Hatta bu alt kümelerin   “Allah’a giden yollar mahlûkatın nefesleri adedincedir” kelamıyla insan sayısına eş bir miktara kadar dahi olabileceği buyrulmuştur.

İşte bu alt kümelere İslam literatüründe cemaat adını veriyoruz. Aynı maden üzere yaratılan insanların bir araya gelmesiyle oluşan insan topluluğu...

Fakat günümüzde Müslümanların içine çekildiği en büyük girdaplardan birisi de cemaat anlayışımızın, cemaatimizin önceliklerinin, düsturlarının ümmet olmamız hasebiyle Cenâbı Hakk’ın bizi yükümlü kıldığı önceliklerin, düsturların, ümmetliğin sorumluluklarının önüne geçmesidir. Bu konuda Hâcegân yoluna mensup kişilere Hâce Hazretleri (ksa) sürekli buyururlar ki: “Elhamdülillah Nakşibendiyim. Bir tarikata mensubum. Ama hiçbir zaman “tarikatçı” olmadım, olmayacağım da.

Ben Risâle-i Nur’ları okurum, onlardan istifade ederim. Ama hiçbir zaman “nurcu” olmadım, olmayacağım da.

Cenâbı Hak Kur’ân-ı Kerim’de: ‘… O sizi Müslüman diye adlandırdı…’ (el-Hac: 22/78) buyurmuştur. Nakşidendi olabilirim, Hanefi olabilirim, farklı İslâmî eserleri çokça mütalaa edebilirim lakin “Müslüman” isminden başka bir ismi asla kabul etmem.”

Biz de bu ayki makalemizde “cemaat” kavramını işlemeye çalışacağız. Ehemmiyetine ve etrafını cami olmasına binaen iki bölümde işlemeyi tasarladığımız konunun ilk bölümünde “Cemaat kavramını”,  İslâm’da cemaatin ve bir cemaate devamlılığın önemini, gerekliliğini işlemeye gayret ederken; ikinci bölümde ise günümüzde kendilerine “cemaat” adı verilen grupların, toplulukların İslâmî manada, Hak (cc) nazarında da bir cemaat olup olmadıklarını, yaptıkları hizmetlerin Allahu Teâlâ’nın katında da, Rabbimizin bizden gerçekten istediği, yaptığımızda memnun, hoşnut olduğu hizmetler mi olduğunu ilk bölümde ortaya koymaya çalıştığımız numune çerçevesinde işlemeye gayret edeceğiz.
Gayret bizden tevfik ve inayet Kerîm olan Rabbimizdendir…

Cemaat Kavramı ve İslam Cemaatinin Özellikleri
Sözlükte tefrika ve ayrılmanın zıddı olan “içtima”dan türemiş olabilir. Yine insanlar topluluğunun adı olan “el-cem”den türemiş olabilir. Ve ittifak ve sağlamlaştırmak demek olan “icmâ”dan gelmiş olabilir. (Bk. Lisanu’l-Arab, cemea maddesi, 8, 53-57)

Cemaat kelimesi toplanmak, cem olmak, bir araya gelmek anlamlarına gelir. Her hangi bir meselede toplanıp bir araya gelen insanlara cemaat adı verilir.

İslamî ıstılahda ise cemaat kısaca Hak üzere toplanmak ve tefrikaya düşmemek, ayrılıp dağılmamak şeklinde özetlenebilir.

Hâce Hazretleri’ne (ksa) “Cemaate tabi olun, firkatten uzak durun. Şeytan muhakkak ki, bir kişiyle beraberdir, iki kişiden uzaktır. Her kim cennetin ta orta yerini istiyorsa cemaate tabi olsun.” hadisi şerifinde geçen “cemaat”ten kastın ne olduğu sorulduğunda,

Bu cemaati merhum Elmalı ‘Hak üzere olandır’ diye terif etmiş, buyurdular ve imanın tadını tadacak kâmil müminin özelliklerinin anlatıldığı “Allah ve Resûlü’nü herkesten fazla sevmek, sevdiğini Allah için sevmek ve Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.”    (Buhârî, Îmân 9) hadisi şerifini naklettiler. Bu özelliklerin kâmil müminde olduğu gibi bu müminlerin bir araya gelerek oluşturduğu cemaatin de taşıması gereken nitelikler olduğunu belirtmişlerdi.

Hâce Hazretleri (ksa) devamla bu cemaatin özelliklerini naklederken: “Cemaat, müstakim olmalı, bilgi üzere, sevgi üzere, takva üzere olmalı ve cesur olmalı.” buyurdular ve günümüz için bir cemaat hakkında çok daha pratik bir ölçü olarak bir cemaatin iki özelliğine bakılması gerektiğini vurguladılar. Bu özellikler, o cemaatin Efendimiz’in sünnetine ahlakına yaşantısına bağlılıkların nasıl olduğu; ikincisi ise o cemaatin bir araya geldiklerinde hangi mevzular üzere konuştukları, nelerden çokça bahsettikleri, meşguliyetlerinin neler olduğuna dikkat edilmesi gerektiğidir. (Ayrıntılı bilgi için Hâce Hazretleri’nin (ksa) Tevzîhu’l Hakâik- Hakikatlerin İzahı isimli eserine müracaat edebiliriz.)  

Cemaate Devamın Gerekliliği
Cenâbı Hak ayeti kerimede: “Ey inananlar, Allah’tan O'na yaraşır biçimde korkun ve ancak Müslümanlar olarak ölün. Ve topluca Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın...” (Âl-i İmrân, 3/102-103). buyuruyor. Efendimiz de hadisi şeriflerinde cemaat olmanın önemini vurgularken: “Cemaat rahmettir, tefrika (ayrılık çıkarma) ise azaptır.” buyurarak bizleri azap ile uyarmıştır.

Günümüzde birçok meselenin naehil insanlar tarafından yorumlanıp çarptırıldığı gibi cemaat olma meselesinde de En’am suresinin 159. ayeti de çarptırılmaktadır. Ayet meali: “Dînlerini parça parça edenler, ayrı ayrı fırkalar olanlar yok mu? Sen hiç bir vech ile onlardan değilsin. Onların işi (cezası) ancak Allah’a âiddir…”  şeklindedir. Ayette geçen “parça parça edenler” bölümünü alıp istedikleri gibi yorumlayarak bu ayette kastedilen cezanın günümüzdeki cemaatler için olduğunu söylüyorlar.

Hâlbuki ayette kastedilen manayı açıklarken Elmalı’lı merhum: “Muhakkak ki dinlerini parçalayıp ayıranlar, dinin bazı hükümlerini tanıyıp bazısını tanımayarak parçalayan veya dinlerini gerçek tevhidde toplamayıp çeşitli emeller, mabudlar, metbûlar (kendisine uyulan) ve türlü türlü yollarla çatallandıran veya ‘Din insanın iç dünyasına ve ruhuna aittir, dışına ve cismine karışmaz. Din insanın filan işine hâkim ise de filan işine karışmaz. Din başka, millet başkadır…’ demek gibi bir tavırla dinlerini birçok işlerinden ayıranlardır.” buyurmuş ve ayeti nasıl anlamamız gerektiğini açık bir şekilde belirtmiştir.

Cemaat olmak yazımızın başında da belirttiğimiz gibi ümmet olmanın bilinci, şuuru kaybedilmeden olmalı. Cemaatimizin öncelikleri, amaçları ümmetimizin zararına işler yapmaya bizi sevk etmeyecek bir anlayışı da beraberinde getirmelidir. İslam ümmetini bir bedene teşbih edersek cemaatler bu bedenin farklı uzuvları mesabesindedir.

Bu noktada dikkat etmemiz gereken önemli bir husus da şudur ki günümüzde mevcut olan cemaatlerde çokça gördüğümüz bir yanlışlık da her cemaatin kendisini bu bedenin beyni olarak görmesi sair oluşumları bu beynin hizmetçileri gibi algılamasıdır. Kişinin bağlı olduğu cemaatine sadakati, cemaat hakkındaki hüsnü zannı  hizmetlerinde kalitenin artması için bu şekilde olabilir, olmalıdır da. Fakat asla bu diğer cemaatleri küçük görme, kendilerini diğerlerinden üstün görme anlayışına kapı açmamalıdır.

Bu konuda sûfilerin çok latif bir misalleri vardır ki bu konuda bizlere örnek olması açısından çok değerlidir. Şazeli büyüklerinden Ebu Abbas el-Mürsî (ks) öyle buyurur ki “Velilerin kerameti, o velinin kendisine tabi olduğu Peygamberin mucizesidir.” Yani her cemaatin yaptığı hizmet, edindiği nusret Efendimiz’in (sav) büyüklüğündendir, O’nun kerametidir. Hizmetimizi bu niyet üzere yapmak hem ferdi planda nefsimizin bize kibir, riya, benlik gazlarını pompalamasını engeller hem de diğer kardeşlerimizden kendimizi üstün görme tehlikesine düşmemizi engeller.

Bu hususta istisnalar kaideyi bozmaz hemen hemen cemaatlerin çoğunda bulunan bağlılarını tecrit, sair cemaatlerle kaynaşmalarını “kalbini çalarlar” hezeyanıyla engelleme hareketine karşın Hâce Hazretleri (ksa) bizlere Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat anlayışına uygun, Şer-i şerife muhalif fiil, beyan ve halleri olmayan bütün cemaatlere devam etmemizi tavsiye buyururlar. Ve bizlere herhangi bir cemaatin sohbetine gittiğimizde “Kime bağlısınız? Hangi cemaattensiniz?” diye sorduklarında tefrika çıkarmayın ve deyin ki “Biz de bu tekkenin mürşidine, bu cemaatin hocasına bağlıyız.” buyururlar. Onlar size sorsalar ki “Siz aynı cemaatten olduğumuzu söylüyorsunuz ama biz sizi tanımıyoruz, sizleri daha önce hiç görmedik?”, Siz onlara deyin ki: “Biz tembel müritleriz çok gelip gidemiyoruz.” O insanların mürşidlerini, hocalarını methedin ki onların bağlılıkları kuvvetlensin.”

Hâce Hazretleri (ksa) bizlere çok küçük yaşlarımızdan itibaren sürekli cemaatin içinde olmamızı boş kalan bütün vakitlerimizi cemaatle birlikte geçirmemizi tavsiye buyururlardı. Çünkü sürüden ayrılan koyunu kurtlar kapar. Nefis toplum içinde bize yaptıramadığı birçok yanlışı tek başımıza iken veya çevremizde bizi uyaracak kimselerin olmadığı zamanlarda, mekânlarda yaptırır.

Yine bu manada Hâce Hazretleri (ksa): “Öyle kişilerle arkadaşlık yapın ki siz Allah dediğinizde o sizden daha  şevkli Allah desin. Siz Hakk’ın rızasına muhalif bir iş yaptığınızda sizi uyarsın. Siz günahlarınıza ağladığınızda o sizden çok ağlasın.”

Aynı konuda İbn-i Ataullah el-İskenderî Hazretleri Hikem-i Ataiyye’de: “Hali seni uyandırmayan ve sözü seni Allah’a (cc) teşvik etmeyen kişiyle arkadaşlık etme.” ve “Hali senden kötü kişiyle arkadaşlık etmen, kötü olmana rağmen çoğu kere sana kendini güzel gösterir.” buyurarak kişinin nefsini arkadaş edinmiş insanlarla birlikte olmasının kendisine vereceği zararı bildirmiştir.

İnsan sosyal bir varlıktır. Tek başına yaşayamaz. Bunun en bariz örneği Hz. Âdem’in cennette yanına arkadaş istemesi ve Cenâbı Hakk’ın da ona Hz. Havva’yı lutfetmesidir.

Madem ki insan arkadaşsız, kendini toplumdan tecrit etmiş bir şekilde yaşayamayaz öyleyse kendisine sürekli Hakk’ı hatırlatan, hakikati yaşayan ve paylaşan insanlarla birlikte olmalı. Bir islam cemaati ile beraber hareket etmek, onların tarif buyurduğu şekilde bir sulûk ikmaline çalışmak, Efendimiz’in (sav) “İki günü birbirine denk olan ziyandadır.” hadisi şerifi gereğince her geçen gün Hakk’a bir adım daha yaklaşmak ancak kâmil bir mürşid ve onun oluşturduğu bir cemaat ile mümkündür.

Devam edecek...

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort