JoomlaLock.com All4Share.net

ZERRELERDEN ÜMİTLENMEK, ZERRELERDEN SAKINMAK…

Zerrelerden Ümitlenmek, Zerrelerden Sakınmak... - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 110 - Şubat 2017

 

Zerrelerden Ümitlenmek, Zerrelerden Sakınmak...

 

Sual:

Efendim, Zilzal Suresi’nde geçen “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir.  Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” ayeti kerimelerini nasıl anlamalıyız?

 

Cevap:

“فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْراً يَرَهُۜ ، وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَراًّ يَرَهُ - Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” (Zilzal 7-8)

Aslında mana açık ama insanın nefsi bunu kabullenmek istemiyor… Adeta başka bir ayette de Cenabı Hak bunu açık olarak buyuruyor:

“وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ - İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm 39) Kişiye ancak yaptığı vardır. Hayır yapıyorsa onun karşılığında ona hayır vardır. Şer yapıyorsa şerrin karşılığı vardır. 

Sûre-i Zilzal’de de bu buyruluyor. Kim zerre kadar yani çok ufak dahi olsa samimiyetle Allah için bir güzel iş, bir hayır yapsa bu zayi olur diye endişe etmesin. Veya “Bu ne işe yarar ki, bundan ne olur ki, bu çok küçük bir şey.” demesin, Allah için yapması gerekli olanı yapsın. O küçük olsa da Allah’ın yanında zayi olmaz, Allah onu değerlendirir. Onu rahmetiyle büyütür ve onun karşılığını ona ikram eder. Ne kadar samimi ise, yaptığı iş ne ise onun şartlarına uygun yaptıysa; endişe etmesin, Allah onu mükâfatlandıracaktır. 

Ama her kim de zerre kadar, çok ufak dahi olsa bir haksızlık, bir zülüm yapmışsa bir şer, bir günah yapmışsa bir fıskta bulunmuşsa yine “Ufacık bir şey yaptım, bundan da ne olur!” demesin. Argoda böyle bir ifade vardır, “Bu kadarı kadı kızında da olur.” derler... Veya “Şunlara bakmıyor musunuz, bak hacılar, hocalar neler yapıyor ben de insanım. İnsan için öyle şeyler normaldir, benden de böyle bir şey sadır oldu.” diye düşünmesin. Dikkat etsin kendine, günahı kime karşı yaptığını düşünsün. Günahın büyüklüğünden, küçüklüğünden ziyade onu kime karşı yaptığını düşünsün. Ve ona da Cenabı Hak karşılık verecektir. Cenabı Hak onu da unutmaz, es geçmez, zayi etmez o zerre yanlışın da hesabı sorulacaktır. 

Diler, affeder, bu O’nun sonsuz rahmetinin gereğidir, ona biz karışamayız. Diler, azab eder, bundan dolayı kimse Cenabı Hakk’ı bir sorgu suale çekemez. 

Ama onun bize bildirdiği şu ki; zerre yanlış yapmaya da dikkat edin, bile bile yanlış yapmayın. Şu küçüktür, bundan bir şey olmaz, bu kadar şunda bunda da var deyip, peygamberlerden bile zelle sadır olmuştur bizden böyle olsa ne olur… diye peygamberleri de suçlamaya kalkmayın. 

O zerreden Cenabı Hak geçmeyebilir, sizi ondan dolayı hesaba çekebilir, eğer yaptığınız iş cezayı gerektiriyorsa bundan dolayı da sizi cezalandırabilir. 

Burada temel olarak bize anlatılmak istenilen şu; korku ve ümit… Zerre iyiliğinizden dolayı ümitlenin; Allah o iyiliğinizi vesile kılarak sizi affedebilir sizin bütün günahlarınızdan geçebilir. Ama zerre kadar günahınızdan dolayı da bütün amellerinizi iptal edebilir. Bu korkuyu da taşıyın. Anlatılmak istenilen bu… 

Korku bizim kamçımızdır. Korku bizi tedbire sevk eder. Korkan insan tedbir alır, değil mi? Diyelim bir şeyden korkuyoruz -misal o korkumuz dünyevî bir şey olsun- o korktuğumuz şey neyse ona karşı tedbir alırız ki bize o şey bir zarar vermesin. 

Misal hırsızdan korkarız eve alarm taktırırız, kapılara kilit taktırırız, evimizde yüklü miktarda kıymet eden bir şey bulundurmayız… 

Misal çocukların evi yakmasından korkarız; kibriti, çakmağı yüksek yerlere koyarız, çocukların ulaşamayacağı yerlere, kaldırırız. Korku bu…

Kışın şiddetinden korkarız ona göre tedbir alırız; odun, kömür alırız, evleri mantolama yaparız vesaire…

Bir tedbir var, bir çaba var, bir gayret var… Bunun temelinde bir endişe var. Bir şeyden korkuyoruz. Bu korku bizi kamçılıyor. 

İşte kulda Allah korkusu olması lazım… Allah korkusu kula tedbiri getiriyor. Kul cehennemden korunmak için, Allah’ın azabından, ikabından sakınmak için tedbire başvuruyor, tedbir alıyor. Hayrına, şerrine dikkat ediyor. Sakınıyor. Korku haramlardan, şüphelilerden sakınmayı getiriyor. 

Korku hukuka riayeti getiriyor. Gerek Allah’ın hukukuna, gerek insanların hukukuna riayet ediyoruz. Çünkü Allah’ın hukukundan taviz verirse Allahu Teala azab edecek. İnsanların hukukuna tecavüz ederse o insanlar onu helal etmezse amelleri gidecek, onun amellerini alıp davacı olan insana verecekler, müflis bir duruma düşecek. Bundan dolayı hukuka riayet ediyor. Kimsenin hakkına tecavüz etmiyor, kul hakkı yemiyor, incitmemeye çalışıyor.

Allah’ın hukukuna riayet ediyor. İbadetlerini vaktinde yapmaya gayret ediyor, yasak olan şeylerden uzak durmaya çalışıyor; bunlar hep korkunun getirdiği şeyler. 

Ümit de insanı gayrete getiriyor. Bu sefer o zerreleri çoğaltıyor, büyütüyor. Kendi büyütüyor. Mademki zerreye Cenabı Hak mükâfat veriyor demek ki ben daha büyük bir şey yapsam, daha güzel bir şey yapsam daha büyüğüne nail olacağım, daha büyük bir nimetle karşılaşacağım… Bu da insanı motive ediyor, teşvik ediyor. 

Mümin bu ümitle korku arasında seyrini devam ettirmeli, hayrını ve şerrini bu manada değerlendirmelidir. Şerlerin hepsinden korkmalıdır. Yani bu büyük bu küçük dememeli. Çünkü bilmeli ki çok ufak bir kıvılcım bir köyü yakabilir. Öyleyse çok ufak bir günah, ufak bir haram insanın bütün amellerini iptal edebilir, insanı müflis bir duruma getirebilir. Ayniyle de çok ufak bir hayır çok büyük bir mükâfat olabilir. Allah’ın dilemesiyle büyürse insanı azaptan kurtarabilir. 

Misal gerçekte suçsuz bir adam idama mahkûm edilmiş… Zahir deliller neticesinde suçu öyle sabit görülmüş, adamı asacaklar. O esnada hatırlanan bir gerçek, çok küçük bile olsa, devreye girse o adamı ipten kurtarabilir. Belki basit bir şeydir ama birisi gelse o gerçeği söylese adam ipten kurtulur. 

Allah’ın rahmeti de böyledir. Cenabı Hak çok basit bir şeyi gündeme getirir, onu rahmetiyle büyütür, der ki bu kulumun böyle bir iyiliği var, ben bunu bu iyiliğe bağışladım, bunun hatırına veriyorum, o kulun günahından vazgeçer. Bu da umudun gereğidir. 

Cenabı Hakk’a bizim yakınlığımız, yaklaşımımız bir cepheden ümitle bir cepheden korkuyla olmalıdır. O yüzden biz de zerrelerimize dikkat etmeliyiz. Hani bir söz var ya; damlaya damlaya göl olur. Bu hayırda da göl olur, rahmet gölü olur. Şerde de göl olur, seni boğar, helak eder. Şerler de damlaya damlaya göl olabilir, hayırlar da damlaya damlaya göl olabilir… 

 

Sual: Tanıdığımız birisi vardı, namaz kılıyor, Allah’ın emirlerini yerine getiriyordu fakat bir taraftan da yalan söylüyordu. “Niye yalan konuşuyorsun?” diye sorduğumuzda onun yeri ayrı onun yeri ayrı, diyordu. Onun bu cevabı üzerine bu ayeti kerime aklımıza gelmişti… 

 

Cevap: Belki görünüşte ayrı da birbirleriyle ciddi ilişkisi var bunların. 

Ashabtan Ebu’d-Derda (radıyallahu anh) Efendimiz’e (aleyhissalatu vesselam) “Mümin hırsızlık yapar mı, zina edebilir mi?” diye sorar. Efendimiz bu fiillerin işlenebilmesinden hoşlanmasa da “Evet!” buyurur. “Peki, mümin yalan söyler mi?” sorusuna “Yalanı ancak iman etmeyen kimse uydurur.” buyurmuşlar.

Yani Allah Rasulü buyuruyor ki benim ümmetim beşeriyetlerinin gereği nefislerine uyup bu tür günahları yapabilirler -Allah muhafaza buyursun-. Ama benim ümmetim yalan söylemez... 

Yalanın söyleneceği yerler belli, yalan nerede söylenir bunu biliyorsunuz. Bunun dışında mümin yalan söylemez, ölse yalan söylemez. Ucunda ölüm olsa yalanı kendine yakıştırmaz. 

Cenabı Peygamber bazı günahları sayarken parmağından yüzüğünü çıkararak ifade buyuruyor ki: “İman halkası onun boynundan böyle çıkar.” Bir insan zina yapsın iman onun boynundan böyle çıkar. Afedersiniz içki içse, iman onun boynundan böyle çıkar… Demek ki günahlar imana zarar veriyor. Evet, ehlisünnet kebair günahın imanı bütün bütün yok ettiğine kail olmamış; böyle bir anlayışa girmemiş. Günahlar imanı belki yok etmez ama imanı köreltir. Misal keskin bir bıçağı sert şeylere vursanız belki onun kesme özelliğini yok etmez ama onu köreltir. O keskinliğini giderir. Sert cisimlere vursanız ilk günkü gibi kesemezsiniz. Sürtmeniz gerekir, zorlamanız gerekir. 

İman da bunun gibidir. Günahlar belki bir anda imanı yok etmez ama imanın o keskinliğini, o manevi kuvvetini götürür. 

Şükür Allah’a biz o çirkin işleri işlemiyoruz; içkidir, kumardır afedersiniz fuhuştur bunlardan uzağız elhamdulillah, Rabbim uzak da kılsın bizi ve neslimizi. 

Ama bizim yapabildiğimiz, yaptığımız, yapageldiğimiz günahlar da var. Yalan bunlardan birisi... Vaziyeti idare için sıkıştığımızda söyleyebiliyoruz. Biz buna vaziyeti kurtarma adına diyoruz, hangi vaziyet kurtuluyorsa! Erkek hanımına, hanım beyine, evlat babaya, baba evlada, arkadaş arkadaşa yalan söyleyebiliyor. Bir de bunu renklendirmişiz; pembe yalan, beyaz yalan… Sanki böyle olunca cezası düşüyor... Pembe yalan çok masum yalan, beyaz yalan belki caiz yalan! Bir de günaha kılıf buluyoruz. Hani minareyi çalan kılıfını hazırlarmış derler. Bunlar bizim kuruntularımız, biz yalan söyleyebiliyoruz. Allah ikrah versin bize… 

Biz gıybet edebiliyoruz; günlük hayatımızın içinde gıybet var, gayet normal… 

İftira edebiliyoruz. Belki büyük iftiralar -yani namussuzluk iftirası gibi- iftiralar olmasa da iftira hayatımızda olabiliyor. 

Aslını bilmediğimiz kesin kaynağa, delile dayandırmadığımız şeyleri söyleyebiliyoruz. İslam’ın nemime dediği laf taşıma; Ali’den alıp Veli’ye söyleme, Veli’den alıp Hasan’a söyleme… bunu yapabiliyoruz. 

Haddi aşan, inciten espriler yapabiliyoruz. Halbuki espri karşıdakini eğlendirmek için yapılır ama biz karşımızdakinin canını sıkacak espriler yapabiliyoruz. Moralini bozacak, kalbini kıracak espriler yapabiliyoruz. 

Bunlar günlük hayatımızda yaptığımız şeyler ve bunların hepsi günah zümresindendir. İşte bunların hepsi o bıçağı körelten, imanın keskinliğini, imanın cilasını, parlaklığını götüren şeylerdir. Bunların bir de birikimini düşünün. Bunların üst üste biriktiğinde imanı kapladığını düşünün… 

Cenabı Peygamber imanı beyaz bir çarşafa benzetiyor. Buyuruyor ki: “Müminin imanı ve o imanın zemini olan müminin gönlü beyaz bir çarşaf gibidir. Siz o çarşafın üzerine bir kalemle dahi olsa bir gün, üç gün, beş gün sürekli siyah noktalar koysanız bir gün gelir ki o çarşafın beyazlığından eser kalmaz. Onu noktalaya noktalaya simsiyah yaparsınız. Noktalar o beyazlığa hakim gelir çarşafın beyazlığından eser kalmaz.”

İnsan kalbi karardı mı -Allah esirgesin- o kalpte manevi açıdan sevgi olmaz, his olmaz, duygu olmaz… İslam buna “kasiyetulkulub” der; kalp katılığı, kalbin kararması, katılaşması… O kalpte şehvet olur, şiddet olur, buğz olur, kin olur. Halbuki İslam büyükleri öyle buyurmuş ki kalp hane-i hass-ı ilahidir; Rabbimizin has odası, gönül; tecellinin merkezi… 

Burası böyle bir katılık hastalığına tutulursa duygusallığını, hissiyatını, firaset ve basiretini kaybederse; gönülde sevgi olmazsa, irfan olmazsa o siyah noktalar bunlara galip gelirse bu insanın -Allah esirgesin- küfre kayması kolaylaşır. Çok kaygan, korunaksız bir zemindedir. İpin üzerinde yürüyen bir cambaz misali, her an düşebilir. 

Biraz önce kardaşın sorduğu ayeti kerimedeki “zerre miskal şerri” düşünürken bunları düşünmeliyiz. Küçük günahlar, zerre küçük manasında… Biz bu anlamda -kusura bakmayın, önce nefsime söylüyorum- çok masum değiliz. Baliğ olma günümüzden bugünümüzü baz alırsak, bu birikimi bir düşünün. Eğer bu küçük günahlarımız bir bozuk para gibi olsa biz bunları biriktirseydik şimdiye bir servetti bunlar, değil mi? Bunun çokluğunu ve bunun bizim üstümüzde meydana getireceği etkiyi düşünün. Bu maneviyatımızı, ihlasımızı, samimiyetimizi nasıl etkiler? 

İşte bu etkiletişim belki bizi yapmak istediğimiz birçok güzelliklerden de mahrum ediyor. Misal adam diyor ki ben gece kalkıp namaz kılmak istiyorum, çok arzuluyum ama kalkamıyorum. Birden ağırlık çöküyor, sanki yeniden bir uyku basıyor, uyku tazeleniyor kalkamıyorum, diyor. Bunun sebebini biriken o küçük günahlarda aramalıyız. Hatta bazen bu o kadar ileri gidiyor ki sabah namazına bile bazen kalkamıyoruz. Sabah da gidiyor, bırakın geceyi sabaha da kalkamıyoruz. 

İşte bunun sebebi o yalanlar, gıybetler, dedikodular, manasız espriler, yapıp ettiğimiz şeyler. Yaptığımızın karşılığı bunlar. Allah kimseye zulmetmez. 

Adam diyor ki; ben dersimi çok yapmak istiyorum niyet ediyorum ama bir türlü de olmuyor, kendimi toparlayıp örtünün altına giremiyorum. Bir iş çıkıyor, bir şey oluyor dersimi çekemiyorum, diyor. Tıkanıklık var, işte kalpte bir katılaşma var; kalbin yumuşaması lazım. “E tamam, zikri bunun için yapıyoruz…” diyorsunuz ama zikirden önce de hazırlık lazım, namazdan önceki taharet, abdest hazırlıkları gibi… Zikirden önce de hazırlık lazım. Şeytan, nefs, o senin basit gördüğün hatalar birleşiyor önüne set çekiyor. Öyleyse bunları asgariye indirmelisin. 

Bugün yine başka bir yerde mevzu olmuştu yine böyle bir soru gelmişti: “Nereden başlamalıyız?” Bunu çok soruyoruz. Bu bizi nefsimizin aldattığı nokta… Aslında nerden başlanması gerektiğini biliyoruz. Ama zaman kazanma adına nefsimiz bunu sürekli soruyor, nereden başlamalıyız? Bununla zaman kazanmak istiyoruz. Süreci sanki ötelemek istiyoruz. 

Peki, nereden başlayacağız, elbette ki kendimizden başlayacağız. Bize en yakın biziz… Kendimizden başlayacağız. Oturup kendimizi bir tahlil edeceğiz. Gönül tasını ters çevireceğiz, içindekileri dökeceğiz ve hemen kendimizden başlayacağız. İlk görünen ne mesela? Kendimize baktığımızda ilk ne görülüyor, bismillah deyip hemen oradan başlayacağız. Biz sürekli bunu erteliyoruz… Ahmed’e soruyoruz, Hasan’a soruyoruz, Hüseyin’e soruyoruz bulduğumuz hocaya hacıya soruyoruz; nerden başlayacağız? Fesubhanallah… “وَتُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ جَم۪يعاً - Ey müminler, hep birlikte tevbe ediniz.” (Nur 31) buyuruyor Cenabı Hak. Hepiniz Allah’a tevbe edin. Birinizin tevbesi yetmiyor. 

Misal şurada yüz kişi olduğumuzu düşünsek; bir bulaşıcı rahatsızlık olsa -Allah alemi İslam’ı muhafaza buyursun- hepimiz bu bulaşıcı rahatsızlığa karşı aşılansak bir kişiye aşı yapmasak o bir kişi bize bu hastalığı bulaştırır mı? Bulaştırır, hepimiz hastalanırız. 

Bunun için Cenabı Hak buyuruyor ki; öyleyse hepiniz tevbe edin. Yani hepiniz günahtan sakının ki günah işleyecek bir ortam olmasın. Hepiniz yalanı terk edin, hepiniz gıybeti bırakın, hepiniz koğuculuktan vazgeçin. 

Çünkü belki sen vazgeçtin ama o seni teşvik edecek, öbürü gelip sana bir sürü yalanlar söyleyecek, kafanı, kalbini karıştıracak... 

İşte başlangıç: “وَتُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ جَم۪يعا - Ey müminler, hep birlikte tevbe ediniz.” 

Bu tevbe ile birlikte: “وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً - Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın.” (Âl-i İmran 103) 

Ama hepiniz sarılın. “يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَٓافَّةً - Ey iman edenler! Hepiniz topluca İslam’a girin.” (Bakara 208)

Hepiniz birden İslam’a dahil olun, gelin hepiniz müslüman olun. Bakın bunlar adım adım… Biz günahtan sakındığımızda yani yanlış işler yapmadığımızda güzel işler yapacağız. Yanlış yoksa güzel var. Allah’ın ipine sarılacağız, tevbe bize bir kapı açacak, ufuk açacak, Allah’ın ipine sarılacağız ve İslam’a dahil olacağız. Hepimiz samimi müslüman olmuş olacağız. O güzellikler çoğalacak. 

Biz bu sefer başlayacağız; Allah’ı yüceltmeye: “اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ - Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı zikrederler.” (Âl-i İmran 191)

Biz sürekli Allah’ın zikriyle meşgul olacağız yani Allah’ın razı olacağı işlerle meşgul olacağız. Zaman neyi gerektiriyorsa onu yapacağız. İçinde bulunduğumuz an neyi icap ettiriyorsa onu yapacağız. Güzellikler bunlar… Kötülükleri terk ettik, Allah bize güzellikleri ihsan etti. “Şerler, kötülükler sizin nefsinizdendir; iyilikler, lütuflar Rabbinizdendir.” buyuruyor Cenabı Hak.

Biz böyle gayret ettikçe, çabaladıkça bizde bir ufuk açılacak, tefekküre başlayacağız… Düşünmeye, araştırmaya, incelemeye başlayacağız. Özetle anlamaya başlayacağız. Bizde anlayış oluşacak. “اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ - Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı zikrederler.” (Âl-i İmran 191)

Allah yerlerin ve göklerin kapılarını bize açacak. Yerdekiler de göktekiler de adeta lisanı haliyle bize konuşacaklar. 

İşte bizim bu tefekkürümüz, çabamız, gayretimiz, bizim bu gönül yumuşaklığımız: “وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ - Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir.” (Ankebût 45) buyuruyor Cenabı Hak; Hakk’ın zikrini, hükmünü, muradını, iradesini yüceltecek. Allah’ın zikri çok yücedir, bunu anlayacağız. 

Allah’ı zikretmek çok büyüktür derken bunu bizim anlamamızı istiyor Cenabı Hak. Elbette ki zikretmek çok büyük bir iştir, bunu biz anlamalıyız. 

Ve bizim elimizle Hakk’ın yücelmesi, yüceltilmesi… İ’tisam, Allah’ın ipine sarılmak bu… O ipe sarılınca, o hakikati göğüsleyince O’nu yücelteceğiz. Ve bu anlayış bizi zikri kesire ulaştıracak. 

“يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْراً كَث۪يراًۜ - Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin.” (Ahzâb Sûresi 41)

O zaman biz Allah’ı öyle zikredeceğiz ki; arı gibi, karınca gibi… Hayatımızda hiç boşluk olmayacak. 

“فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ، وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ - Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak Rabbine yönel ve yalvar.” 

Bir işi bitirdik hemen öbürüne yöneleceğiz, boş duramayacağız. O hale geleceğiz ki: “رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ - Onlar, ne ticaret ne de alışverişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır.” (Nur 37) buyuruyor ya Cenabı Hak. Yani hiçbir şey onların kalplerini katılaştırmaz. O gönül kıvamını bozmaz. Onlar Allah’ın zikrinden, Allah’ın aşkından, Allah’ın zatından başka hiçbir şeyle mutlu olmazlar. Ve bu mutluluklarını da hiçbir şey bozmaz. Dışarıda savaş var, ateş var, fırtına var… Ne varsa var… Onlar halvet der encümen halindedir, gönülde Allah ile beraberdirler. 

Belki mahzun olurlar, hüzünlenirler, üzülürler ama bunların hepsi Allah içindir. Onlar asla Allah’tan yüz çevirmezler. 

İşte bakın bütün bu güzel yolu anlatınca hepimiz hevesleniyoruz değil mi? Ah bu bir tahakkuk etse, tecelli etse, böyle şeyler olsa, olur mu ki ya? Bunlar hayal değil, hikaye anlatmıyoruz. Bunlar Kur’an’ın beyanları. Bunlar yaşanmış şeyler, peygamberlerin sunduğu hayat bu. Allah’ın vaadettiği ve bizi davet ettiği hayat bu… 

“يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ - Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne uyun.” (Enfâl 24)

Ey müminler Allah ve Rasulü’nün sizi davet ettiği sizi ebediyete ulaştıracak, tabiri caizse ölümsüzleştirecek, gerçek kurtuluşa, fevze, necata ulaştıracak hayat bu… Bu davete icabet edin buyuruyor Cenabı Hak. 

Size böyle bir davet var ki bu sizi diriltecek, ebedileştirecek, sermedileştirecek. İşte o hayat böyle bir hayat… Ama bu hayatın geçiş kapısı “وَتُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ جَم۪يعاً - Ey müminler, hep birlikte tevbe ediniz.” 

Hepimiz birlikte… İşte biraz önce yalana, dedikoduya, gıybete, “kasiyetulkulub - kalbin katılaşması”na sebep olan o siyah noktaların tamamına tevbe edeceğiz.

Nerden başlayalım diyorduk ya işte buradan başlayalım. Hemen kendimizden başlayalım. Bu günahları asgariye indirmeye çalışalım… İşte o zaman ufkumuz genişleyecek. Merhum Hulusi diyor ya; 

Ufkumuzdan güneş doğdu,
Cehlin karanlığın oldu,
Hidayet Hâdi’den oldu… 

Saadet güneşi, hidayet güneşi üzerimize doğduğunda, hakikat güneşiyle karşı karşıya kaldığımızda cehalet, gaflet, dalalet zail olacak. Hak bizi istila edecek, Hak bizi kuşatacak ve bizdeki bütün batıliyet yok olup gidecek, izale olacak. 

Büyükler buyurmuş ya, Allah varsa gam keder yok. 

İşte bu: “وَقُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُۜ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقاً - De ki: Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur.” (İsra 81) ayeti kerimesinin tefsiridir. 

Allah varsa gam yoktur. Bunu anlayabilmek, bunun için çaba sarf etmek. Zerrelerden ümitlenmek, zerrelerden sakınmak… Zerreden ümitvar olup onu zayi etmemek ama bir zerreden de gerekirse korkup ondan sakınmak...

Dil hanesi pür nur olur,
Envâr-ı zikrullah ile.
İklim-i dîl mamur olur,
Mimâr-ı zikrullah ile.

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort