JoomlaLock.com All4Share.net

ŞEHRİ SIYÂM

Sehri Siyam

Şehri Sıyâm - Tamer DOYMUŞ

Sayı : 79 - Temmuz 2014

 

Şehri Sıyâm

 

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selâm Efendimiz’e (sav), Ehli Beyti’ne, ashabına ve etbaına olsun.

“Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Ta ki takva sahibi olasınız.” (Bakara; 183)

Ebû Hureyre (ra) Resûlullah’ın (sav) (hadisi kudsisinde) şöyle dediğini rivayet etti; “Allah (cc) buyurdu ki; ‘Âdemoğlunun her ameli kendisi içindir. Yalnız oruç hariç. Çünkü o Benim içindir. Onun mükâfatını da Ben vereceğim. Oruç bir kalkandır. Sizden biri oruçlu olduğu günde edebe aykırı kötü söz söylemesin, bağırıp çağırmasın. Şayet biri ona kötü sözler söyler veya kendisiyle dövüşürse ‘Ben oruçluyum, ben oruçluyum!’ desin (ona uymasın). Muhammed‘i irade ve kudretiyle yaşatan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha iyidir. Oruçlu için ferahlanacağı iki sevinç vardır; iftar ettiği zaman (açlıktan kurtulduğu için) sevinir. Rabbi’ne kavuştuğu zaman orucunun sevabıyla (alacağı mükâfattan dolayı) sevinir.”

Oruç (savm-sıyâm); lügatte, nefsi meylettiği şeylerden, isterse bir söz olsun, imsak etmek, alıkoymak yani o şeyi yapmaktan kendini tutmaktır. “Ye, iç. Gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki; Ben Rahmân’a bir oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.” (Meryem; 26) Ayeti kerimeden de bu mana anlaşılmaktadır. Ayrıca; sıyâm bir şeyden vazgeçip, onu bırakmak demektir. Sıyâm kelimesi hakkında değişik açıklamalar da varid olmuştur. Bu açıklamalardan bazıları ise şöyledir; güneş iyice yükselip, öğlenin sıcağı iyice vurduğu zamana, denilir. Bir başkası da şöyle demiştir; “Ta ki güneş, gündüzün tepe noktasına yükselip, dimdik olduğu zaman...” Yine bu manada olmak üzere, rüzgârın durduğu, dindiği; atın otlamayıp ayakta dikilip durduğu zaman için bu ifade kullanıldığı gibi, günün mutedil olması hakkında da aynı ifade kullanılır.

Din ıstılahında ise savm, sırf Allah rızası için fecrin doğmasından güneşin batımına kadar, insanın oruçlu olduğunu bilerek ve buna niyetli olarak, orucu bozan şeylerden kendisini uzak tutmasıdır.

Oruçta ruhun arınması, temizlenmesi, kötü davranışlardan ve fena huylardan uzaklaştırılması istenmektedir. Oruçta bedenin temizlenmesi ve şeytanın sızabileceği yolların tıkanması vardır. Bunun için Resûlullah (sav) şöyle buyurur; “Ey gençler topluluğu; sizden kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin, kimin de gücü yetmezse, oruç tutsun. O kendisini korur!”

Orucun tam ve mükemmel olması ise yasaklardan uzak durmak ve haramlara düşmemek ile gerçekleşir. Çünkü Hz. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur; “Her kim yalan söz söylemeyi ve onunla ameli terk etmeyecek olur ise, o kimsenin yemesini içmesini terk etmesine Allah’ın bir ihtiyacı yoktur.”

Oruç ilâhî bir emirdir. Her ilâhî emir ise birçok hikmet, fayda içermektedir. Binaenaleyh oruç da din, ahlâk ve sağlık açısından birçok fayda ve meziyet içermektedir. Bu cümleden olarak, oruç tutan bir kimse Kerem sahibi mabudunun emrine uyması sebebiyle birçok ilâhî lütfa mazhar olur. Bundan başka nefsine hâkim olmuş, geçici bir mahrumiyete katlanmış, hayatın çeşitli sıkıntılarına karşı durabilecek bir özellik kazanmış bulunur.

Oruç ibadetini diğer ibadetlerden farklı kılan şey, şu iki sebeptir:

1- Oruç nefsin hoşuna giden şeylerini ve arzularını diğer ibadetlerden daha ileri derecede engelleyicidir.

2- Oruç, kul ile Rabbi arasında bir sırdır. Bu ancak Allah’a âyan olur. Bundan dolayı oruç, Allah’a has bir ibadet olarak söz konusu edilmiştir. Diğer ibadetler ise açıktan yapılır. Kul, belki bunları görsünler ve riyakârlık olsun diye de yapıyor olabilir. O bakımdan oruç diğer ibadetler arasından Allah’a özellikle tahsis edilmiştir.

Oruç, şehveti dizginler, nefsin heveslerini mağlup eder. Azgınlıktan, kötülükten men eder. Dünyanın adi lezzetlerini, makam ve yükselme davalarını küçük gösterir, kalbin Allah’a bağlılığını artırır, ona bir meleklik zevki ve saflığı bahşeder. Çünkü insan midesi ve şehveti için koşuşturup durmaktadır. İnsanı her derde sokan bu iki doyumsuzluğudur. İnsanın insanlığı da bunlara hâkim olmasındadır. Oruç ise ilk önce bu ikisini kırar, düzene koyar. Bunun için Peygamber Efendimiz (sav), nefisleri azgın olanlar hakkında; “Oruç tutsun, çünkü orucun güzel bir tesiri vardır.” buyurmuştur.

Oruç tutmayan, sabretmesini bilmez, nefsini normal şekilde kullanma yollarını gözetmez. Hele refah içinde yaşayanlar, hiç oruç tutmazlarsa, bütün hürriyetlerini şehevî arzularına kaptırırlar. Haram-helâl seçmezler. Midesi ve şehvetinin esiri olanlarla arzularını terbiye etmiş insan bir olamaz. Nitekim ayeti kerimede şöyle buyurulmuştur; “Muhakkak ki Allah, inanıp iyi işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar; inkâr edenler ise (dünyada) zevklerine göre yaşarlar, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir.” (Muhammed; 12)

Oruç, “Çaresiz sizleri biraz korku ve biraz açlıkla imtihan edeceğiz.” (Bakara; 155) ayetinde işaret buyrulan “biraz açlık” tan bir hissedir ki bu sayede uzun uzadıya ahiret açlıklarının önüne geçilecek ve büyük sabır müjdelerine erişilecektir.

Orucun bedene kuvvet, dayanıklılık; nefsin arzularına ölçü bahşeden birtakım ruhî ve bedenî faydaları; fakirlerin hallerini hissettiren, sosyal ve ahlâkî yönden güzel menfaatleri bulunmakla beraber bunların hepsi birer fayda olup, farz oluşunun sebebi ve hikmeti değildirler. Orucun farz oluşunun asıl hikmeti, Allah’ın emrine boyun eğmekle kulluk zevkini tatmak; ruhu, riya eserlerinden temizleyerek kuvvet ve ihlâsı artırmak ve kendini bizzat Allah’ın korumasına teslim etmek için nefsin terbiye edilmesidir.

Bir kudsi hadiste Cenâbı Hak; “…Oruç, Benim içindir. Onun mükâfatını ancak Ben veririm...” buyurmuştur. 

Bunlarla birlikte oruç tutan bir insanda rikkat ve merhamet duyguları tecelli eder. Fakirlerin, yoksulların hallerini düşünür, kendisinde bir kalp yumuşaklığı, bir insanlık duygusu meydana gelir. İşte orucun emrediliş hikmetlerinden olan nefsi terbiye etmek, sabretmeye alıştırmak suretiyle Müslümanın basiret ve akıl nurunu geliştirir. Oruç ibadetiyle ruhu güçlenen Müslüman, bu güç kaynağı ile diğer Müslüman kardeşinin hissettiği gibi hisseder, onun sıkıntılarını gidermeye çalışır. 

Şu olay ne kadar ibret vericidir; “Hazinelere sahip olduğun halde niçin yemeyip aç duruyorsun?” diyenlere, Hz. Yusuf (as); “Tok olduğum takdirde, açların halini unutmaktan korkuyorum.” cevabını verir. Yine oruç tutan bir kimse, geçici bir mahrumiyete katlanır, bunun neticesinde nail olduğu nimetlerin kadrini daha iyi anlar, kalbinde daha ziyade şükran hissi parlamaya başlar, diğer dini vazifelerini de bir şevk ile ifaya çalışır durur.

Allah’a (cc) kulluk yapma ve emirlerine teslim olma şuuru, Müslümanın en yüksek hedefidir. Zaten insanların yaradılış hikmetinin temeli de budur. Çünkü Allah (cc) şöyle buyurur; “De ki; Allahın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin Rabbi’ne teslim olmamız emredilmiştir.” (En’âm; 71) 

Orucun hikmeti ve menfaatleri, faydaları ve yararları, sebep ve maksatları bütün genişliğiyle ifade eden, maddî-mânevî, din ve dünyaya ait maksatları içine alan “Ta ki takva sahibi olasınız (sakınasınız).” özelliğinde toplamıştır. Oruç, insanların kalbine Allah korkusu ve murakabesini yerleştirerek, nefsi kötülüklerden temizleyerek esas gayesi olan takvaya insanı ulaştırmış olur. Çünkü Allah (cc), oruç farzının hikmetini ifade buyururken, elem duymak, acıkmak veya bu manalarda başka ifade yerine; ”...Ta ki korunasınız.” diye buyurmuştur. Takva, ancak oruç gibi bir ibadetin meyvesidir. Çünkü oruç, nefsi Allah’ın (cc) hudutlarında durmaya ve insan fıtratındaki mübah, beşeri arzuları yalnız O’nun emrine uymak için hazır hale getirmeye yardımcı olur. 

Burada Hâce Hazretleri’nin (ksa) “Gönül Sohbetleri ve Saadet Vesileleri’’ isimli eserinden takvayla ilgili bir bölüm aktarmamız takvayı anlamamız konusunda bize ışık tutacaktır; “İnsan olarak mesuliyetini unutmaksızın, sorumluluk bilinci dâhilinde ihsân sırrını, ihsân halini muhafaza etmenin adıdır takva. Bu, yerinde haramlardan sakınmak olur, şüpheliyi terk etmek olur, yerinde kendini nefyetmek olur, yerinde Hak için Hakk’ı nefyetmekle olur. Bu anlamda takva şudur diyemeyiz. Her kesimin takvası Allah’ı tanıyışı nispetinde, Allah’a beslediği muhabbet, aşk nispetinde farklılaşır. Onun için Cenâbı Hak, “Allah yanında en değerli ve en üstününüz en takvalı olanınızdır.” buyurmuştur. Mübalağa ile bunu zikretmiştir adeta sınırlandırmayı, kotayı kaldırmıştır Cenâbı Hak. “Etkâ”yı herkes farklı yorumlayabilir çünkü mübalağadır. Üstünde mübalağa yapabilir. Ama ayet aynı terimle, mübalağa ifade eden “etkâ” ile değil de “takva” kelimesi ile tamamlansaydı “inne ekrameküm indellâhi takvaküm” denilseydi takva standart bir şey olurdu ve hiç kimse o standardın dışına çıkamazdı. Cenâbı Hak adeta bu standardı bozuyor. “Etkâküm” diyerek işi mübalağaya döküyor ve bunu yoruma açıyor. Serbest bölge haline getiriyor.” 

Oruç, ruhî bir egzersizdir. Nefsin hoşuna gitmeyen bir ameldir. Gizli ve açık kontrolle takvaya hazırlanmaktır. Bir irade terbiyesidir. Sabır idmanıdır. İnsana zorluklara katlanma alışkanlığını kazandırır. Hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur; “Her şeyin bir zekâtı vardır. Bedenin zekâtı da oruçtur. Oruç sabrın yarısıdır.” O, gerçekten nefse ağır gelir. Elinde bulunan şeyden yoksun olmak, nefsin çok zoruna gider. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim, orucu emrederken tatlı ve yumuşak bir ifade kullanmıştır. Müslümanlara iman niteliğiyle çağrı yaparken imanın gereğine uymalarını ve bu emri derhal yerine getirmelerini işlemiştir. Oruç, insanı eğiten bir okul gibidir. Ve orucun da insanlar için hidayet olan, doğru yolu ve hak ile bâtılı birbirinden ayıran apaçık belgeleri taşıyan Kur’ân’ın indirilmiş olduğu Ramazan ayında tutulması yine başka bir hikmeti içermektedir.

Oruç, ruhu maddeden kurtarıp yüceltir. Oruç, ruhu, kendisine bulaşan kirlerden temizler. Şu halde orucun Kur’ân ayında (Ramazan’da) tutulması da başka bir hikmete binaendir. Kur’ân, en büyük meselelerde insanlar için bir düsturdur. Oruç, insanın ruhunu korur. Kalkandır, sığınaktır. Terbiyedir, hidayettir. Hadisi şerifte şöyle buyrulmaktadır; “Oruç bir kalkandır. Kul onunla cehennem ateşinden korunur.” Bir kimse oruç tutarsa, oruç da o kimsenin elinden tutup onu üstün ahlâka ve şerefli niteliklere götürür.

Ramazan ayında ne yapmamız gerektiğini ve nereden başlamamız gerektiğini yine Rabbimiz bizlere bildiriyor; “Eğer kullarım sana Ben’den sorarlarsa onlara de ki; ‘Ben kendilerine yakınım, Bana dua edenin duasını, dua edince kabul ederim.’ O halde onlar da Benim çağrıma olumlu karşılık vererek Bana iman etsinler ki doğru yolu bulsunlar.” (Bakara; 186) 

Yapacağımız işlerin en evvelinde O’nu bulmamız istenmektedir. Neticesinde O yoksa yapılan işlerin hiçbir anlamının olmadığını anlıyoruz. Bu yakınlığa rağmen mesafeler ötesinden yapılan kulluğun neticesi daima akîm kalır. Dua ederken şu hususların gözetilmesi gerektiği ifade edilmiştir: 

1- Allah’tan başka ihtiyacını karşılamaya kâdir kimsenin bulunmadığını ve ihtiyacının gerçekleşmesi için gerekli araç ve vasıtaların O’nun kabzasında olduğunu, O’nun müsahhar kılmasıyla müsahhar kılındığını bilmesi.

2- Samimi bir niyet ve tam bir kalp huzuru ile dua etmesi. Çünkü yüce Allah gafil ve başka şeylerle oyalanan kalple yapılan duayı kabul etmez.

3- Haram yemekten uzak durması ve dua etmekten usanmamak gerekmektedir.

İbrahim b. Ethem’e, “Bize ne oluyor ki dua ettiğimiz halde duamız kabul olunmuyor?” denilince şöyle cevap vermiştir; “Çünkü sizler Allah’ı bildiğiniz halde O’na itaat etmiyorsunuz. Resûlü’nü bildiğiniz halde O’nun sünnetine uymuyorsunuz. Kur’ân’ı bildiğiniz halde gereğince amel etmiyorsunuz. Allah’ın nimetlerini yediğiniz halde bu nimetlere şükretmiyorsunuz. Cenneti bildiğiniz halde cenneti istemiyorsunuz. Cehennemi bilip onu tanıdığınız halde ondan kaçmıyorsunuz. Şeytanı bildiğiniz halde ona karşı mücadele etmiyorsunuz, aksine ona uygun davranıyorsunuz. Ölümü bildiğiniz halde onun için hazırlanmıyorsunuz. Kendi ellerinizle ölüleri gömdüğünüz halde ibret almıyorsunuz. Kendi kusurlarınızı terk edip insanların kusurlarıyla uğraşıp duruyorsunuz.”

Hz. Cafer Sadık’a (ra) soruldu; “Bize ne hal arız oldu ki dua ediyor, fakat duamızın kabul olunduğunu göremiyoruz?” Cevap verdi; “Çünkü siz (hakkıyla) tanımadığınız kimseye (kalbiniz gaflette olduğu halde) dua ediyorsunuz. Onu hakikaten tanıyarak dua etseydiniz, huzur-i kalb ve hulûs ile dua ederdiniz, o zaman duanız kabul olurdu.”

“Ey Rabbimiz! Bizi Sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de Sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak Sensin.” (Bakara; 128) 

“Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, ‘Rabbiniz’e inanın!’ diye imana çağıran bir davetçiyi (Peygamberi, Kur’ân’ı) işittik, hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al.” (Âl-i İmrân; 193) 

“Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti; ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!” (Âl-i İmrân; 147)

Kaynakça:

-İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm

-Fahruddin Er-Razi, Tefsir-i Kebir

-İmam Kurtubi, El-Camiu li-Ahkami’l-Kur’ân

-Hicazi, Furkan Tefsiri

-Ö. N. Bilmen, Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Tefsiri

-E. H. Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili

-M. A. Sabuni, Ahkâm Tefsiri

-Tergib ve Terhib

-Er-Rudani, Cem’ul-Fevaid 

-Kuşeyri Risalesi

 

Yazar: Tamer DOYMUŞ

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort