JoomlaLock.com All4Share.net

ALLAHIM RECEB VE ŞABAN’I BİZE MÜBAREK KIL VE BİZİ RAMAZAN’A KAVUŞTUR

ramazan

Allahım Receb ve Şaban'ı Bize Mübarek Kıl ve Bizi Ramazan'a Ulaştır - Tamer DOYMUŞ

Sayı : 100 - Nisan 2016

 

Allahım Receb ve Şaban'ı Bize Mübarek Kıl ve Bizi Ramazan'a Ulaştır

 

Bizleri bir kez daha rahmet mevsimine ulaştıran Cenabı Hakk’a sonsuz hamd ve şükürler olsun. Rasulullah’a (sav), ehli beytine, ashabına ve etbaına salatu selam olsun. Rahmet mevsimin ilk ayı Receb-i Şerif’tir. “Receb” kelimesi; herhangi bir şeyden korkmak, utanmak veya bir kimseyi heybetinden dolayı ululamak ve tazim etmek manalarına gelir. Ayrıca, Receb kelime olarak “tercib” mastarından türemiştir ki tazim ve hürmet manasına gelir. Bu anlamlarına baktığımız zaman Receb ayı için Efendimiz’in (sav) niçin Allah ayı dediği anlaşılmaktadır. Bu ayda tevbe edenlere rahmet yağdığı, ibadet edenlere nur indiği için bu aya “asab” adı da verilir. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur; “Receb Allah’ın, Şaban Benim ve Ramazan ümmetimin ayıdır.” Receb ayı, içinde iki kandil gecesinin bulunması açısından da faziletli bir aydır. Receb ayının ilk cuma gecesi Regaib Kandili’dir. Yirmi yedinci gecesi ise Miraç Kandili’dir. Beş vakit namaz bu gecede farz kılınmıştır. Bu mübarek gecede, İslam toplumunun özelliklerini ifade eden şu ayeti kerimeleri anlamaya çalışmalıyız. Allahu Teala şöyle buyuruyor:

“Allah ile birlikte bir ilâh daha tanıma! Sonra kınanmış ve kendi başına terk edilmiş olarak kalırsın.

Rabbin, sadece Kendisine kulluk etmenizi, ana-babaya da iyi davranmayı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “of” bile deme; onları azarlama. İkisine de güzel söz söyle. Onlara karşı aşırı şefkat ve merhametinden dolayı alçak gönüllü olmanın kanatlarını indir ve “Rabbim, küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi sen de onlara öyle rahmet et!” diyerek dua et. Rabbiniz, sizin kalplerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.

Bir de akrabaya, fakire, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma. Zira böylesine saçıp savuranlar, şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankördür. Eğer, Rabbinden umduğun bir rahmet için onlardan yüz çeviriyorsan hiç olmazsa, kendilerine güzel söz söyle. Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, kaybettiklerinin hasretini çeker kalırsın. Rabbin rızkı dilediğine çok, dilediğine az verir. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır. Onları çok iyi görür. Geçim endişesi ile çocuklarınızı öldürmeyin. Biz, onların da, sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek, gerçekten büyük bir suçtur. Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur. Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse, onun velisine yetki verdik. Ancak bu veli de kısasta ileri gitmesin. Şüphesiz o, yardıma mazhar olmuştur.

Yetimin malına, rüştüne erinceye kadar, tam bir iyi niyet taşımaksızın yaklaşmayın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir. Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu, hem daha iyidir hem de neticesi bakımından daha güzeldir. Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi bundan sorumludur. Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen ne yeri yarabilir, ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin. Bütün bu sayılanları yapmak kötüdür. Rabbinin nezdinde hoş karşılanmaz. İşte bunlar, Rabbinin Sana vahyettiği hikmetlerdendir. Allah ile birlikte başka ilâh edinme; sonra kınanmış ve uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.” (İsra 22-39)

Üç ayların ilki olan Receb ayı içinde meydana gelen bir diğer hadise Tebük Seferi’dir. Şüphesiz ki bu sefer birçok hikmetleri içermektedir. Seferin sebebi; Bizans’ın İran’ı yenilgiye uğratmasından sonra kuzeyden Hicaz’a saldıracağı ve bu saldırı esnasında da çevredeki Hristiyan kabilelerin de Bizans’la işbirliği içinde olacağı haberlerinin Efendimiz tarafından duyulmasıdır. Gelen haberleri değerlendiren Efendimiz ileride İslam devletlerinin tarih boyunca yapacakları savaşlara bir işaret ve başlangıç teşkil etmek üzere büyük hazırlığı başlattı. Ashabına hazırlanmalarını emretti. Halkın ona göre hazırlanmaları için, gidilecek yerin uzaklığını, zamanın kıtlık ve yokluk zamanı olduğunun, düşmanın çokluğunu, Rumlar üzerine yürümek istediğini haber verdi. İslam toplumu, ciddi bir sıkıntı ile karşı karşıya idi. Müslümanlar, bir yanda görülmemiş yakıcı, kavurucu, kurak bir yaz mevsimi ve bu mevsimde az miktarda meyve tutmuş hurma ağaçlarının meyvelerinin olgunlaştığı ve gölgelerinde serinlemek imkânının bulunduğu bir durumla karşı karşıyaydı. Diğer tarafta ise karşılarında kuzeydeki Hristiyanlarla birlik olan Bizans İmparatorluğu’nun ordusu vardı. Yol uzundu. Tebük Seferi’nin hazırlık zamanına, bu esnadaki sıkıntılar göz önüne alınarak “Saatü’l-üsra-Güçlük zamanı” denilmiştir. (Tevbe 117) Zor şartlar altında cereyan eden bir sefer olması itibariyle: “Gazvetü’l-Usre”. Zor şartlar altında her türlü güçlüğü göze alarak hazırlanan fedakâr İslam askerlerini kastedilerek de “Ceyşü‘l-Usre” denilmiştir. Bu sefer sürecinde münafıkların nifaklarını olanca güçleriyle ortaya döktüklerinden dolayı “Fadıha Gazası” adı da verilmiştir. İşte biz burada münafıkların bu sefer esnasındaki melanetliklerini teşhir eden Kur’an ayetlerini anlamaya çalışacağız. Bu sefer esnasında çeşitli sıkıntılar maddi anlamda kuvvetli ve zayıf müslümanların, fedakârların, gözü yaşlı geri kalanların, cömertlerin, münafıkların belirlenmesi için tam bir ölçü olmuştur. Münafıklar her zaman olduğu gibi bu sefer esnasında da hiç boş durmadılar. Daha başlangıçta: “Bizans imparatorluğunu Muhammed oyuncak mı sanıyor? Ashabıyla beraber yakalanıp esir edileceklerini görür gibiyiz! Böyle sıcak bir zamanda yola mı çıkılır!” diyerek halk arasında menfi propaganda yapıyorlardı. Bu ifadeleriyle güya müslümanlar arasında yılgınlık, korku, şüphe ve tereddüt tohumlarını saçmak, dolayısıyla da halkın sefere olan ilgisini azaltmak istiyorlardı. Kur’an-ı Kerim onların hallerini şöyle anlatıyordu: “Allah’ın Rasulü’ne muhalefet etmek için geri kalanlar oturmaları ile sevindiler, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmadılar ve “Bu sıcakta sefere çıkmayın!” dediler. De ki: “Cehennem ateşi daha sıcaktır!” Keşke anlasalardı” (Tevbe 81)

Münafıkların ileri gelenlerden bazıları da birtakım fitneleri bahane ederek, asılsız mazeretler ileri sürerek seferden geri kalmak istediler ki, Kur’an-ı Kerim bunu şöyle nakleder: “Onlardan öylesi de var ki, “Bana izin ver, beni fitneye düşürme!” der. Bilesiniz ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem, kâfirleri mutlaka kuşatacaktır.” (Tevbe 49)

Bir başka bölümde ise izin isteyenler hakkında şöyle buyruluyor: “Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. “Eğer güç yetirseydik muhakkak Seninle birlikte (savaşa) çıkardık.” diye Sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefslerini helake sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor. Allah’a ve ahiret gününe iman edenler mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten (kaçınmak için) Senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini bilendir. Senden yalnızca Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kalpleri kuşkuya kapılıp kuşkularında kararsızlığa düşenler izin ister. Eğer (savaşa) çıkmak isteselerdi herhalde ona bir hazırlık yaparlardı. Ancak Allah (savaşa) gönderilmelerini çirkin gördü de ayaklarını doladı ve “(Onlara) Siz de oturanlarla birlikte oturun!” denildi. Sizinle birlikte çıksalardı size kötülük ve zarardan başka bir şey ilave etmez ve aranıza mutlaka fitne sokmak üzere içinizde çaba yürütürlerdi. İçinizde onlara haber taşıyanlar vardır. Allah zulmedenleri bilir.” (Tevbe 42-47)

Sefer için başlangıçta görünen güçlük ve sıkıntılardan dolayı halkta bir durgunluk ve gevşeklik görülmüştü. Tabii bu durumun oluşmasında münafıkların menfi propagandalarının etkisi de düşünülmelidir. Cenabı Hak müslümanları şöyle uyardı: “Ey iman edenler! Size ne oldu ki, “Allah yolunda savaşa çıkın!” denildiği zaman yere çakılıp kaldınız? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. Eğer çıkmazsanız, Allah sizi pek acıklı bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir kavim getirir; siz O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir. Eğer siz Rasulullah’a yardım etmezseniz bilesiniz ki Allah O’na yardım etmiştir: Hani, kâfirler O’nu, iki kişiden biri olarak çıkarmışlardı; onlar mağaradaydı; o, arkadaşına “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir!” diyordu. Bunun üzerine Allah O’na gönül rahatlığı verdi, O’nu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir. Gerek hafif, gerek ağır olarak hep birlikte savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer anlıyorsanız, bu sizin için daha hayırlıdır .” (Tevbe 38-41)

Münafıklar müslümanların orduya yardımlarını önlemek içinde yardım yapanları alaya alarak morallerini bozmaya çalışıyordu. Ebu Akil bir sa’ hurma getirmişti ki, kendisi buna herkesten daha çok muhtaçtı. Efendimiz’e gelerek: “Ya Rasulullah, iki sa’ hurmaya bütün gece çalıştım, su çektim. İki sa’dan birini ev halkımın ihtiyacı için bıraktım, diğerini de Rabbimin rızasını kazanmak için sana getirdim!” dedi. Münafıklar ise: “Bu azıcık hurmaya Allah’ın ihtiyacı mı var? Bu adam laf olsun diye görünsün diye sadaka veriyor!” diyerek gülüştüler. Diğer yandan İslam ordusunun sefere hazırlanması için dört bin dirhem tasadduk eden Abdurrahman b. Avf ile yüz vesk hurma bağışlayan Asım b. Adiyy için de: “Bunlar gösteriş için bağış yapıyorlar!” dediler. Diğer bağış yapan müslümanlar için de benzeri sözler sar fettiler. Böylece münafıklar, hem mali yardım yapmıyorlar hem de yapanlar hakkında dedikodu çıkararak yapılan yardımları azaltmaya çalışıyorlardı. Fakat münafıkların bu çalışmaları müslümanlar üzerinde bir tesir oluşturmuyordu.

Peygamber Efendimiz ahirette kazanacakları üstün sevapları anlatarak, müslümanları cihada teşvik eti. Hali vakti yerinde olan müslümanlar, mükâfatını Allah’tan umarak, mal yükleyip getirmeye başladılar. Hatta bu hususta birbirleriyle yarışanlar bile oldu. Müslümanlardan kimi başına sardığı sarığı getiriyor, kimi devesini getirip veriyordu. Sahabeden Ulbe b. Zeyd, geceden bir kısmı geçince, kalkıp namaz kıldı ve ağlayarak: “Ey Allah’ım! Sen cihada çıkmayı emir ve ona teşvik ettin. Halbuki benim, Rasulullah ile cihada çıkabileceğim bir binitim yok! Rasulullah’ın elinde de beni üzerine bindirecek bir biniti yok! Ben her zaman mal ve metam üzerine düşen sadakayı vermişimdir. Ey Allahım! Bana nasip ettiğin şu bir parça metamı tasadduk ediyorum!” dedi. Peygamber Efendimiz’in yanına varıp: “Ya Rasulallah! Elimde sadaka verebileceğim bir şeyim yok, şu bir parça metamı tasadduk ediyorum! Bundan dolayı beni üzen veya bana kötü söyleyen ya da benimle alay eden kimseye de hakkım helal olsun!” dedi. Peygamber Efendimiz de: “Allah sadakanı kabul buyursun.” dedi. Ertesi gün, Peygamber Efendimiz: “Şu gece tasaddukta bulunmuş olan kişi nerdedir?” diye sordu. Hiç kimse ayağa kalkmadı. Peygamberimiz: “O sadakacı nerede ise ayağa kalksın?” buyurdu. Hz. Ulbe ayağa kalktı. Peygamberimiz ona: “Müjdelerim seni! Muhammed’in varlığı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki; senin sadakan, zekatları kabul olanların divanına yazıldı!” buyurdu. Peygamberimiz minbere çıkıp müslümanları Ceyşü’l-usre’ye bağışta bulunmaya teşvik etti. Hz. Osman Efendimiz ayağa kalkıp: Ya Rasulallah! Allah yolunda, sırt çulları ve semerleriyle birlikte yüz deve vermeyi ben üzerime aldım!” dedi. Bu durumu Osman Efendimiz üç defasında da tekrar etmiştir. Daha sonrasında, ise elbisesine doldurup getirdiği dinarları Efendimiz’e verdi. Efendimiz dinarlara bakarak: “Bundan sonra, İbn Affan’ın yapacağı şey kendisine zarar vermeyecektir!” buyurdu. Peygamberimiz bu sözünü birkaç kere tekrarladı ve: “Ey Allahım, ben Osman’dan razıyım! Sen de razı ol!” diyerek dua etti. Hz. Osman efendimiz bunların yanı sıra teçhiz edilecek askerlerin yarısının erzaklarını sağladı. Su içtikleri kapların ağız bağlarına ve askı iplerine varıncaya kadar bir ihtiyaçlarını bırakmadı.

Münafıkların sefer sırasındaki nifakları: Münafıklardan bir grup, birbirlerine: “Şu sıcakta sakın cihada çıkmayınız.” dediler. Hiçbir özürleri olmadığı halde, Tebük Seferi’ne katılmamak için Peygamberimiz’den izin istediler. Seksenden fazla münafık izin istedi. Münafıklardan bazıları ise, ganimet almak maksadıyla Tebük askerleri arasına katıldılar. Fakat gittikleri yerlerde münafıklıktan geri durmadılar. Yolda grup halinde gidiyorlardı. Bir süvari grubu önde bulunuyordu. Bunlardan Vedia b. Sabit adlı münafık, Efendimiz’i kastederek: “Şunlara bakınız! Şam kalelerini fethetmek istiyorlar. Beni Asfar’la savaşı, Arapların birbirleriyle savaşı gibi mi sanıyorlar?” diye moral bozucu laflar ediyorlardı. İçlerinden bazısı da bu söylediklerinden dolayı ayet inmesinden çekiniyordu. Nihayet bunlar hakkında ayet geldi. Ayette mealen şöyle buyruluyordu:

“Münafıklar, aleyhlerine bir sure inip kalplerinde gizlediklerini haber vereceğinden korkuyorlar. Onlara de ki; “Siz alay edin. Korktuğunuz şeyleri Allah mutlaka meydana çıkaracaktır.

Onlara niçin alay ettiklerini sorsan, “Yemin olsun biz lafa dalmış eğleniyorduk.” derler. Onlara de ki: “Allah ile ayetleri ve Peygamberi’yle mi alay ediyorsunuz?” Boşuna özür dilemeyin. Siz iman ettiğinizi söyledikten sonra içinizdeki küfrü açığa vurdunuz. İçinizden bir kısmını bağışlasak bile, diğer bir kısmını, suçlarında ısrar ettiklerinden azabımıza uğratacağız.” (Tevbe 64-66)

Münafıkların fesatları, bozgunculukları ve yol meşakkatlerinin neticesinde İslam ordusu Tebük’e vardı. Tebük’te yirmi gün kaldılar. Bu süre içinde Bizans İmparatorluğu’na ait hiçbir askeri kuvvet ortaya çıkmadı. Civardaki bazı hükümdarlar arasında onların cizye vermeleri karşılığında antlaşmalar yapıldı. Rasulullah ashabıyla istişarede bulundu ve geri dönmeye karar verdi. Dönüş yolunda münafıklar sinsi emellerini gerçekleştirmek için her yolu deniyorlardı. Akabe’den geçerken Efendimiz’e suikast yapmak istediler. Fakat Efendimiz Cebrail vasıtasıyla bundan haberdar olmuştur. Suikastçı münafıklar hakkında ayette şöyle buyruluyor: “Onlar, söylemediklerine dair Allah’a yemin ettiler. Halbuki onlar, kafirliğe götüren sözü söylediler. Müslüman olduktan sonra tekrar kafir oldular. Erişemeyecekleri işe giriştiler. Onların kızmaları, sırf, Allah ve Rasulü’nün, Allah’ın lütfuyla kendilerini zenginleştirmesindendir. Eğer tevbe ederlerse bu onlar için daha hayırlıdır. Şayet yüz çevirirlerse Allah onları dünyada ve ahirette can yakıcı bir azapla cezalandırır. Yeryüzünde onların ne dostu ne de yardımcısı vardır.” (Tevbe 74)

Dönüş yolunda gerçekleşen bir başka olay: Ebu Humeyd es-Saidî der ki: Hicr’de akşamladığımız sırada idi ki, Rasulullah aleyhisselam: “Bu gece üzerinizde şiddetli bir kasırga kopacaktır! Sizlerden hiçbiriniz, yanında arkadaşı bulunmadıkça ayağa kalkmasın! Yanında devesi bulunan da, devesinin dizini bağlasın!” buyurdu. Hemen kalkıp develerimizin dizlerini bağladık. Gecenin ilk sıralarında idi ki, şiddetli bir kasırga esmeye ve ortalığı alt üst etmeye başladı. Ashab Efendimiz’in emrine göre hareket ettiler. Hiçbir kimse, yanında arkadaşı bulunmadıkça, olduğu yerden kalkmadı. Ancak, Beni Said’den iki kişiden birisi bir hâcet için, diğeri de devesini aramak için gitti. Haceti için giden, gittiği yerde boğmacaya tutuldu. Devesini aramaya gideni ise, kasırga sürükleyip Tayyilerin iki dağına attı. Bunların başına gelenler, Rasulullah’a haber verildi. Rasulullah: “Ben sizi yanında bir arkadaşı bulunmadıkça bir yere gitmekten men etmedim mi?” buyurduktan sonra, yolda boğmacaya tutulan adam için dua edince, adam iyileşti. Tayyi dağlarına kadar sürüklenip giden öbürünü ise, Rasulullah Medine’ye döndüğü zaman, Tayyi kabilesi Rasulullah’a gönderdiler.

Münafıklar, Tebük Seferi’ne çıkılmadan önce bir mescid yaptırmışlardı. Güya yaşlılar, hastalar ve bazı işi olanlar yağmurlu gecelerde Mescid-i Nebevi’ye gidemiyorlar, cemaate katılamıyorlardı. Onun için yakında bir yerde mescid olursa cemaate katılabileceklerdi. Bu maksatla yaptıkları mescidin açılışı için Efendimiz’i davet etmişlerdi. Efendimiz: “Şimdi sefere çıkıyoruz, dönüşte olur.” demişti. Seferden dönerken Medine yakınındaki Zievan denilen köye geldiğinde Dırar Mescidi’ni yapan münafıklar Efendimiz’e gelerek önceki sözünü hatırlatıp mescide götürmek istediler. O sırada, gerek mescidi yapanlar, gerekse mescidin mahiyeti hakkında şu ayetler nazil oldu:

“(Münafıklar arasında) bir de (müminlere) zarar vermek, (Hakk’ı) inkâr etmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Rasulü’ne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir Dırâr Mescid’i kuranlar ve “Bununla iyilikten başka bir şey niyet etmedik!” diye mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Hâlbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.

Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takva üzerine kurulan mescid (Kuba Mescidi) içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da çok temizlenenleri sever.” (Tevbe 107,108)

Bu ayetler nazil olunca Peygamber Efendimiz ashabtan Malik b. Duhşum ile Ma’n b. Adiyy’i görevlendirerek mescidin yıkılmasını emretti. Bu iki İslam kahramanı, süratle hareket ederek Rasulullah’ın emrini yerini getirdi.

Ka’b b. Malik hazretlerinden rivayet olunduğuna göre Peygamberimiz kuşluk vakti seferden döndüğünde mescide gider orada iki rekât namaz kılardı. Tebük Seferi’nden döndüğünde de öyle yaptı. Mescide gitti, iki rekât namaz kıldı, Cenabı Hakk’a şükretti. Daha sonra seferden geri kalanlar gelerek özür beyan ettiler. Münafıklarda özür beyan ederek geri kalış sebeplerini sahte yeminlerle kuvvetlendirmek istediler. Kur’an-ı Kerim münafıkların içyüzlerini şöyle bildirmektedir: “Onlara döndüğünüz zaman size özür beyan edecekler. De ki: Özür dilemeyin! Size asla inanmayız; çünkü Allah, sizin gerçek tutumlarınızı bize bildirmiştir. Amelinizi Allah da görecektir, Rasulü de. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilene döndürüleceksiniz de yapmakta olduklarınızı size haber verecektir. Onların yanına döndüğünüz zaman size, kendilerinden vazgeçmeniz için Allah adına ant içecekler. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanmakta olduklarına karşılık ceza olarak varacakları yer cehennemdir. Onlardan razı olasınız diye size yemin edecekler. Fakat siz onlardan razı olsanız bile Allah fâsıklar topluluğundan asla razı olmaz.” (Tevbe 94-96)

Kaynaklar:
-Furkan Tefsiri, Hicazi
-Kalplerin Keşfi, İmam Gazzalî
-İslam tarihi, M. A. Köksal
-İslam Tarihi, H. Algül
-Şamil İslam Ansiklopedisi
-Peygamber Külliyatı, Muhammed b. Salih ed-Dımeşki

 

Yazar: Tamer DOYMUŞ

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort