JoomlaLock.com All4Share.net

ANA-BABANIN DİNİNİ TERK ETMEK

ana baba dini

Ana-Babanın Dinini Terk Etmek - Veysel ÖZSALMAN

Sayı : 100 - Nisan 2016

 

Ana-Babanın Dinini Terk Etmek

 

Hiçbir insan hayata tam manasıyla sıfırdan başlamaz. Doğduğu andan itibaren kendisini çepeçevre saran kültürel iklimin kucağında bulur. Binlerce seneden beri cemiyetlerin kendi tecrübelerini süzerek elde ettikleri maddi ve manevi şeylerin yekûnu olan kültür, fertleri her yönüyle kuşatmış vaziyettedir. Kültürel atmosferde alınan her bir nefes biraz daha kabullenişi ve sahiplenmeyi getirir.

İnsan kendisinden başka hiçbir varlığa nasip olmayan “geçmişin birikimine sahip olma” kabiliyetiyle, cemiyetin bugünkü seviyesine ulaşırken geçtiği merhaleleri tekrar tekrar icat ve keşif mecburiyetinden kurtulur. Bu sayede cemiyet hayatı -suni müdahaleleri saymazsak- mühim bir kesintiye uğramadan devam eder. Mevcut kültürel birikimi kazanmakla fertler cemiyet hayatına zorlanmadan ayak uydururken bir taraftan da kültürü hazır bulmuş olmanın kazandırdığı zamanla onu geliştirme fırsatını elde etmiş olurlar.

Bütün bu kültürel öğrenmeler ailede başlar. Cemiyetin ileride fertten bekleyeceği davranışların kodları daha bebeklik çağında ona yüklenmeye başlanır. Oynadığı oyuncaktan giydiği kıyafetin rengine kadar her şey çocuğu etkisi altına alan kültürün onu açıktan yönlendirmesidir.

Dini görüş ve davranışta tıpkı bu şekilde kazanılır. Herkesin bildiği “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar.” hadisi şerifinin mükemmelen ifade ettiği üzere çocuğun dini ailesinin yönlendirmesiyle şekillenir.

Ailesinden aldığı hiçbir bilgiyle yetinmeyen, öğrendiği ne varsa değiştiren ve geliştiren insanın din sahasında da bunu yapması tabiidir. Çünkü aile fert için sadece temel teşkil edecek bilgileri kazandırabilir. Aile çocuğun ilerde karşılaşacağı her hadise için bir hazırlık sınıfı gibidir. Mesela yeryüzündeki en besleyici maddelerden birisi olan anne sütü bile iki yaşına kadar çocuğun ihtiyacını karşıladıktan sonra yerini başka gıdalara bırakmak zorunda kalır. Benzer şekilde dini yaşantıda da içine gireceği açmazları çözmesi için mutlaka dışarıdan bir yardım alması gerekecektir. O halde insan maddi ve manevi belirli bir hizaya geldikten sonra ailesinden beslenemez ve başka kaynaklar bulmak mecburiyetinde kalır.

Dünyevi meselelerde er ya da geç aileden “ayrılma” gerçekleşmektedir. Ailevi, iktisadi, siyasi birçok alanda ferdin ana babasıyla yolları ayrılmaktadır. En basitinden bir evlilikte, neredeyse akla gelebilecek tüm hususlarda ferdin ana-babasıyla ayrışması söz konusudur. Nasıl ki dünyevi meseleler de bu ayrılış, kopuş kaçınılmaz ise dini meseleler de öyledir. Bu ayrılma çok faklı şekillerde gerçekleşebilir. Mesela iki farklı gövdenin birbiriyle aynı şey olmayışı kabilinden olabileceği gibi, bir ağacın aynı gövdeye bağlı dallarının birbirinden ayrılması yahut aynı daldaki iki meyvenin birisinin diğerine nispetle daha olgun olması şeklinde de olabilir. Şimdi bu üç farklı manasıyla ana baba dininden ayrılmakla neyi kastettiğimize yakından bakalım.

Birinci manadaki ayrılmadan kastımız farklı dine mensup ana babanın dinlerini reddediş şeklindedir. Bunun en meşhur örneği Hz. Sa’d bin Ebî Vakkas’tır (ra). Bilindiği üzere annesi müslüman olduğunu öğrenince onu dininden döndürebilmek için bir nevi açlık grevine başlamıştı. O ise “Vallahi anne senin yüz canın olsa da bunlar birer bire çıksa da imanımdan vazgeçmem!” diyerek atalarının dininden ayrılığını ve kararlılığını sergilemiştir. Bu hadisede iman ve fikir olarak ana babadan ayrılığın zirvesini görüyoruz. Burada ana babaya bir eziyetten, isyandan ziyade müslüman tavrının nasıl olması gerektiği Sa’d bin Ebî Vakkas tarafından göz önüne konulmuştur. Zaten bu hadisenin ardından “Biz, insana, ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.” (Ankebut 8) ayetinin nazil olduğu bildirilmiştir.

Şükürler olsun ki Cenabı Mevla bizlerin bir müslüman beldesinde dünyaya gelmesini istemiş de böyle büyük bir imtihana muhatap olmamışız. Ancak şu da bir gerçek ki müslüman beldesinde dünyaya gelmiş olmak meseleyi kökünden halletmiyor. Tamamına yakının “müslümanım” dediği fakat müslümanlığın nostalji olduğu bir cemiyet henüz meselesini halletmiş sayılmaz. Gelinen noktada din bir folklor halini almış ve sadece ecdadımızdan bize kaldığı için saygı duyulan bir durumda ise bu dinin fertlere katacağı bir şey kalmamıştır. Günlük hayatta kullanmadığımız, kullanamayacağımız ancak eskiliği hasebiyle değerli olan bir “antika” muamelesiyle yaklaştığımız din elbette ki bizi dindar yapmaya yetmeyecektir.

İşte ikinci manada ana babanın “dininden” (dini anlayışından) ayrılmakla bunu kastediyoruz. Tıpkı Üstad Necip Fazıl’ın hayalini kurduğu ve hitabesinde belirtmiş olduğu “Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiçbirini beğenmeyen, onlara “Siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka müslümanlarısınız!” diyebilecek olgunluktaki gencin ayrılığıyla kastettiği gibi… Bunların geçmişten intikam değil ibret almak adına sarf edilmiş sözler olduğunu anlıyoruz. Hemen belirtmemiz gerekir ki burada ana babaya “kindarlığın” değil kendi hesabımıza “dindarlığın” peşindeyiz.

Üçüncü ve son olarak ise muttaki kimseler olsalar bile ana-babanın “dinini” terk etmekten bahsediyoruz. Bununla da ana-babanın öğrettikleriyle yetinmeyip, ferdin Allah’a ulaşacağı yolu kendisinin bulması gerektiğini kastediyoruz. Mademki “Allah’a giden yollar, canlıların aldığı nefesler adedincedir.” o halde herkes kendi yolunu bulmalıdır.

Akıl sahibi her müslüman ana-baba çocuğuna temel dini eğitimi verir. Ona ibadetleri ve kulluğu anlatır. Belki bu kadarı bazı şeyler için yeterli olabilir. Tıpkı Efendimiz’e (sav) gelip dini soran bedevi hadisesinde olduğu gibi. Bedevi İslam’ın şartlarının neler olduğunu sorduğunda Efendimiz kendisine namaz, oruç ve zekâtı tarif etmişti. Bunun üzerine o “Vallahi bundan ne fazla ne de eksik bir şey yapacağım.” diyerek arkasını dönüp giderken Efendimiz de “Eğer doğru söylüyorsa kurtuldu gitti! Cennetlik bir adam görmek isteyen şu adama baksın” buyurmuşlardı.

Hadisenin bize çarpan yönlerinden birisi farz ibadetleri yerine getirenlerin asla küçümsenemeyeceği ve dindarlık açısından tenkit edilmemesi gerektiğidir. Diğer bir taraftan da şunu görüyoruz ki o esnada “Demek bu iş bu kadar, hadi bize eyvallah!” diyen hiç kimsenin çıkmamasıdır. Yani kimse “bu kadarına da cennet veriliyorsa bize başka bir şey gerekmez” dememiştir. İşte bu yüzden biz de az ile yetinmek istemiyoruz.

Mesele sadece bir terk etme araya mesafe koyma hadisesinden ibaret değildir. Bir şeyi terk etmek, ortadan kaldırmak kolay ancak yerine yenisini koymak zordur. “Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir / Onu en çolpa herifler de emin ol becerir” diyen Akif’in de anlatmaya çalıştığı gibi belki bir kişinin yıktığını binlerce kişi yapamaz. Bizim meselemiz dini yaşantının yeniden inşa edilmesi meselesidir.

Biz “Allahım, göz açıp kapayıncaya kadar dahi olsa beni nefsimle baş başa bırakma” diye dua eden bir Peygamberin ümmetiyiz. Bu sebeple hayatımızın boşluk kabul etmeyeceğini biliyoruz. İki ırgatla alaşağı edilebilecek Süleymaniye’nin yeniden inşası için bir Sinan gerekli olduğunu da… İşte bu sebeple hayatımızdaki boşluğu dolduracak, gönlümüzün kubbesini onaracak “Sinan’ı” arayıp bulmalıyız.

Terk etmekten kastımızı açıklığa kavuşturduğumuza göre şunu söylemekte sakınca yoktur ki kişi ailesinin de cemiyetin de din anlayışını terk etmelidir. Mürşid-i kâmili bulup onun tatbik ve tebliğ ettiği anlayışa yönelmelidir.

 

Yazar: Veysel ÖZSALMAN

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort