JoomlaLock.com All4Share.net

ALLAH’A GİDEN YOLLAR MAHLUKATIN NEFESLERİ ADEDİNCEDİR

Vhdt Allaha giden yollar

Allah'a Giden Yollar Mahlukatın Nefesleri Adedincedir - Vahdettin ŞİMŞEK 

Sayı : 103 - Temmuz 2016

 

Allah'a Giden Yollar Mahlukatın Nefesleri Adedincedir

 

“Sana da (ey Muhammed!) geçmiş kitapları tasdik eden ve onları kollayıp koruyan Kitab’ı (Kur’an) hak ile indirdik. Onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzu ve heveslerine uyarak, sana gelen haktan sapma. Biz, her biriniz için bir şeriat ve yol belirledik. Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi denemek istedi. Öyleyse iyiliklere koşun. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verir.” (Maide 48)

Muhterem kardeşlerim, dergimizin bu sayısında sizlerle bir hadisi şerifin içerdiği manayı sohbetleşmeye çalışacağız.

Kainatın Efendisi, yaratılmışların en hayırlısı ve mükemmeli olan yüce Peygamberimiz (sav) buyuruyorlar ki: “Allah’a giden yollar mahlukatın nefesleri adedincedir.” Bu hadisi şerif İslam’ın anlaşılmasında ve yaşanmasında müslümanlar için muazzam bir genişlik sunarken, tecdide ve içtihada da kolaylık kapılarını açmaktadır. 

Şurası muhakkaktır ki, İslam dini Allah’ın Peygamberi vasıtasıyla bizlere bildirdiği değişmez, değiştirilemez bir vaaz-ı ilahidir. O ilahi vaazın içerisinden bir harf bile değiştirme hakkımız yoktur. O (cc) Kitab-ı Kerim’inde bize ne buyurmuşsa bize sadece “Âmenna ve saddakna” demek düşer. Bu noktada bir değişiklik, farklı düşünce elbette mümkün değildir. 

Fakat insanların anlayış kabiliyetlerine göre akidede sapkınlık olmamak kaydıyla, Efendimiz’in sünneti seniyyesini örnek alarak ve bölgelerde uygulanan meşru örfleri inceleyerek farklı anlayışlara ulaşmalarında bir mahsur görülmemiştir. Bu anlayışlar başlangıçta mezhebleri ortaya çıkarmıştır. Ashabı kiramdan tabiin hazeratı, onlardan da kendilerine tabi olan ulemayı izam hazeratı önce fıkıhla yani müslümanların yaşantılarını ilgilendiren meselelerde içtihat etmişlerdir. Daha sonraki zamanlar da ise itikadi meselelerde ayrılmalar olduğundan dolayı itikadi konularda içtihat edilmiştir. Halkın İslam’ı yaşamadaki ihtiyaçları arttıkça değişik müesseseler, camialar yine ulemayı izam ve sulehayı kiram hazeratının öncülüğünde kurulmuştur. Bunlar daha çok tasavvufi ekoller olarak neşvü nema bulmuştur. 

İşte bu meşru çeşitliliklerin kaynağı olarak Efendimiz’in konumuzu teşkil eden hadisi şerifi olmuştur. Konunun açıklığa kavuşması açısından büyüğümüz Hâce Hazretleri’nin (ksa) görüşlerine başvurduk. Buyurdular ki; “Şimdi hadisi şeriften anladığımız meşru olan meslekler, meşrepler, mezhepler Allah’ın rızasını kazanmaya, Allah’a yaklaşmaya bir vesile olabilir. Bu yüzden vesilelerde de taassup sahibi olmak yani sadece bununla olur, sadece şununla olur, böyle taassup sahibi olmak kişiyi neticeye ulaştırmayacağına inanıyorum. Cenabı Hak Sure-i Maide’de de bunu bildiriyor: “Dileseydik biz bütün insanlığı bir ümmet olarak ve bir millet olarak, bir dine şeriata bağlı bir ümmet bir millet olarak yaratabilirdik. Ama biz her ümmete, her millete bir şeriat va’z ederek o şeriatler içinde de onlara bir kolaylık olarak meşrebler, meslekler ve mezhepler lutfederek onların imtihanlarını kolaylaştırdık.” buyuruyor. Bu da bize vesilelerin ne kadar çok olduğunu gösteriyor. Yani bu anlamda din bir vesiledir. İnsanların Allah’a ulaşmasında dolayısıyla dinin içinden süzülüp gelen dinin o hududunu, ruhunu bozmayan her güzel şey Allah’a ulaştırır. Yeter ki insan ifrat ve tefritten uzak dursun. Kur’an ve sünneti iyi anlayabilsin. Yapacağı her şeyi Hakk’a ulaşabilmek için kullanabilsin. Yani rıza dairesinde, lika dairesinde kullanabilsin. İnsanın bazen bu anlamda günahı bile onu Allah’a ulaştırabiliyor. Eğer o günahın ardında samimi bir tevbe varsa, nedamet varsa, pişmanlık varsa, ikrah varsa o günahı bile hazreti Âdem misali onun Allah’a ulaşmasına vesile olabilir.”

Allahu Teala’ya bu manada nihayetsiz şükretmemiz gerekir. Ayeti kerimede de buyrulduğu gibi Rabbimiz hazretleri bizden tek tip insan olmamızı isteseydi, belki de bizler bunu kaldıramayabilirdik. Aslında ümmeti Muhammed’e Cenabı Hakk’ın Efendimiz’den sonra en büyük ikramı O’nun varisleri olan her biri büyük velayet derecelerinde ulemayı izam hazeratıdır. O büyük zatlar ümmeti Muhammed’in en küçükten en büyüğe kadar bütün ihtiyaçlarını karşılayacak meseleleri düşünmüşler, onlar üzerinde çalışmışlar ve en kolay bir şekilde bizlere sunmuşlardır. İşte aslında bu Cenabı Hakk’ın dinini muhafazasının en büyük delilidir. Hiç bir müslüman diyemez ki benim bir meselem vardı da İslam alimlerinin fikirleri veya eserleri arasında buna cevap bulamadım. Bu mümkün değildir. Bin dört yüz küsur yıldır İslam’a tabi olmuş ve ehli sünnet anlayışları içinde kalmış bütün müminlerin ihtiyaçlarını bu peygamber varisi alimlerimiz karşılamışlardır.

İşte bu manada coğrafyaların değişik olması, fıtratların farklılığı, kaynaklara ulaşabilme açısından ümmet farklı mezheblere, meşreblere, mesleklere yönelmişlerdir. Bunlar bizim meşru çeşitliliğimizdir. Büyüğümüzün buyurduğu üzere bizim kanaatimiz odur ki, bu hadisi şerif genel manada bunu izah etmektedir. Kur’an ve sünnet çerçevesi dışına çıkılmadığı müddetçe ümmeti Muhammed, mahlûkatın nefesleri adedince de olsa farklı anlayışlarla, Allah’a giden yollar ihdas edebilir. Burada dikkat edilmesi gereken taassuba düşmemektir. Yani tek doğru benimkisidir dememektir. Zaten aksini düşünmekte hele de günümüzde taassuptan da öte ham yobazlık olur. İki milyara yakın müslümanın yaşadığı bir ortamda herkes benim gibi olacak demek ahmaklık olur, kanaatindeyiz. 

Bunu söylerken hiçbir ekol diğerleriyle alışveriş yapmaz anlamında da anlamamak lazımdır. Fikirlerimizi, düşüncelerimizi, birbirimizle paylaşmalıyız. Olabilir ki, doğru bildiğimiz bir fikrimizi kardeşimizin bize öğüt vermesi neticesinde tashih edebiliriz. Ya da kardeşimizin yanlış bildiği bir anlayışı ona izah ederek onu ikna edersek, müminin mümin üzerindeki haklarından olan hakkı tavsiye vazifemizi de yerine getirmiş oluruz. 

Fakat bugün maalesef bazı müslüman gruplar fikirleri değişir korkusuyla kendi bağlılarından olanları diğer müslümanların yanına göndermiyorlar. Bütün meselelerini kişi sayısına bağlayan bu anlayışlar günümüzde gerçek İslam mefkûresinin yayılmasına maalesef engel olmaktadırlar. 

Özellikle fedakarlığın, mahviyetin, kardeşinin nefsinin kendi nefsinden önce tutulduğu anlayışının talim ve tatbik ettirildiği tasavvuf yolunda bu ben merkezli fikirlerin olması daha da yaralayıcı olmaktadır. İşte asıl bu noktada Allah’a giden yollar mahlukatın nefesleri adedincedir emr-i Peygamberîsi önem arz etmektedir. Çünkü biz inanıyoruz ki, evliyaullah hazeratının her birinin Allahu Teala (cc) ile farklı bir yakınlığı vardır. Mümin bunlardan meşrebine uyan birisiyle yakınlık kurarak direkt olarak Rabbi ile yakınlaşmış olur. İşte her insanın kabiliyetine ve fıtratına uygun olarak Cenabı Hak ile yakınlık kurması bu yolla mümkün olur. Yaradılış gayemiz Allah’a kulluk ve nihayetinde ona kavuşmak olduğuna göre asgari ayrılıklarımızı ön plana çıkarmamız doğru olmaz kanaatindeyiz.

Efendimiz (sav) hadisi şeriflerinde: “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız!” (Müslim, İman, 93-94) buyuruyorlar. Bakınız burada Efendimiz hiçbir müslümanı ayırt etmiyor. İmanın şartını müslümanların birbirini sevmesine bağlıyor. Baştan beri izah etmeye çalışıyoruz. Rabbimiz bizleri, farklı ırklarda, renklerde, fıtratlarda, meşreplerde yarattı. Bunun manası şudur ki, farklı anlayışlarımız mutlaka olacaktır. Bu İslam’ında mükemmel anlaşılmasına sebep olacaktır ve olmuştur. Önemli olan birbirimizi gerçekten sevebilmemizdir.

 Seversek tahammül gösteririz, seversek kusurlarımızı görmeyiz. Müslümanların hepsinin sürekli dillendirdiği “İslam birliği” sadece devletlerin birbiriyle anlaşmasıyla olmaz, kanaatindeyiz. Önce gönüllerde “İslam kardeşliğini” oluşturmalıyız ki, Rabbimiz celle ve âla hazretleri de bizlerin arasındaki suni sınırları kaldırsın. Bugünkü birbirimize bakışımızla kurulacak bir hilafeti önce kendimizin yıkacağına inanıyoruz. 

Bunun içindir ki, Allah’a giden yolların çokluğu bir adetullahtır. Bunu bozmaya kimsenin Hakk’ı olamaz. Rabbimiz celle celaluh yarattığı her insana mübarek ruhundan üflediğini buyuruyor. Her insanın içinde bir sırrı ilahi saklıdır. Bunun farkına varan her insan O’nun sıfatlarının tecellileriyle O’na farklı bir cepheden yakınlaşabilir. Dolayısıyla her türlü meşru çeşitliliği anlayamasak da kabullenmek zorundayız. Anlayamadığımız birçok güzelliği onların anlayıp farklı bir yoldan Rabbimizi razı ve hoşnut ettiğini düşünelim ve onları öylece kabullenelim. Birbirimizi ihmal etmeyelim. Sürekli ziyaretleşelim. Ümmeti Muhammed’in dertlerini konuşup, çözüm yolları üretelim.

Netice olarak bilelim ki, bizim birbirimizle “bir binanın tuğlaları gibi olmamız” Rabbimizin rahmet ve merhametini cûşa getirip bizlere zafer kapılarını açabilir. Ehli küfrün elindekileri alıp asıl sahibi olan müminlere iade edebilir. Bunlar Hâlık-ı Zülcelal Hazretleri için zor değildir.

“O’nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece “Ol!” demektir. O da oluverir.” (Yâsin 82)

Rabbimizin ümmeti Muhammedi İslam davası etrafında toplamasını ve her bir müminin mümin kardeşi hakkında sevgi beslemesini niyaz ederek, hepinizi Allah’a emanet ediyoruz.

 

Yazar: Vahdettin ŞİMŞEK

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort