JoomlaLock.com All4Share.net

EHLİ SÜNNET İSLAM’IN YAŞANMIŞLIĞIDIR

ehli sünnet islamın yaşanmışlığıdır

Ehli Sünnet İslam'ın Yaşanmışlığıdır - Vahdettin ŞİMŞEK

Sayı : 106 - Ekim 2016

 

Ehli Sünnet İslam'ın Yaşanmışlığıdır

 

Muhterem kardeşlerim, dergimizin bu ayki konusu “Müslüman Toplumlarda Kavram Kargaşası” ve bu kavram kargaşasının iki ana kavramı; ehli sünnet anlayışı ve Şiiliğin mahiyeti hakkında olacaktır.

Rabbimiz celle ve ala hazretleri Kelam-ı Kadimi’nde buyuruyor ki:

“Ve işte böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun. Daha önce içinde durduğun Kabe’yi kıble yapmamız da şunun içindir: Peygamber’in izince gidecekleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım. Bu iş elbette Allah’ın hidayet ettiği kimselerin dışındakilere çok ağır gelecekti. Allah imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.” (Bakara 143)

Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmaktadır: “Din ile ilgili hususlarda aşırılıktan sakının! Sizden önceki toplulukların helakine sebep olan şey onların dini meselelerde aşırı gitmeleri, haddi aşmalarıdır.” (İbni Mâce, Sünen)

Başka bir hadiste de Hz. Peygamber (sav) üç defa şöyle buyurmuştur:

“Aşırı gidenler helak oldu.” (Müslim, Sahih)

Ayeti kerimeden de hadisi şeriflerden de anlaşılacağı üzere İslam dini ifrat ve tefritten uzak, itidal üzere olan, Rasulullah’ın ashabına ve onların izini takip eden selef-i salihine ve onları örnek alan, ilmiyle amil, muttaki, ihsan sırrına ulaşmış ulemayı izama tabi olanların dinidir.

Dolayısıyla sahih dinin yaşanmışlığı, pratiğe dönmüş şekli ve kadimiyyeti, sağlamlığını da ortaya koyacaktır. Yani Efendimiz’in (sav) yaşayarak ashabına talim ettirdiği ve onlardan tevarüs ederek devam eden anlayış İslam’ın mükemmele en yakınıdır. Bunun dışında kalan her anlayış, yerine göre bid’at, yerine göre nifak, dolayısıyla fitne ve yerine göre de küfürdür.

İşte asrı saadet ve tabiin döneminden sonra İslam’ı bozmak için harekete geçen, Yahudiler ve onlarla beraber hareket eden münafıkların oluşturmaya çalıştıkları fırkalar çoğalmaya başlamıştı. Bunun üzerine İslam’ı ashabı kiramın gönlünden, hareketlerinden ve sözlerinden öğrenen ve tatbik eden gerçek İslam alimleri bu sapık fırkalardan müslümanları uzak tutmak için kendilerine “ehli sünnet” demişlerdir.

Bu tabiri ilk kullanan, Muhammed b. Sîrîn (ra) (ö.110/728) olmuştur. “Ehlu’l-hakk ve’l-cemâ’a” terimini ise, ilk defa kullanan Ebu’l-Leys es-Semerkandî’dir (ra) (ö.373/898). Bu tabirin içi yukarıda bahsettiğimiz gibi Kur’an ve sünnete tam bağlı ve bunu da ashabın uygulamaları ile kuvvetlendiren anlayışla doldurulmuştur. Günümüzde ise ehli sünnet tabiri sanki İslam’ın iki ana kolundan biriymiş gibi lanse ediliyor.

Yani bir ana kol ehli sünnet, diğer ana kol ise Şia şeklinde gösteriliyor. Biz yazımızın buradan sonrasını bunun böyle olmadığını izah etmeye ayıracağız.

Öncelikli olarak kadim kitaplarımızda ele alındığı şekliyle ehli sünnetin özellikleri nelerdir, bunu anlamaya çalışalım:

• Ehli sünnete göre dinin temel iki kaynağı vardır. Birincisi Kur’an-ı Kerim, ikincisi ise Hz. Peygamber’in sünnetidir.

• İman ve amel birbiriyle sıkı bir ilişki içerisindedir. Hatta amel, imanın zayi olmaması için bir muhafaza olarak görülmüştür.

• Bütün inananlar kardeştirler. Ehli kıbleyi tekfir etmek kesinlikle caiz değildir. Fakat bugün İslam aleminin kalbine bir ok gibi saplanan ehli şia da ehli kıbleden sayılmaktadır. Şurasını iyi anlamalıyız ki, ehli Şianın yönü Kabe gibi görünse de aslında onların kıblesi Kerbela’dır. Nitekim Ali Hamaney’in hac ile ilgili verdiği fetva bunu açığa çıkarmıştır. Bundan dolayıdır ki bütün kolları ile Şia’yı ve bunlar gibi İslam’ın temel prensiplerine aykırı düşünen ve hareket eden hiç bir fırkayı kıbleye yöneliyor diye İslam dairesi içinde göremeyiz. Yazımızın Şia ile ilgili kısımlarında bunları izah etmeye çalışacağız. 

• Ehli kıble olmasına rağmen, büyük günah işleyenler, imandan çıkmazlar fakat günahkardırlar. Ancak işledikleri günahlardan tevbe etmeleri farzdır.

• Allah katında insanlar ancak takvayla üstünlük sağlarlar.

• İman edilecek hususlar açısından iman artıp eksilmez. Ancak kalplerdeki iman nuru, Allah sevgisi, kulluk şuuru ve ibadet zevki, kulun haline, edebine ve niyetine göre artar ve eksilir. Sürekli işlenen günahlar kalbi öldürür, imanı zayıflatır ve ibadet neşesini yok eder.

• Bütün müminler Allah’ın dostudur. Ancak müminlerden muttaki olanlar, takvada üstün olanlar Allah’ın veli kullarıdır. Allah dostlarından ve veli kullardan sadır olan kerametler haktır. Fakat velilik için keramet şart ve lazım değildir.

• Ehli sünnet sevdiğini Allah için sever, buğz ettiğine de Allah için buğz eder. Nefsi için kimseye düşman olmaz.

• Ehli sünnet, bütün alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (sav) Efendimiz’i hayatında örnek edinir. O’nun bedeni dünyamızdan ayrılsa da bizim bilemediğimiz bir şekilde diridir ve ümmetinin her zaman başındadır. Bunun için bir müslüman, hiçbir halde hiçbir kimseye zulüm yapamaz. Müslümanın temel ahlakı, kusurları affetmek, insanları güzel öğüt ve ikna yoluyla hayra davet etmek, doğruyu yaşayarak göstermek ve herkese iyiliği emretmek ve kötülüklerden de sakındırmaktır.

• Ehli sünnete göre, ahirette peygamberlerin ve Allahu Teala’nın izin verdiği salihlerin şefaati haktır. Allahu Teala ahirette müminlere cemalini gösterecektir.

• Ehli sünnete göre, cennet ve cehennem ebedidir. Kalbinde zerre kadar iman ve Allah sevgisi ile ilahî huzura gelenler, günahları yüzünden cehenneme girseler de orada ebedî olarak kalmayıp neticede cennete dahil olacaklardır.

Bunlar ehli sünnetin ön plana çıkmış özellikleridir.

Tekrar günümüze dönecek olursak; bugün ehli sünnet denilince, ilk dönemlerde ortaya çıkmış; Hariciler, Mu’tezile, Mürcie, Müşebbihe gibi sapık görüşlerin bugünkü uzantılarını da sunniliğin içerisinde göstermeye çalışıyorlar. Asrımızın büyük fitnelerinden olan Vehhabîlik, İslam alemini parça parça eden Selefîlik, aşırılıklarla dolu El-Kaide, Boko Haram, Daeş gibi radikal akımlar sunni tarafta gösterilmeye çalışılıyor.

Bunlarla beraber bir de tasavvufun yani ahlak maneviyatına yönelmiş kesim içinde gibi gösterilen fakat İslam şeriatından uzak, İslam’ı hevalarına göre yorumlayan, her türlü şekle giren, dinin ameli yönlerini zayıflatarak yok etmeye çalışan (FETÖ ve benzeri) gruplar da ehli sünnetin içerisindeymiş gibi bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. İşte bunun sonucunda da İslam ümmeti dünyaya sunnilik ve Şia olarak iki grup olarak lanse ediliyor ve bunların arasındaki mutaassıp gruplar, batı ve batılın hizmetkarı önderleri ve geri planda da siyonizmin kışkırtmasıyla İslam coğrafyası kan gölüne döndürülüyor.

İslam tarihinde baktığımızda İbni Sebe Yahudisinin, örgütlediği Yahudileri ve İslam’ı kaynağından öğrenememiş cahil insanları kullanarak ilk fitneyi çıkardığını görmekteyiz. İbni Sebe ve avenesinin sadece Şia fitnesini ortaya çıkardıklarını zannetmek saflık olur kanaatindeyiz. Hazreti Osman efendimizin hilafetinin son yılları, şehadeti ve ardından çıkan olayların, Cemel Vakası’nın, Sıffin Savaşı’nda çıkarılan fitnelerin tamamında, İbni Sebe ve onun fikrindeki toplulukların rol aldığını görmeliyiz.

Ayrıca Şia ile birlikte İslam coğrafyasında ortaya çıkan bütün ekollerin dini duyarlılıktan çok bir kabile, ırk veya üstünlük asabiyeti üzerine kurulduğu da müşahade edilmektedir. Mesela Şia, Hazreti Hüseyin efendimizin şahadetini sürekli öne çıkararak Yezid’in tarafını tuttuğunu iddia ettiği ehli sünneti suçlamaktadır. Oysa işin aslına baktığımızda Kerbela faciasının müsebbibi olan Yezid’in de (Allah ona lanet etsin) tek gayesi Emevi kabilesini İslam’dan önceki mevkisine getirmekti. Diğer taraftan özellikle ehli beyte sahip çıktığını söyleyen ve Şia’nın bugünde en büyük müdafii olan Farisiler de Hazreti Hüseyin’in (ra) hanımı fars sultanın kızı Şehribanu hanım olduğu için çoğunlukla bu hanımdan dünyaya gelen Zeynelabidin hazretlerinin soyuna sahip çıkmaktadırlar. Yani bu konuyu özetlersek fitnelerin çoğaldığı dönemlerde ön plana çıkarak İslam adına büyük(!) işler yaptığını söyleyenlerin ve bu sayede aslında fitneyi körükleyenlerin tamamına yakınında İslam’ın kabul etmediği bir asabiyet anlayışının var olduğunu anlamalıyız.

Dolayısıyla günümüzde sanki ümmet-i Muhammed’in iki ana damarından biri gibi gösterilmeye çalışılan şia diğer sapık fırkalarla aynı kategoridedir, hatta daha da eşeddir. Bu noktada müslümanlar artık bunu anlamak zorundadırlar. Bir takım dini zorlamalarla Şia’yı İslam ümmetinin bir parçası olarak göstermemeliyiz. Yıllarca bizlere Şia’nın özellikle iki mezhebinin ehli sünnete yakın olduğu ve ehli kıble olduğu için tekfir edilemeyeceğini söylediler. Fakat şurasını unuttuk ki bu fırkanın imanının esaslarından birisi takiyye anlayışı idi. Bazen zarar görmemek için sanki ehli sünnet gibi görünmeye, görüşler öne sürmeye çalışıyorlardı. Bu sayede kendilerini içimizde muhafaza ediyorlar ve örgütlenerek saf gönülleri idlal ediyorlardı.

Fakat “Sizin şer gördüklerinizden hayır, hayır gördüklerinizden şer çıkabilir.” fermanı ilahisi gereği çok müslümanın şehid olmasına ve vatanından sürülmesine sebep olan Irak ve Suriye savaşları gösterdi ki, Şia’nın tamamı aslında farklı bir dinin mensublarıydı. Gerçek müslümanların hiç birini müslüman kabul etmiyorlardı ve hepsinin canı kendilerine helal idi. Görünüşte kendi mezhebleri içinde çok zıt görüşe sahip olduklarını bildiğimiz Esed zaliminin mezhebi olan Nusayrilerle bir olarak ehli sünnet olanlara adeta soykırım uyguladılar. 

Şimdi de bunların aslında dün de bugün de aynı küfrün içinde olduklarını gösteren bir kaç özelliklerini maddeler halinde yazalım:

1- Şia’nın, İslam dinini bozmaya çalıştığı en önemli konu Hazreti Ali’nin (kv) hilafeti meselesidir. Sahabe efendilerimizin tamamının istişaresi ve Efendimiz’in (sav) işaretleri doğrultusunda ilk halife olarak Hazreti Ebubekir (ra) efendimizin seçilmesinin Hazreti Ali efendimize haksızlık olduğunu söyleyerek bir taraftan ashabın tamamını suçlarken, diğer taraftan da Hazreti Ali’nin, Hazreti Ebubekir’e biat ederek hakkı olanı alamayıp haksızlığa göz yumduğunu dolaylı olarak söyleyerek bu iki yüce sahabiye de iftira ettiler.

2- Bunun neticesinde Ashabı kiramın büyüklerinden olan Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Aişe (r.anhum) hakkında lanete varan ifadeler serdetmektedirler. Bu sayede Efendimiz’in güzide ashabını gözden düşürerek adeta İslam’ı kökten sarsmaya çalışmaktadırlar. 

3- On iki imamın masumiyetine inanarak onları yüceltmekle birlikte aslında Hazreti Ali’nin peygamberliğini ortaya koymaktadırlar. Çünkü onlar da biliyorlar ki günahsız olanlar sadece peygamberlerdir. Dolayısıyla Hazreti Ali peygamber olunca onun nesli de adeta risaletin varisi olmuş oluyorlar.

4- Takiyyeyi imanın esasları olarak kabul etmeleri de ayrı bir sapıklıktır. Bu sayede fikirlerini gizleyerek asıl niyetlerini ortaya çıkarmamaktadırlar.

5- Mut’a nikahının helal olduğunu söyleyerek neslin bozulmasına sebep olmuşlardır.

6- Bazı Kur’an ayetlerini kendilerine göre yorumlayıp haklılıklarını ortaya koymaya çalışmışlardır. Hatta Hz. Ebu Bekir zamanında bir tek nüsha olarak tanzim edilen, daha sonra da Hz. Osman tarafından istinsah edilen Kur’an’ın asıl Kur’an olmadığını, asıl Kur’an’ın Hazreti Fatıma annemizde olduğunu ve bunun bizdeki Kur’an’dan daha geniş olduğunu iddia etmektedirler. 

7- Son olarak da hacca gitmekten menedilen bağlılarının Mekke-i Mükerreme’ye gitmesine gerek olmadığını söyleyerek, Kerbela’ya giderek de hacı olunabileceğini söyleyip (Ali Hamaney’in 12/09/2016 tarihli fetvası) asıl dinlerini ortaya koymuşlardır.

Şiilerin bazılarının Hazreti Ali’yi (kv) -haşa- Allah olarak görmeleri gibi birçok küfürle dolu sözleri olduğu zaten ümmet-i Muhammed’in malumudur. Bunun içindir ki bunların sapık görüşlerini fazla açıklamaya gerek yoktur.

Netice olarak diyoruz ki, “ehli sünnet” tabiri İslam tarihinin ilk dönemlerinden bugüne kadar saf temiz İslam inancının ismi olmuştur. İster sahabe efendilerimizin yaşantısını inceleyelim, ister ehli beytin, dolayısıyla on iki imamın, yaşantılarını ve fikirlerini kendimize örnek alalım bunların tamamı ehli sünnet akidesinin kendisidir. Bunun içindir üzerine basarak diyoruz ki, “ehli sünnet = İslam dini”dir. Meseleye bu açıdan baktığımızda günümüzün lüks söylemlerinden olan “Nen ne sünniyim ne de şiiyim!” demek yanlış bir değerlendirme olur. İnsanı Allah katında mesul duruma düşürür. 

Cenabı Hak bizleri pak “ehli sünnet ve’l-cemaat” anlayışından ve bizleri sürekli bu anlayışın içerisinde bulunmaya teşvik eden büyüklerimizden ayırmasın. Allah yâr, kalbler beraber olsun.

 

Yazar: Vahdettin ŞİMŞEK

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort