JoomlaLock.com All4Share.net

MEŞREB TAASSUBU

meşreb

Meşreb Taassubu -  Vahdettin ŞİMŞEK

Sayı : 102 - Haziran 2016

 

Meşreb Taassubu

 

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.” (Hucurat 13)

Kıymetli kardeşlerim; dergimizin bu ayki konusu müslümanlar arasındaki bitmez-tükenmez bir sorun olan mezheb ve meşreb taassubu olacak. Biz musahabe bölümümüzde meşreb taassubunun sebepleri ve (büyüklerimizin işaretleriyle) tedavisi ne olabilir, bu meseleyi izaha çalışacağız.

Öncelikle Rabbimiz Hazretleri (celle celaluh) konumuzun başına aldığımız ayeti kerimede insanların tanışabilmesi, birbirleriyle kaynaşabilmesi için milletler şeklinde ve bu milletleri de şubelere ayırdığını buyuruyorlar. Yani Cenabı Hak (cc) isteseydi insanların hepsini tek bir milletten, tek tip olarak da yaratabilirdi. Fakat yaratılış itibariyle birbirlerinden hiçbir farkı olmayan fakat yaşadıkların yerlerin şartlarına, tabiat durumuna, iklim durumuna uyacak şekilde farklı ırklar yarattı. İşte bu sadece tanışabilmek yani bir arada yaşayabilmede kolaylık olması içindi. Bir ayrıcalık veya bir üstünlük vesilesi değildi. 

Aynı şekilde insanlar kabiliyetleri açısından da farklı yaratılmışlardır. Mesela kimisi çok halim ve selim bir fıtrat üzere yaratılmıştır. Yumuşak huyludur. Kimisi de sert mizaçlıdır. En küçük şeyde alevlenebilir. Bu iki farklı karakterin imtihanı farklıdır. Dolayısıyla farklı yollarla terbiye edilmelidirler. Mesela kimisi ilme, kimisi de sanata, el becerilerine kabiliyetlidir. Kimisinde yöneticilik vasfı ön plandadır. Kimisi ise güzel itaat etmeye, verilen vazifeleri mükemmel yapmaya kabiliyetlidir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. 

Allah (cc) Kur’an-ı Kerim’de İslam’ın emirlerini ve yasaklarını yaşama hususunda cemaat kavramına sürekli vurgu yapmaktadır. Al-i İmran Suresi 103. ayeti kerimede: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, ayrılığa düşmeyin ve Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün.” buyuruluyor. Yani yalnız başımıza yaşamamız, müslümanlardan ayrı yaşamamız Rabbimiz tarafından kabul görmüyor. İşte bu zaviyeden meseleye baktığımızda müslümanlar yaşantılarını devam ettirirken birbirlerine ihtiyaç duymalıdırlar. Bunun için de bir araya gelip meselelerini istişare edip çıkan neticeye göre hareket etmelidirler. Buraya kadar hiçbir sorun gözükmemektedir. 

Peki sorun yani meşreb taassubları nereden doğmaktadır?

Öncelikli olarak taassubun kaynağında bilgisizlik ön plana çıkmaktadır. İslam ümmeti genel manada birdir. Yani gerçek vahdet ümmet-i Muhammed’den olma bilincine sahip olmaktır. Bu hepimizin en üst kimliğidir. Fakat yukarıda da belirtildiği gibi farklı ırklardan, farklı bölgelerde, farklı kabiliyetlerde yaratılmışız. Bu manada İslam’ın emirlerine ters düşmediği takdirde elbette farklılıklarımız olacaktır. Burada mühim olan bu farklılıkların birbirlerine bakışları nasıldır ve birbirlerini kabullenmeleri nasıldır, bunun anlaşılmasıdır.

İkinci olarak günümüzde bu meseleler nasıl anlaşılmaktadır. Yani sadede gelecek olursak İslam ümmeti genel olarak birçok milletlerden oluşmaktadır, özel olarak da ülkemiz müslümanları birçok anlayışların etkisiyle farklı meşreblere yönelmiştir. Bunlar birer ayrılık vesilesi midir, yoksa bizim zenginliğimiz midir?

Konunun daha iyi anlaşılması ve bereketli olması açısından büyüklerimizin kibarı kelamlarına müracaat edelim. Hâce Hazretleri (ksa) buyuruyorlar ki: “Cenabı Peygamber (sav) Mirac-ı Şerife çıktıklarında belli konularda Cenabı Hak’tan müracaatta bulundular, dua ettiler. Biri şu idi: Ümmetim içinde ihtilaf olmasın, ittifak bozulmasın. Cenab-ı Hak bunu kabul etmediler. Bu ihtilaflar rahmete vesiledir, dinin kemaline vesiledir. Şimdi biz Rabbimizin kabul etmediği bir şeyi ne kadar istesek de bunu gerçekleştiremeyiz. İhtilaf olması sünnetullahtır. İhtilaf olmasa gerçekler ortaya çıkmaz. Rabbimiz Hazreti Âdem’e farklı bir şeriat, diğer peygamberlere farklı bir şeriat, Efendimiz’e de farklı bir şeriat vermiştir. Çünkü her dönemin ihtiyaçları farklıdır. Bugün de durum aynıdır. Her bölgenin ihtiyaçları farklıdır. Misal Filistin’deki müslümanları mücadele yöntemiyle Türkiye’deki müslümanların yöntemi veya Afrika’daki müslümanın mücadelesi bir olabilir mi?” 

Büyüğümüzün kibarı kelamlarından şunu anlıyoruz ki, ümmeti Muhammed farklı bölgelerde, farklı sorunlarla, farklı ihtiyaçlarla, farklı fıtratlarla yaşamak durumundadır. Bu da farklı mücadele metotlarının, farklı anlayışların olacağını gösteriyor. Yani bu farklılıklar aslında bizim zenginliğimizdir. Bu anlamda olması gereken tahammül ve duadır. 

Daha fazla muhatap olduğumuz için ülkemizden örnekler verelim. Türkiyemiz yüz yıl boyunca İslam’dan uzaklaştırılmak için birçok badirelerden atlatıldı. Müslümanlığı yaşamak suç haline getirildi. Nesillerimizin İslam’ı unutması için ciddi eğitim çalışmaları yapıldı. Bu durum ehli imanı harekete geçirdi. Herkes kendi durumuna, konumuna göre teşkilatlanmaya, eğitim çalışmaları yapmaya ve gerektiğinde mücadele etmeye başladı. İşte bu hareketliliğin içerisinde oluşan farklı mücadele metotları meşrebleri doğurdu. Yani Rabbimizin lütfu ve keremiyle o zamanki imkansızlıkların neticesinde oluşturulan bu iman kurtarma hareketleri ciddi ekoller oluşturdular. Gerektiğinde gizli de olsa, her şeyi göze alarak gençliğin dimağlarını temizleyecek neşriyatlar, okullar, vakıflar dernekler açıldı. Rabbimize bu noktada hamd ediyoruz ki, bu çalışmaların bereketiyle yüz yıl önceki o karanlık dönemden bugünkü güzelliklere kavuşabildik.

Baktığımızda buraya kadar hiçbir sorun görünmüyor. Ülkemizdeki bu cemaatlerin çalışması neticesinde güzel müslüman nesiller yetişti. Sadece ülkemize değil dünyaya nizam verebilecek bir mefkûre oluştu. İslam ülkelerinin halklarına örnek teşkil edecek kazanımlar elde edildi. 

O zaman da şu soruyu soruyoruz. Bu kadar güzel hizmetler yapılırken niçin taassuba düşüyoruz?

Başta da belirttiğimiz gibi bunun sebeplerinin başında bilgisizlik geliyor. Bir grup diğer grubu kendine rakip gördüğü için onun yaptıklarına araştırmadan, bilgi sahibi olmadan karşı çıkabiliyor. 

İkinci olarak cemaatlerin başındaki insanların yetersizliği neticesinde kendi elindekileri başkalarına kaptırma evhamıyla müslüman kardeşleri hakkında sû-i zanla hareket etmeleridir.

Üçüncü olarak, özellikle tasavvuf ehlinin arasındaki senlik benlik kavgalarıdır. İki farklı silsileden beslenen tarikat mensuplarının bir araya geldiklerinde İslam’ın ehemmiyetli meselelerini sohbetleşmek yerine senin şeyhin kimden almış, benim şeyhim gerçek seninki sahte gibi ya da kerametlerin havada uçuştuğu sohbetlerle zaman öldürebiliyorlar. Bunun sonucunda da tevazu ve yumuşaklık ekolü olan bir müessesenin mensupları bu sohbetlerden taassubları artmış bir vaziyette kalkabiliyorlar. 

Dördüncü olarak İslam düşmanlarının ehlisünnet anlayışını bozmak için tarihin çöplüğünde kalmış fikirleri beyinlerine empoze ettiği kişilerin taassubudur. Bu noktada özellikle İslam gençliği çok dikkatli olmalıdır. Çünkü bunlar kasıtlı olarak ehlisünnet tarafından korunmaya çalışılan, kadim olan tüm fikirlere karşı çıkmaktadırlar. Son zamanlarda artık o kadar ileri gitmeye başladılar ki, hazreti Âdem’in (as) babasının olduğunu iddia edecek kadar sapkınlığa düşmüşlerdir. Buradan nereye geleceklerdir. Haşa “Allah yoktan bir şey yaratamaz. Her şeyin bir evveli vardır. O zaman Allah’ın da evveli vardır.” diyecek kadar ileri gideceklerdir. Bu anlayıştakiler bu fikirlerine tevbe etmedikçe bizlerle birlikte olmaları ya da bizim onlarla birlikte olabilmemiz mümkün değildir. 

Peki, sonuç olarak müslümanlar arasındaki taassubun ilacı nedir?

Birinci olarak birbirimizi iyi tanımalıyız. Körü körüne birbirimizle tartışmamalıyız. Bir kardeş cemaat hakkında bize bir bilgi geldiğinde onun aslını birinci elden öğrenmeliyiz. Eğer bu bilgi İslam’ın kadim geleneğinde varsa meşru çeşitliliklerimiz zenginliğimizdir, düşüncesiyle onlara dua etmeliyiz. Eğer Kur’an ve sünnet çerçevesinde olmadığı kanaati hâsıl olduysa o zaman o kardeşlerimize gidip izahat istemeliyiz. Eğer yine yanlış bir hareket içinde oldukları kanaatine varırsak, emri bi’l-ma’ruf çerçevesinde onlara nasihat etmeliyiz. Umulur ki Rabbimiz onları o hatalarından döndürür.

İkinci olarak ehlisünnet çizgisinde olup da farklı metotlarda çalışan kardeşlerimiz olabilir. Burada da bu bir hizmet yarışıdır düşüncesiyle onlarla güzel muamelelerde bulunmalıyız. Yeter ki Bediüzzaman hazretlerinin buyurduğu şu anlayış üzere olalım: “Mesleğim haktır veya daha güzeldir, demeye hakkın var. Yalnız hak benim mesleğimdir, demeye hakkın yoktur.”

Üçüncü olarak müslüman kardeşlerimizi sevmeliyiz. Çünkü bu hem Rabbimizin, hem de O’nun Habibinin emridir. Cennetin kapıları birbirimizi sevmemizle açılacaktır. Bizimle farklı meşrepten de olsa kardeşlerimizle görüşmeyi, muhabbetleşmeyi asla bırakmamalıyız.

Netice olarak ırklarımız, renklerimiz, dillerimiz farklı olabildiği gibi meşru ölçüler içerisinde metotlarımız, anlayışlarımızda farklı olabilir. Bunlar Rabbimiz celle ve ala hazretlerinin geceye karşılık gündüzü, siyaha karşılık beyazı yaratması nasıl adetullah ise bu tip çeşitlilikler de adetullah gereğidir. Yeter ki birbirimizi kabullenelim. Gerektiğinde sıkıştığımızda, ihtiyaç duyduğumuzda birbirimize yardım edelim. Karşılıklı gidiş, gelişleri sıklaştıralım. 

Hepimizin dilimize pelesenk ettiğimiz, müminlerin vahdetinin yolu ancak bu şekilde gerçekleşebilir. Yoksa herkesin tek tip olması, herkesin aynı çatı altında toplanması Rabbimizin muradı değildir. Hepimiz olduğumuz yerde hizmetlerimizi yaparken birbirimize kardeşlik hukuku içerisinde muamele edersek Halık-ı Zülcelal hazretlerini razı etmiş oluruz. 

İşte meşreb taassubunun çaresi bizim anladığımız manada ancak budur.

 

Yazar: Vahdettin ŞİMŞEK

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort