JoomlaLock.com All4Share.net

ANADOLU İNSANI

I/Hüznümüz sabit elhamdülillah, şükrümüz baki…

O kendi öz yurdunda, bitmez tükenmez, sılasız bir gurbettedir. Gurbet ve sıla, Anadolu insanı’nın kaderinde ayni noktada tecelli etmiştir.

O aslında sıladadır ama kader onu sılada gurbet çilesine mahkûm etmiştir.

Bu çile, bir türlü ayağa kalkamayan, içindeki gurbeti bir türlü yere çarpamayan, ama onu türkü türkü, nefes nefes dışarı sızdıran Anadolu insanının mistik çilesidir.

Bu çile, yok olmamak için direnen, ama günden güne eriyen, tükenen bu eriyişte de bir türlü kendisini kendi öz sevincine kavuşturamayan Anadolu insanının destanî çilesidir.

Bu çile binlerce yıllık bir tarih yükünün Anadolu insanından hesap sormasıdır. Tarih Anadolu’dan, ona bıraktığı muhteşem mirasın hesabını soruyor.

Bu, bir bakıma, bu dünyadaki bir hesaplaşmadır. Bir de bu tarihin yapılarının, öte ve mutlak dünyada soracağı hesap vardır.

Anadolu insanı, bu hesaplaşmada her şeyiyle şaşkın, sadece,  “Hayır, bunu böyle yapan, kendimi böyle kendime yabancı kılan ben değilim”, demeye çalışıyor…

Çalışıyor ama bunu açıktan ve bütün gücüyle diyemiyor. Belki bunu diyebilse, bu şuura ulaşabilse, kurtuluş çizgisine biraz daha yaklaşacak. Anadolu insanı bunu ancak dolaylı yollardan, meselâ, bir türkünün, tarihin kültür mirasından af dileyen sesinde dile getirebiliyor: “Yadeller aldı beni..’’

Anadolu’da dağ taş eski muhteşem günleri arayan gözlerini Anadolu insanına dikmiş, soruyor… ve adeta diyor ki: “Acaba sen, tekrar dirilebilir, kendine, kendi öz sevincine dönebilir misin?’’

Sorular yıllardır tekrarlanıp duruyor ama sonuç, uzayan ve uzadıkça boşlukta eriyen umutlardan başka bir şey değil…

Güneşin her doğuşunda Anadolu’da binlerce yıllık bir tarihin imzası olan kültür mirası tâ kökten titriyor, ümit yüklü bakışlarının tekrar insanımıza çeviriyor. Ama cevap yine yoktur ve Akif’in dediği gibi, “ yok der bir seda ” dahi yoktur.

Bu, aslında tüm Ortadoğu insanının veya daha geniş bir deyişle, İslam insanının acı kederidir.

Burada Anadolu insanının, özel bir durumu vardır: O, İslam insanının çilesini tek başına kendi şahsında yaşıyor….

O bütün çağların çilesini, tek başına omuzlamış, bu muhteşem yükün altında ezilirken dahi, “başkaları” kelimesi üzerinde biraz durmamız gerek. Bu, kendi kardeşi için “yabancı”nın kullandığı bir kelimedir. Onun için bu cümleyi şöyle değiştirelim:
Anadolu insanı, çağların ve hesap isteyen muhteşem tarihin altında ezilirken dahi, kardeşlerinin sözcülüğünü yüklenmiş durumda…

Öyleyse Anadolu insanın, Yaratılış-Gaye, Gurbet-Sıla, Biz-Yabancılar ilişkilerinin şuuruna varması ve sesini (arkasına binlerce yıllık tarihi, taşıyla toprağıyla Anadolu’yu alarak) duyurması kardeşlerinin de kurtuluşu olacaktır. İşte burada karşımıza yazarımızın durumu çıkıyor:

Bizim yazarımız, mutlaka “ idealist ” olmak zorundadır. Yazar, çile çekmek, hesap vermek ve çilekeş Anadolu insanının şahsında mazlum İslam ümmetinin sesini haykırmak zorundadır.

Bizim yazarımız, dilediği gibi yazamaz.

O, mutlaka İslâm insanın istediği gibi yazmak zorundadır. O, ezilmiş, kendi yurdunda gurbet çilesine mahkûm edilmiş, kendinden olmayanların tahakkümünde inletilmiş ve nihayet, yabancı değer mefhumlarıyla prangaya vurulmuş İslam insanının kurtuluşu için yazmak zorundadır. Ancak böylece o, ezilmişlerin, mazlumların “ Diriliş ” savaşında üstüne düşeni yapmış sayılabilir.

II/ Yeryüzünde ezanın okunduğu yer, neresi olursa olsun, onun vatanıdır.

"Kim bu Anadolu insanı? Misyonu ve vizyonu nedir? Gücü nereden kaynaklanıyor?"

Benim büyük bir misyon yüklediğim Anadolu insanı, aslında "Hicaz" insanının Anadolu, Orta Asya, Kafkaslar, Balkanlar, Kuzey Afrika ve Endülüs'te uç vermesidir.

Anadolu insanı "Vahiy" kültürü içinde yoğrulmuş bir "Hicret" insanıdır. Onun hayatı evinden başlayan bir yolculuktur. O kendini yeryüzünde bir yolcu gibi görür.

O Doğu'dan Batı'ya çıktığı büyük yolculuğa ardında camiler, medreseler, türbeler ve kervansaraylarla donattığı şehirler bırakarak devam ediyor.

Onun yeni "Kızılelma"sı, Roma, Viyana, Paris ve Londra değil, New York, Los Angeles, Tokyo ve Pekin. O her zaman evini, işini, şehrini ve ülkesini adaletle yönetenin yanında yer almış. Canı pahasına olsa da hakkı savunmuş.

Anadolu insanı her gittiği yerde haksızlıkların giderilmesine çalışmış. Onun ana misyonu kötülükleri önleme ve iyilikleri özendirme olmuş. Bu yüzden buğday tanesi gibi, hep el üstünde tutulmuştur.

O bütün sorunların adaletten uzaklaşmaktan kaynaklandığını bilir. Çünkü adaletin olmadığı yerde huzur olmaz. Huzursuz ortam da kimseye güven vermez.

Anadolu insanının ruhu Medine toprağıyla yoğrulmuş. Bunun için, Anadolu'dan Yunus'lar ve Mevlana'lar hiç eksik olmaz.

Bütün dünya Anadolu insanının ülkesidir. Yeryüzünde ezanın okunduğu yer, neresi olursa olsun, onun vatanıdır.

O adil yöneticinin adının "Ömer" olmasa bile, yolunun Halife Ömer'in yolu olduğunu bilir.

Onun tarihi, adalet ve güvenliği sağlama yolunda verilen savaşların tarihidir.

O geçmişte olduğu gibi, yeni yüzyılda yeniden dünyaya açılıyor.

Onun bir eli Orta Asya'da, bir eli ise Balkanlar'da, yeryüzünü bir hilal gibi kuşatıyor. Hilalin yıldızı Avrupa'daki Anadolu.

Avrupa'daki Anadolu şimdi Atlantik yolunda. Avrupa'yı camilerle donatan Anadolu insanı Amerika'ya uzanıyor.

O ezanlarla bütün insanlığı kurtuluşa çağırıyor

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort