JoomlaLock.com All4Share.net

BEŞERİ İDEOLOJİLER FEDAİ, İDEALİ OLANLAR İNSANI KAMİL YETİŞTİRİR

ideal olanlar insanı kamil yetiştirr

Beşeri İdeolojiler Fedai, İdeali Olanlar İnsanı Kamil Yetiştirir - Vahdettin ŞİMŞEK

Sayı : 107 - Aralık 2016

 

Beşeri İdeolojiler Fedai, İdeali Olanlar İnsanı Kamil Yetiştirir

 

Kıymetli kardeşlerim, bizler imanı kalbine yerleştirmiş mü’minleriz. Dünyevi veya uhrevi her işimizi kalbimizin yönlendirmesiyle yapma gayretinde olmalıyız. Bu manada Efendimiz’in; (sav) “Başkaları fetva verse de sen fetvayı kalbine sor.” (Dârimî, Buyû’ 2; Müsned, IV, 228) hadisi nebevisi, mü’minin kalbinin Hakk’a bağlı olmasının neticesinde ona verilen fetvanın öncelikle kalbini mutmain etmesi gerektiğini emir buyurmaktadır.

Bu kısa girizgâhtan sonra bu ayki konumuza dönebiliriz. Konumuz da kalb merkezli yaşamak ile yalın akıl merkezli yaşamak arasında nasıl bir fark olduğudur. Bunu anlamaya çalışacağız. Yani beşeri olanla ilahi olanın mü’min için nasıl bir karşılığı vardır, bunu izaha çalışacağız.

Bu manada başlangıçta birbirine yakın iki kelimenin anlamını irdelemeye gayret edelim. Bu iki kelime ideal ve ideoloji kelimeleridir.

İdeal kelimesi sözlükte; ulaşılmak istenen örnek, varılmak istenen gaye, ülkü, mefkûre, gaye-i hayal, en kusursuz, güzel ve olgun tasavvuruna en fazla yaklaşan… olarak ifade edilmiştir.

İdeoloji kelimesi ise; siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükûmetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dinî, moral, estetik düşünceler bütünü olarak tarif edilmektedir.

Sözlük manaları bu şekilde olan bu iki kelimeye bizler bir mü’minin penceresinden bakmaya çalışacağız.

Öncelikle tarifinden de anlaşılacağı üzere ideolojik fikirler, anlayışlar tamamen beşeridir. Yani kendilerini feylesof, ideolog olarak tanımlayan insanların kendi toplumlarının ya da genel manada insanların ihtiyaçlarını inceleyip ortaya koymuş oldukları siyasi, ekonomik ve toplumsal yaşam biçimleridir. Kelime ilk olarak Fransız devriminden sonra kullanılmaya başlanmıştır. Batı dünyasının kendi din adamlarının nefsi uygulamalarının sonucunda dine karşı menfi bakışlarının da etkisiyle ortaya çıkan Fransız ihtilali, dini tamamen dışlayan fikirlerin doğmasına, dolayısıyla da beşeri ideolojilerin hadiselere bütünüyle hâkim olmasına sebep olmuştur. Kapitalizm, marksizm, liberalizm, laisizm gibi insan aklını her şeyin önüne geçiren sistemler geliştirmiştir. Böylelikle zaten tahrif edilmiş dinlerin, sosyal hayatı etkilemesinin önüne geçilmiş; neticede insan için yapıldığı söylenen, insanı özgürleştiği, bağlarından kurtardığı zannedilen, fakat insanı tanımayan kişiler eliyle esaslı bir sömürü düzeni kurulmaya başlanmıştır. İnsanı dinden kurtarıp özgürleştirme adına gücü elinde bulunduranların güçsüzleri sömürdüğü, ezdiği, yok ettiği zalim bir dünya düzeni kurulmuştur. Yani insanlar kilisenin tasallutundan kurtarılıp zalim insanların eliyle zulüm düzenlere teslim edilmiştir.

İsmet Özel “İdeolojik yaklaşımlarımız, bizimle ortak görüşleri bulunan yakınlarımız ve nihayet sahip olduğumuz düşünceleri günden güne haklı çıkaran (bizim bu haklılığa inanmamızdan ötürü) dünyanın akışı bizi bir tiyatroya hapsedebilir. İdeolojik saplantıların bir noktada kişinin varoluş güvenliğini sarsması sonucu delilik ortaya çıkar. Alelade bir kişinin de üzerine tiyatronun ağırlığının fazla yüklenmesi sonucu delirmesi mümkündür. Delilik tiyatrodan çıkmanın bir yoludur. Çünkü artık deli oynanan oyunu anlamlandıramamakta, kendini ne seyirci ne de oyuncu olarak bir yere koyamamaktadır. Tiyatrodan çıkmanın delirmekten başka yolu yok mu? Var. Tiyatrodan çıkmanın bir tek yolu var, o da “iman etmektir. (Zor Zamanda Konuşmak- Sf:108)” diyor.

Meseleye imani çerçeveden baktığımızda kendileri de yaratılmış olan ve Yaratıcı’nın (cc) tanıdığı gibi insanı asla tanıyamayacak olan beşer aklının insanlığa saadet getirebilecek bir sistem kurması elbette muhal olacaktır. Bundan dolayıdır ki müslüman bir fert asla beşeri ideolojilerin savunucusu olmamalıdır.

Bu noktada elbette ki ideal olanı tercih etmek zorundayız. Çünkü ideal olan ilahi olandır. İnsan beşer aklının kavrayamayacağı kadar donanımlı ve hususi yaratılmış bir varlıktır ve onu en mükemmel şekilde sadece yaradanı, halk edeni tanıyabilir. Bundan dolayıdır ki, insanın mutlu ve saadetli yaşayabilmesi o ilahi iradenin koyduğu kanunlar, nizamlar, yaşam biçimleri ile gerçekleşebilir. İşte ideal olan budur. Biz mü’minlerin ardına düşmesi gereken de budur.

Günümüz müslüman toplumlarında belki ideal olanın bu olduğu kabul ediliyor gibi görülse de pratikte hiçte böyle olmadığı anlaşılmaktadır. Yaklaşık üç yüz yıldır beşeri ideolojilerin tasallutu altında kalmanın bir ezikliği olarak müslümanca yaşasak bile onlar gibi düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Oysa şöyle bir kıyaslama bile bizlerin gerçeği anlamamıza yardımcı olacaktır:

Efendimiz (sav) ve ashabının Rabbimizin (cc) ilahi emirlerine sıkı sıkıya bağlanmaları, yaşadıkları dönemin asrısaadet olarak kabul edilmesine sebep olmuştur. Bunu sadece müslümanlar değil, gayrimüslimler dahi, istemeseler bile, böyle kabul etmektedirler. Bu asrısaadet ile başlayan süreç bin yedi yüzlere kadar aynı kıvamda olmasa da devam etmiştir. Çünkü bu, ortalama bin yıl boyunca İslam’ın hâkim olduğu bölgelerde devletten en alttaki ferde kadar her kesimin ideal olanın Hakk’ın emirleri olduğunu ve saadetin sadece bununla mümkün olacağına inandığı ve bunun kıyamete kadar devam etmesi için her türlü fedakârlığı yaptığı bir dönemdi.

İşte bu böyle devam ederken bir kısım müslümanlar batının teknolojisini bahane ederek batının beşer ürünü fikirlerine meyletmeye ve bu fikirleri ilahi olanla sentez yapmaya başlayınca ilahi olanın yegâne sahibi olan Allah (cc) şeriatını kendi katına çekip müslüman coğrafyasını fitneyle baş başa bıraktı.

Tekrar günümüze dönersek bugün halen daha bu batıl sentezin içerisinde debelenmeye devam etmekteyiz. Ferdi yaşantılarımızda referansımız İslam olsa da toplumsal meselelere bakışımız beşeri olmaktadır. Çünkü bizler aşırı bir şekilde dünyevileştiğimiz ve dünya sevgisi gönlümüzü kapladığı için bakış açımızı batılıların anlayışından çeviremiyoruz. Bu yüzden de ideal olana değil, ideolojik olana yöneliyoruz.

Yazımızın bundan sonraki bölümünde -baş tarafla ilişkilendirmek kaydıyla- “müslüman ferdin bir fedai olmayı mı yoksa bir insanı kâmil olmayı mı hedeflemesi gerekir” sorusunun cevabı üzerinde durmaya gayret edeceğiz.

Fedai kendini feda eden, canını hiçe sayan, bazen gözünü karartarak meselelerin üzerine giden kimse demektir. Genellikle başkaları tarafından yönlendirilirler. Meseleleri enine boyuna düşünmezler. Fedakârlık kelimesi ile fedai kelimesini de birbirine karıştırmamak gerekir. Fedailik genellikle güçle, kuvvetle alakalıdır. Fedakârlık ise yerine göre kendisinden beklenileni değil, o anda yapılması gerekeni yapmaktır. Fedailikte nefis ön plandadır. Fedakârlıkta nefsin üzerine basmak asıl hedeftir.

Örnek verecek olursak kendi doğrularıyla hareket eden ve yerine göre insanı hayattan koparacak kadar agresif olan bir fedai sonradan yaptığına pişman olabilir. Fakat Hazreti Ali efendimizin misali, savaşta tam öldürecekken yüzüne tüküren hasmını araya nefsi girer korkusuyla affetmesi ve sonuçta o kişinin İslam’la şereflenmesine vesile olmasıyla gerçek dirilişe ulaştırılması asıl fedakarlıktır.
Günümüzde bazı çevreler özellikle müslüman gençliğine dinimizin sadece savaş dini olduğu fikrini empoze etmeye çalışıyorlar. Küçük yaşlarından beri bir fedai gibi yetiştirilen körpe fidanlarımız bir taraftan gençliğin verdiği ateşle, bir taraftan da nefsin hoşuna giden taraflarıyla batının İslam içine soktuğu terörist örgütlerce ölüme gönderilmektedirler. (Kendi vatanlarını koruyan ya da bulundukları bölgelerde müslüman oldukları için zulme uğrayan Filistin’deki, Arakanda’ki, Doğu Türkistan’daki gibi kardeşlerimiz, gerçekten cihad kaçınılmaz olduğu için ibadetin en büyüğünü yapmaktadırlar ve can verdiklerinde de şehadetin en güzeline ulaşmaktadırlar. Bu mazlum ve çaresiz kardeşlerimizi bu manada yukarıda bahsettiklerimizin dışında tutuyoruz.)

Şurasını unutmayalım ki, İslam dini kendine iman etmeyenleri sadece öldürmek için Rabbimiz tarafından gönderilmiş bir din değildir. Rabbimiz bize bu mükemmel dini yaşayalım, tebliğ edelim ve insanlığın saadetini temin edelim diye göndermiştir. Efendimiz de (sav) kaçınılmaz olduğunda savaş emrini vermiştir. Medine döneminde yapılan Bedir, Uhud, Hendek savaşları tamamıyla müslümanların korunması ve Hakk’ın emirlerinin önündeki engellerin kaldırılması için yapılmıştır. Daha sonraki dönemlerde yapılan fetih hareketleri ise İslam’ın insanlığa sunduğu saadet, selamet ve adalet ortamını oralardaki -gayrimüslim dahi olsa- insanlara ulaştırmak için yapılmıştır. Bunlar basit bir toprak genişletme hareketleri olarak asla gösterilemez ve bunlar örnek alınarak sanki bütün gayrimüslimler yok edilmelidirler, bunun için de cihad yapmamız lazım anlayışı İslam’ı hiç anlamamaktır.

İşte bu noktada günümüz İslam toplumunda fedai olmak için mi, yoksa insanı kâmil olmak için mi gayret gereklidir, sorusuna elbette insanı kâmil olmak için gayret gerekir cevabını vermek gayet kolaydır.

Çünkü insanı kâmil muradı ilahidir. Cenabı Hak (cc) ilk insan olarak Hazreti Âdem’i (as) yarattı ve onu mükemmel özelliklerle donattı. Meleklerin hayreti karşısında ona kendi katından her türlü bilgiyi talim etti. Âdem’i (as), sulbünden gelecek olanlara mükemmel bir örnek haline getirdi. Daha sonra bu örnekliğin dünyadan ayrılması sonucunda insanlık bozulmasın ve Hak’tan ayrılmasın diye on binlerce peygamber gönderdi ve son olarak insanlığa Hazreti Muhammed Mustafa’yı (sav) uyulması gereken en güzel örnek olarak bahşetti. O (sav) ilk olarak etrafında bulunan ashabının tamamına ekmel bir örnek oldu. Onlar (rıdvanullahi teala aleyhim ecmain) bu ekmel örneği adeta kendilerine kopyaladılar ve aynen peygamberlerin sayısı kadar insanı kâmiller oldular. Sonrasında bu insanı kâmil ordusunu takip eden anlayışın devam etmesiyle günümüze kadar gelindi. Bu bin dört yüz yıllık zaman diliminde yüz binlerce kâmil insan yaşadı ve dünyadan göçtü.

Başta da belirttiğimiz gibi insanı kâmil Hakk’ın (cc) muradıdır. İnsanı kâmil olmak ekmeli tahiyyat olan Efendimiz’e (sav) benzemektir. İşte bu özellikteki muhterem zatlar ferasetleri ve basiretleri ile Hakk’ın muradına vakıf olabildikleri için bulundukları zaman içerisinde yapılması gereken en uygun iş ne ise onu yapmışlardır. Eğer ortam ilim öğrenmeye, müslümanların ahlaken gelişmesine, siyasi hayatın düzenlenmesine, teknolojik gelişmelere uygun bir ortamsa irşadlarını buna göre geliştirmişler ve insanlığa fayda sağlamışlardır. Yok, eğer müslümanların canlarına, mallarına, namuslarına, mukaddesatlarına saldırı varsa, vatan toprağının kaybedilmesi gibi ciddi bir tehlike varsa en büyük mücahid olup en ön saflarda müslümanlarla birlikte savaşmışlardır. Onların hali her zaman itidal üzere olmuştur. Her müslümanın canını aziz bilip onu korumak için mücadele etmişlerdir.

İşte bütün bu mülahazalardan sonra konumuzu toparlayacak olursak kısıtlı olarak yaratılmış insan aklının ürünü olan beşeri ideolojilerden sıyrılıp nefsimizi ve neslimizi muhafaza etmek için ideal olana yani ilahi olana, Allah ve Resulü’nün yolunda en büyük fedakârlık ve vefakârlık numunesi insanı kâmile yönelmeliyiz. Bu yönelişi sürdürürken Rabbimize bizi de insanı kâmil kılması için niyaz etmeliyiz. Hem hedefimiz bu olmalıdır hem de en güçlü bir şekilde buna gayret göstermeliyiz. Sonuçta kendimizi Hakk’ın muradı doğrultusunda donatmış olurken, insanı kâmillerin çoğalmasıyla da öncelikle İslam âlemine, devamında da insanlığa saadet ve mutluluk gelmesine vesile olmuş oluruz.
Allah’a emanet olunuz.

 

Yazar: Vahdettin ŞİMŞEK

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort