JoomlaLock.com All4Share.net

BİR ANNENİN GÖNLÜNDE TAŞIDIĞI ÜMMET

Bir Annenin Gönlünde Taşıdığı Ümmet

Bir Annenin Gönlünde Taşıdığı Ümmet - Burcu Kul

Sayı : 131 - Kasım 2018

 

Bir Annenin Gönlünde Taşıdığı Ümmet

 

Ebedi hayat müjdecisi bir gün, Mescid-i Nebevi’de oturmaktaydı. En büyük sevdalıları da etrafında halka halka idi. Başta en büyük sıddıkiyet ve teslimiyet örneği Hz. Ebu Bekir. Hak ve adalet güneşi Hz. Ömer, hayâ madeni Hz. Osman, ilim hikmet kutbu Hz. Ali bulunuyordu. Müminlerin şefkatli annesi Hz. Aişe ile ince ve derin Fatıma (r.anhüma) da oradaydılar.

Bu, cihanın fazilet direkleri ve diyanetin billur çeşmeleri Allah’ın Sevgilisinin iman aynası berrak yüzüne bakıp saadetten uçuyorlardı. Bütün insanoğluna Allah ‘ın müjdesini getiren, Peygamberler Peygamberi (sav) bir ara ciddi şekilde ağlamaya başladı. Elmas elmas gözyaşı mukaddes sakalına doğru akıyordu. Bunu gören Hz. Ebu Bekir (ra) sordu:

-Ey Allah’ın Rasulü! Annam babam sana feda olsun, niçin ağlıyorsunuz?

-Ya Eba Bekir! Ben ağlamayayım da kim ağlasın? Ümmetimin önünde çok uzun ve tehlikeli bir yol vardır, hem de ümmetim boyuna kadar masiyyete, günaha dalmıştır.

Rikkat ve merhamet madeni Hazreti Ebu Bekir’in gözleri dolu dolu, gönül ocağına bir ateş düştü:

-Ey Allah’ın Rasulü, dedi. Senin mukaddes canın müsterih olsun, sen üzülme. Emin ol ki, kıyamet gününde ümmetinin günahları yüzünden işlerin sıkıştığı zaman ben ümmetinin bütün günahlarının yarısını yükleneceğim ki onların yükü hafiflesin.

Allah’ın Rasulü tebessüm buyurdular ve Hazreti Ebu Bekir’in sırtını okşayıp, onu sena ettiler.

Sonra Hazreti Ömer’e dediler:

-Ya Ömer! Söyle bakalım, Hazreti Ebu Bekir’in sözlerini işittin. Sen ümmetimin isyankarları hakkında ne yapabilirsin?

-Ey Allah’ın Rasulü! Ben Ebu Bekir’in yaptığını yapacak kudret ve takatte değilim. Fakat ben de, ümmetinin günahlarının üçte birini yüklenebilirim!

Alemin Fahri, Hazreti Ömer’i de okşadı. Sonra mukaddes gözlerini Hazreti Osman’a dikti:

-Ya Osman, dedi, ümmetim hakkında sen ne yapabilirsin?

Hz. Osman cevap verdi:

-Ey Allah’ın Rasulü! Anam babam sana feda olsun. Ben Ömer’in yaptığını yapmağa muktedir değilim. Fakat ben de, ümmetinin günahlarından dörtte birini yüklenebilirim!

İnsanlığın ve kemalatın güneşi onu da okşayıp memnun olduğunu bildirdi. Sonra bilgi güneşi Hazreti Ali’ye döndü:

-Ya Ali dedi, ümmetim hakkında sen ne yapabileceksin?

Kevser sakisi cevap verdi:

-Ey Allah’ın Rasulü! Benim elimden ancak mürüvvet çıkar. Ben de yarın kıyamet gününde sırat tarafını tutacağım ve gelen isyankârları Cehennem ateşine düşmekten alıkoymaya çalışacağım. Şayet işler çok şiddetlenir de daralırsam onlara bedel kendimi nar’a atacağım. Onların her birini Cehennemden çıkarıp Cennete göndermeğe uğraşacağım!

Allah’ın sevgilisi, Hazreti Ali’nin bu cevabına da tebessüm ettiler ve Hazreti Aişe’ye buyurdular:

-Ya Aişe! Sen de söyle, ümmetimin isyankârları hakkında ne yapacaksın? Zira sen de onların annesi bulunuyorsun. Anneyeden evladı için fedakârlık istenir.

Dirayet ve zarafet timsali Hazreti Aişe dedi ki: 

-Ey Allah’ın Rasulü! Ben Fatıma’nın huzurunda ondan önce bir şey söyleyemem!

İnce ve derin Fatıma derhal cevap verdi:

-Sen anasın, ben evladım. Evlat anasının huzurunda, anadan evvel konuşamaz!

Hazreti Aişe mukabele etti:

-Ya Fatıma! Ne diyorsun sen? Ben nasıl konuşabilirim ki o kimsenin yanında, onun hakkında Allah’ın Rasulü şöyle buyurmuştur: “Fatıma benden bir parçadır!”

Peygamber kızı cevabı yetiştirdi:

-Ben nasıl konuşurum o kimsenin yanında ki, onun hakkında Kainatın Efendisi şöyle buyurmuştur: “Beni görmediğiniz zaman, dininizin yarısı, yahut üçte birini Humeyra’dan (yani Aişe’den) alınız, öğreniniz!”

Hazreti Aişe’nin ruhu bir kuş gibi çırpındı ve dedi ki:

-Allah’a yemin ederim ki, ben senden evvel konuşmam ya Fatıma!

Müslümanlık tarlasının saadet mahsulü olan derin ve ince Fatıma konuşmak zorunda kalınca şöyle dedi:

-Ey aziz babam! Ümmetin hesap vermek için hazırlandığı sırada, sen beni mizan başında göreceksin!

-Ey babasının ruhu, ey iki gözümün nuru, orada ne yapacaksın?

Ey aziz babam! Eğer ümmetinin günahları ağır basarsa, taatleri hafif gelirse, zehirlenerek şehit edilen ciğerparem evladım Hasan’ın zehire bulanmış gömleğini sevap kefesine koyacağım. (ki o sırada Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin daha çocuk idiler) Eğer kafi gelmezse, üstümde, başımda ne varsa hepsini mizana koyacağım. Ta ki, ümmetinin sevap ve taati üstün gelsin!

Allah’ın Sevgilisi bu cevaptan pek hoşlandılar ve buyurdular:

-Ey mü’minlerin annesi! Söyle artık, ümmetimin günahkarları hakkında sen ne yapacaksın?

-Ey Allah’ın Rasulü! O günde zannetmem ki, bu hale göre bana ihtiyaç kalsın!

-Şayet lüzum ve ihtiyaç hasıl olursa nasıl yapacaksın ya Aişe?

-Söylemek istemiyorum. Ey Allah’ın Rasulü!

-Ya Aişe! Baban Eba Bekir’in hatırı için söyle!

-Söyleyemem!

-Ömer’in Hatırı için söyle!

-Söyleyemem!

-Osman’ın Hatırı için söyle!

-Söyleyemem!

-Ali’nin hatırı için söyle!

-Hayır, söylemeyeceğim!

-Öyleyse, Fatıma için söyle!

-Yine de söyleyemem!

-Ya Aişe kimin için söyleyeceksin?

-Ey Allah’ın Rasulü! Allah için söyleyeceğim!

Ve Hazreti Aişe, kendisine hayretle bakan gözler arasından süzülüp hücresine girdi. Ellerini ulvilik alemlerine kaldırdı. Öyle içten, öyle derinden yalvarıyordu ki, adeta kendisinden geçmişti. Diyordu ki:

-Ey sermayesizlere sermaye veren şanı yüce Mevlam! Zat-ı uluhiyetin hürmetine, nurun şerefine bana imdat et. Beni sen, bütün mü’minlerin anası kıldın. Kalbime hepsinin şevkatini koydun. Evet, beni mü’minlerin anası kıldın: da, kalbime hepsinin sevgisini yerleştirdin. Bir ana hiçbir zaman evladının yanmasına razı olamaz. Ya onları da benimle Cennetine koy, ya beni de onlarla beraber Cehennemine at!

Mü’minlerin temiz ve pak annesi Hazreti Aişe böyle diyerek dua ediyordu. Gözlerinden billur billur yaşlar akıyordu. O nur tanesi, mü’minlerin derdiyle bikarar olmuştu…

Bu esnada melekut aleminde bir şimşek çaktı ve Sultan Melek Cibril, Arş-ı Aladan yeryüzüne süzüldü ve bir anda yetişip Allah’ın Rasulüne hitap etti.

-Ey Allah’ın Rasulü! Cenab-ı Hak sana selam ediyor ve buyuruyor ki: “Aişe’ye söyle ey Habibim! Sen benim Rasulümün zevcesisin. Nasıl caiz olur ki, biz Azimüşşan seni cehenneme atalım? Ateşe nasıl gönderelim seni? Biz kulumuza karşı ananın evladın olan şefkatinden çok daha şefkatliyiz! Keza, evladı anasından ayırmak olmaz. Ya Aişe! Kalbin rahat olsun. Gönlünü hoş tut. Hiç şüphe etme ki, yarın kıyamet gününde bütün -mü’min- evladlarını sana kavuşturacağız! Ve seni onlarla beraber cennette koyacağız. Onların Rabbi onları tertemiz meşrubatla sulayacaktır. Altından nehirler akan cennetler onların olacaktır!”

Allah onlardan ebeden razı olsun. İnşallah bizlerde evladlarım dediği zümreden oluruz. 

Bu ümit ve dua ile yazımıza devam edelim.

Sahabe annelerimiz ve sahabe efendilerimiz Kainatın Güneşi Efendimiz’i (sav) öylesine derinden ve içten sevmişler ki! Kendi nefslerini ve tüm sevdiklerini O’nun sevgisine tercih etmişler. Feda etmişler. Adeta bu feda ediş onlar için yetmemiş. Dünyalarını değiştikten sonrada Efendimiz (sav) üzülmesin diye tüm varlıklarını feda edeceklerini bildirmişler. Kimlere?

Ümmeti ümmeti diyen Efendimiz’in (sav) ümmetine. 

Bizler bugün bu sevgiyi anlayamasak ta, yaşayanı görüyoruz. Ve aynı fedakârlıkları bu ümmet için yaptıklarına şahit oluyoruz. Yakın zaman da Hace Hazretlerinin acı ve tatlı gününe şahit olduk. Dört bir cihandan gelen ihvanlarını kendi duygu dolu buözel günlerine tercih ettiler. Ümmetin irşadı için, gece gündüz demeden sohbet ederek gönülleri ihya ettiler. Gönüllerinde taşıdıkları sevda bir babanın evladına olan sevgisinden çok daha ala. Biyolojik atamızın bize sevgisi damla ise onların bize karşı sevgileri derya misali oluyor.

Günümüzde her anne ve babanın evlatları için bir istikbal endişesi var. Çocuğum nerede okuyacak? Hangi mesleğe sahip olacak? Tüm insanlık için mutlak istikbal olan bir gerçek var ki, o da ölüm. Allah dostları ise bizim istikbalimizi anamızdan babamızdan daha çok düşünüyorlar. O güne bizi hazırlamak için kendilerini hizmete adıyorlar.

Bu duygu ve düşünce ile sahabe annelerimizin bize karşı şefkatlerini tefekkür edelim.

Hz. Fatıma annemizin: “Ey aziz babam! Eğer ümmetinin günahları ağır basarsa taatleri hafif gelirse zehirlenerek şehit edilen ciğerparem evladım Hasan’ın zehire bulanmış gömleğini sevap kefesine koyacağım. Eğer kâfi gelmezse üstümde, başımda ne varsa hepsini mizana koyacağım.” kelamı gönlümüzü dağlıyor.

Hz. Aişe annemizin “Bir ana hiçbir zaman evladının yanmasına razı olamaz. Ya onları da benimle Cennetine koy, ya beni de onlarla beraber Cehennemine at!” ifadesini duyunca içimiz yanıyor.

Onlar bizim bütün günahkârlığımıza, asiliklerimize rağmen evlat olarak görmüşler. Bizim bugünkü halimizi düşünüp üzülmüşler.Peki biz neler yapıyoruz? Biz aynı şiddetle onları sevebiliyor muyuz? 

Onlar bize evlat demişlerde, biz onlara annemizden önce Anne diyebiliyor muyuz?

Onlar bize evlat demişler de, biz birbirimize kardeşim diyebiliyor muyuz?

Acımız, derdimiz, sevincimiz bir mi? Allah teala’nın mümin kullarına buyurduğu “müminler ancak kardeştir.” fermanına ne kadar uyabildik? Aramızdaki hukuk Efendimiz’in (sav) belirlediği ölçüde mi? Ashabın yaşadığı kardeşlik duygusundan bizlerde ne kadar var?

Yazımıza gelecek sayıda devam edeceğiz.

 

Yazar: Burcu Kul

 

Bu kategoriden diğerleri: « İSRAF YENİ CAHİLİYE »

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort