JoomlaLock.com All4Share.net

BİZİM YOLUMUZ GÜNAHKÂRLAR YOLUDUR

Kâinatın beslenme kaynağı Güneş’tir. Cenâbı Hak dünyamızın ısısını, ışığını, hasılı bütün enerji kaynaklarından Güneş aracılığıyla istifade etmemizi sağlamıştır. Temelinde Güneş’in olmadığı bütün enerji kaynakları suni ve geçicidir.

Kâinattaki her şeyin muadili hayatımızda da vardır. İnsan kâinatın aynasıdır. Bizim güneşimiz ise insanı kâmildir. O varlığıyla mükevvenatı aydınlatır ve yaşamımızı  idame ettirmemize imkân sağlar. İnsanoğlunun ömrünün her safhasında kendisini irşad edecek bir mürşide; kendisini terbiye edecek bir mürebbiye ihtiyacı vardır. Keşke imkânlar müsait olsa da bırakın gençliği, bir insanı doğduğu andan itibaren onların gözetiminde yetiştirebilsek. Tabiri caizse insanların kullanma kılavuzu mürşidi kâmillerin ellerindedir. Onlar bir insanın nasıl Allah’ın rızasına uygun bir hayat sürebileceklerini, hem de her insanın ayrı ayrı fıtratına göre bilirler. Bu yüzden atalarımızın ‘Ağaç yaşken eğilir’ sözü misali bir kişinin erişebileceği en erken zamanda bir insanı kâmilin yanına varması, onun sohbetinden, nazarından, tasarrufundan istifade etmesi şarttır.

Bu noktaya özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum; insanı kâmilin yanında bulunmak ‘gerekir’ demiyoruz, ‘şarttır’ diyoruz. Çünkü onların gözetiminde olmadan geçireceğimiz her an bizim için zarardır. Belki hırsızlık yapmıyor, zina etmiyor ve benzeri günahlara, yanlışlara düşmüyoruz ama onlarla beraber iken kazanacaklarımızı düşündüğümüzde tabiri caizse kârdan zarar ettiğimizi farkederiz. Hâce Hazretleri’nin (ksa) meclisinde kısa süreli bulunan insanlar, bir anlık bile olsa bu ortamda bulunmaktan ve bu beraberliğin kendilerine sağlayacakları menfaatten  dolayı memnuniyetlerini ifade ettiklerinde onlara şöyle cevap verilir: Kısa süreli de olsa meclisinde bulunmanın size bu kadar faide sağlayacağına inandığınız bir insanla bir ömür ayrı yaşamanın sizlere neler kaybettireceğini hiç düşündünüz mü? Az bir menfaat ile iktifa ediyorsunuz ama meseleye muhalif bir cepheden baktığınızda neler kaybettiğinizi görebiliyor musunuz? Bunun için mürşidi kâmil ile beraber olmak ‘şarttır’ diyoruz.

Onlar yanlarına gelen, meclislerinde bulunan insanlara tabiri caizse Hakk’ın, hakikatın kokusunu koklatırlar. Şahı Nakşibend Hazretleri (ks) zamanında üç medrese mollası dünyada ruyetin (Allah’ın görülmesi) var olup olamdığı hakkında tartışırlar. Sûfilerin bu konuda ne düşündüğünü öğrenmek üzere Şah Bahauddin Hazretleri’nin meclisine gelirler. Hazret kendilerine “Sorunuzu cevaplayacağım ancak üç gün tekkede misafir olduktan sonra!” buyururlar. Âlimler “Tamam” deyip dergâhta üç gün süreyle misafir olurlar. Üç gün sonunda Nakşibend Hazretleri: “Şimdi sorduğunuz soruya siz cevap verin. Cenâbı Hak dünyada da görülür mü?” Hocaefendiler: “Vallahi, Allah’ı gördük demekten çekiniyoruz ama görmedik desek de yalan olur diye korkuyoruz.” diyerek sadece üç gün içinde, Hâcegân Tekke’sinde yaşadıklarını özetlerler.

Hâcegân meclislerinde Hz. Ali’nin (kv) “Görmediğim bir mabuda ibadet etmem!” kibarı kelamının tatbikini görür, yaşarız.

Günahkâr olabiliriz, çok yanlışlar yapmış olabiliriz ama bilmeliyiz ki “Bizim yolumuz günahkârlar yoludur.” Gavs Hazretleri’ne sormuşlar: “Kurban Hacı Mahmud Efendi’nin (USTAOSMANOĞLU) cemaatinde hep hocaefendiler; Mehmed Zahid Efendi’nin (KOTKU) dergâhında üniversite mezunları, talebeler var. Filan cemaatte şunlar fişman cemaatte bunlar var... Herkes bir kesimi aldı size kim kaldı?” Mübarek buyurmuşlar: “Bize de günahkârlar kaldı. Bizim yolumuz günahkârlar yoludur.”

Hâcegân büyükleri dünya, nefs bataklığının dibine kadar inmiş ve o bataklığa dalarak bir yandan bataklığı kurutmuş bir yandan da toplumun ahlakını bozan zararlı insanları ve fikirleri ıslah etmişlerdir.  

Bir gün İmam Gazali Hazretleri (rh.a) talebeleriyle bir sahrada otururken gayriihtiyari eline aldığı yapraklar altına dönüşür. Kendisinin bu durumdan haberi yoktur ama vakıayı gören talebeleri hayretle hocalarına bakarlar. Bir yaprağı bırakıp diğerini alırlar ve aldkları o yaprak da altın olur. Talebeler dayanamayıp sorarlar. “Efendim bu cevherin sırrı nedir? Elinize değen yaprak altın oluyor.” Eline aldığı yaprakların altına dönüştüğünü fark eden İmam Gazali gayet sakin bir edayla: “Ben insanım, tabii ki benimle temas edenin hali değişir, terakki eder. Ben nefsimi altına çevirmişim tabii ki bana dokunan yaprak da altın olacaktır.” buyurur.

Hâce Hazretleri (ksa) bize bu kıssayı anlatırken öyle buyurdular ki: “Adi bir varlık, İslam büyüklerinin temasıyla altın oluyor. İnsan da Allah dostlarıyla temas halinde olsa, gözü gözüne özü özüne gönlü gönlüne değse altın olur.

Hz. Ömer’in kendisiyle temasından dolayı Efendimiz (sav): “Benden sonra Peygamber olsa Ömer olurdu.” buyurdu. Yine Veysel Karani Hazretleri… O melek olsaydı meleklerin Rasulü olurdu. Bediüzzaman onun için “Makamı Cibril’den yüksekti.” buyurmuştur. Böyle olmasına rağmen Vahşi’nin (ra) atının tırnağının tozu olamaz. Çünkü Vahşi’nin Efendimiz’le temasa vardı. Efendimiz ile temasa geçen böyle oluyor.

Bu hakikat bugün tasavvufta da var. Kim zamanın dostuyla temasa geçerse değişir. Madde aynıdır ama sıfatı değişir. İnsanın en büyük sıkıntısı kendini kendine yeterli görmesidir. İnsanın mutlak yardıma ihtiyacı vardır.” Aslî sıfatımıza dönebilmek, ruhumuzu hürriyetine kavuşturmak için insanı kamille temasa geçmeliyiz.

Günümüz gençliğinin yapması gereken ilk vazife bir insanı kamilin terbiyesinde olmak, onun çizdiği program üzere yaşamaktır. Bu manada başlangıçta bizim halimiz, iyi veya kötü, çok da önemli değildir. Bizler belki günahkâr olabiliriz ama temasa geçmemiz gereken, istenilen varlıklar çok temiz ve bizim bütün eksiklerimizi, açıklarımız kapatacak hakikate sahipler. Ve gençlik dönemimiz de bu hakikatten en güzel ve bereketli şekilde faydalanabileceğimiz dönemdir. Allah dostlarıyla irtibat kuramayan insanların farklı izm’lerin tuzağına düşme ihtimali çok yüksektir.
Geçmişten günümüze İslam toplumuna baktığımızda Evliya’nın dizinin dibinde yetişen insanlarla -sözüm ona- cihad fikriyle, batılla mücadele anlayışıyla yetişen kişilerin arasındaki derin uçurumu görmemek mümkün değildir.

Yine bu konuda Hâce Hazretleri (ksa): “Radikal İslam anlayışının önde gelen imamlarından Sudan’lı Hasan TURABİ’nin görüşlerini bize naklederken şöyle buyurmuşladır: “Turabi, ‘Tasavvuf tüm İslam coğrafyasında birleştirici bir unsurdu ve biz bunu reddederek büyük bir hata yaptık.’ diyor. Turabi ‘Radikal İslam’ anlayışını temsil eden bir âlim. Ama o bile Tasavvufun Müslümanların ictimai hayatındaki önemine vurgu yapıyor.

Bakın “Osmanlı” İslam Tasavvufu’nun, “el- Kaide” ise Radikalizm anlayışının çocuğudur.
Bunun mukayesesini iyi yapmak lazım. Bir tarafta Osmanlı bir tarafta el-Kaide. Bugün hiçbir Müslüman el-Kaide kurtarır bizi demiyor aksine Osmanlı kurtarır diyor. Bu manada insanın içinde yetiştiği kültür, akide, anlayış çok önemlidir. Bu yağmur suyu ile kuyu suyu gibi birbirinden farklıdır. Kuyu suyu ile yetiştirilen bir sebzenin tadı acı; yağmur suyu ile yetiştirilen bir sebzenin tadı ise lezzetlidir, tatlıdır.” buyurmuştur.

Tasavvuf kültürü ile yetişen gençlik yağmur suyu ile yetişen sebze gibidir. Onlar, İslâmî hayatın ancak insanla yaşanabileceğine inanırlar ve önceliği dünyayı değiştirmekten(!) ziyade kendi eksiklerini gidermeye, nefislerini tekâmül ettirmeye verirler. Çünkü bilirler ki insan kainatın özüdür. Kâinat fertlerin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Nefsini tekâmül ettirmiş her birey aynı zamanda toplumun İslamlaşmasına da katkıda bulunmuş olur.
Ama bu demek değil ki nefsimizi ıslah etme adına toplumdan kendimizi tecrit edelim. İçinde olmadığımız, hastalıklı yönlerini tesbit ve teşhis edemediğimiz toplumu İslamî manada ihya etmemiz de mümkün değildir. Hâcegân büyüklerinin “Halvet der Encümen” diye isimlendrdiği hal üzer, halk içinde Hak ile yaşayarak ilmen, amelen, halen tekamüle gayret etmeliyiz. Bunun tek yoluda Ehlullah ile beraber olmaktır.

Şunu bilmeliyiz ki her ne hal üzere olursak olalım büyüklerimizi bizi bekliyor bulacağız. Çünkü onlar Allah’ın ahlakıyla tahalluk etmişlerdir. Cenâbı Hak biz nerede, ne halde olursak olalım saniyede yetmiş kere kalbimize tecelli edip kendisinin gönlümüzde var olup olmadığını kontrol ediyor. Büyüklerimiz de her an bizi bekliyorlar. Biz onlara bir adım attığımızda onlar on adım geliyor, biz yürüyerek gittiğimizde onlar koşarak geliyorlar.

Meseleye gençlik açısından baktığımızda Hâcegân yolu’nda gençlere, gençliğe o kadar değer verilir ki onlar daha adım atmadan büyükler on adım gelmiş bekliyorlar; onlar yürümeden büyüklerimiz koşmuşlardır. Bu durumu Hâce Hazretleri’ne (ksa) sorduğumuzda: “Gençliğimde sizler gibi yaşıt arkadaşlarım yoktu. Hep kendi yaşımda arkadaşlarım olsun isterdim. Şimdi sizleri gördüğümde kendi gençliğimi hatırlıyorum ve o yüzden sizleri çok seviyorum, sizler için bir şeyler yapmak istiyorum.” buyururlar.

Evet muhteremler çok ciddi bir kalp ameliyatı geçireceği günün arefesinde: “Ya Rabbi! Bana her türlü hastalığı ver, her türlü sıkıntıyı ver buna razıyım. Ama Seni, Habibini, Dinini anlatamama ile beni imtihan etme. Her şeye katlanırım ‘Seni’ anlatamamanın verdiği acıya katlanamam, onun için Sen’den hayırlı bir şifa diliyorum!” diye Rabbine iltica eden, en sıkıntılı anında bile Efendimiz’in ahlakı üzere “ümmetî ümmetî” diyen bir ‘insan’ hayatını bizlere adamış ve bizleri bekliyor.  Cenâbı Hakk’a niyazımız o ki bizi nankör kullarından etmesin.  Amin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort