JoomlaLock.com All4Share.net

MÜSLÜMANIN KİMLİĞİ, NAMAZ

Müslüman gençliğin hayatının temelini oluşturan, yaşantısını Allah’ın rızasına göre devam ettirmesini sağlayan hayat ilkelerinin birincisini ‘Müslüman gencin mürşide, irşada dolayısıyla tasavvufa olan ihtiyacı’ diye nakletmiştik. Bu yazımızda da Allah ile arasındaki irtibatı, irsalât ve ilhamatı tam olan bir insanı kâmilin halakasına giren, sohbet meclisinde bulunan gencin ikinci sırada gelen önceliğini nakletmeye çalışacağız.

Öncelikle şu noktayı vurgulamadan geçemiyoruz; Mürşidi kâmil o dur ki Allah ile olan irtibatı kesilmemiş olsun. Hâce Hazretleri (ksa) buyurdular ki: “Efendimizin (sav) ahireti şereflendirmesi ile Risalet hitama ermiştir. Hatem-ul Enbiya olan Efendimiz’den sonra bir daha Resûl/Nebi gelmeyecektir. Ama irsal eden Allah’tır ve O’nun irsalâtı kıyamete kadar devam edecektir. Efendimiz’den sonra bu irsalât O’nun manevi vekilleri olan insanı kâmiller aracılığı ile devam edecektir.” Bu yüzden bey’atleştiğimiz insanın Allah ile çok sıcak ve yakın irtibatı olması gerekir. “Müslüman şüphecidir.” buyurmuş Efendimiz (asv). Bizim işittiğimiz her kelamı Kur’an, Sünnet terazisinde, ehlisünnet ve’l-cemaat ölçeğinde tartmamız gerekir. İnsanı kâmil olduğuna hüsnü kabulümüz olan bir zatın değerlendirmesini yaparken o şahsın hayatının şer’i şerife, Allah’ın ahkâmına, Resûl’ün sünnetine ve kadim İslam geleneğine harfiyen uyup uymadığına dikkat etmemiz gerekir. Hayatı, anlayışı, Resulullah’ın (sav) hayat ve anlayışıyla örtüşen bir insanı kâmille yaşamaya başladıktan sonra da kendimizi O’na tamamen teslim etmeli, O’nun gösterdiği ölçülere riayetle hayatımızı devam ettirmeliyiz…

Böyle bir kâmil insanın gösterdiği usul, çizdiği yol üzere hayatına devam eden bir gencin ikinci dikkat etmesi gereken nokta ise “Namaz”dır. Çünkü Hâce Hazretleri (ksa) öyle buyurmuşlardı ki: “Biz gençlerden şunu istiyoruz: Bir, namazlarına dikkat etsinler, düzenli olarak namazlarını kılsınlar; iki yalan söylemesinler.” Bu yüzden biz de Müslüman gencin dikkat etmesi gereken ikinci önceliğinin “namaz” olduğunu söylüyoruz. Yaklaşık on beş yıl önce bir sohbette Üstadımız namaz konusunda; “Efendimiz’in gözünün nuru olan namazı ben geçemedim. Namaz, benim geçemediğim bir ibadettir. Onun için yeri gelen her mecliste namazla ilgili konuşmak gerekir.” buyurmasını bugün gibi hatırlarız. Sırf dergimizde namazla ilgili yayınlanan sohbetlere baktığımızda konunun kendileri için olan ehemmiyetini biraz daha iyi anlayabiliriz.

Peki, niçin namaz bu kadar önemli ve geçilemeyecek bir ibadet? Bunu da yine Hâce Hazretleri (ksa) bir sohbetlerinde şöyle açıklamışlardı: “Namaz, çok açık ve belirgin bir kimliktir. Müslümanın kimliğini yansıtan, onu sözde Müslümanlardan ayıran en belirgin vasıftır. Bugün hayatını İslam’a düşmanlığa adamış insanlara bakın Ramazan ayında oruç tutuyorlar, Hacc’a gidiyorlar, kurban kesiyorlar. Kutlu doğum haftalarında, Şeb-i Arus törenlerinde benim diyen bir İslam âlimi kadar Müslümanlık’tan, Efendimiz’den, Kur’ân’ dan sünnetten hatta tasavvuftan konuşurken mangalda kül bırakmıyorlar.  Ama bu insanlar namaz kılamıyorlar. Bunun için namaz imanla küfrü ayıran çok ince bir çizgidir. Efendimiz ‘Aranızda selamı yayın.’ buyurmuşlardır. Biz de bugün bulunduğumuz her yerde namazdan bahsetmeliyiz. Kılmayan, namaza gevşek olan insanlara sürekli sormalıyız ‘Namaz kıldın mı? Namaz geçti mi? Haydi gelin cemaatle namaz kılalım.’ Namazı sürekli gündemde tutmalıyız.” buyurmuşlardı. Buradan anlıyoruz ki namaz Müslümanın İslamlığını korumasında ve göstermesinde en önemli ibadettir.

Peki, biz namazı sadece kâfirlerden ayrılalım diye mi kılacağız? Tabi ki hayır. Namaz bizim enfusi tekâmülümüzü sağlayan “En büyük zikir”dir.

Hâce Hazretleri (ksa) buyurdular: “Bugün İslam toplumuna baktığımızda Mısır yanıyor,  Tunus yanıyor, Suriye, Yemen, Bahreyn yanıyor. Buralardaki Müslümanların evleri yanıyor, yıkılıyor diye üzülüyoruz. Ama Kalb Beytullah’tır, Allah’ın evidir. Kalbimiz Allah’ın evidir. Orası nasıl, orası yanmıyor mu? Allah’ın evi yanmıyor mu? Zulüm, gaflet orayı da harab etmiyor mu? Hep haraplığı dışarıda arıyoruz ama asıl yıkıklık içimizde. Bugün ‘enfus’ bize unutturulmuş. Âfâka çok yönelmişiz. Allah’ı hep Kâbe’de, Mekke’de… aramışız. Ama Allah gönülde, Allah insanda…

‘Allah zalim bir kavmi hidayet etmez.’ ayeti kerimesini hep Amerika, İsrail, İngiltere ve ülkemizdeki onların uşakları için okuyoruz. Zulmü hep dışarıda arıyoruz. Ama zulüm bizim içimizde. Zulüm Allah ile barışık olmamak, muhalefette olmaktır. İçimizdeki dünyevileşme zulüm değil midir? Kulun Allah’ın rızasını öne geçirmemesi zulüm değil midir? Biz her şeyden önce gönül ülkemizi mamur etmeye çalışacağız. Biz İsrail ile mücadele ettiğimiz kadar içimizdeki nefis yahudisiyle mücadele edeceğiz.”

İşte namaz bu mücadelenin, daha doğrusu bu mücahedenin başlama noktasıdır. Hâce Hazretleri (ksa) buyurmuşlardı: “Bizim yolumuzda nefsle mücadele yoktur. Nefsle mücahede vardır.” Kendilerine ‘mücadele’ ile ‘mücahedenin’ farkını sorduğumuzda: “Mücadelede nefsin istediklerini yapmamak var; mücahedede ise nefsin istediklerini yapmamanın yanı sıra istemediklerini de yapmak var.” buyurmuşlardı. Yani mücahedede bir yandan kalbimize akan kirli su kanallarının yolu kesilirken bir yandan da biriken gaflet kirlerinin, şehvet, dünya, malayani kirlerinin tahliye edilerek kalbin tezkiyesi, tasfiye edilmesi var.

Biz ancak namaz ile bu tasfiyeye başlayabiliriz. İmam Rabbani Hazretleri’nin “Tonlarca altını sadaka versen bir gram zekâtın yerini tutmaz.” buyurduğu gibi Allah adına yaptığımızı sandığımız bütün hizmetlerde takvaya, ihsana nail olma amacıyla işlediğimiz bütün fiillerde eğer aslî vazifelerimizi ihmal ediyorsak başarıya ulaşamayız. Günümüzde bazı İslamî anlayışlar, tabiri caizse insanlardan emeklemeden koşmalarını istiyorlar. Temel İslami ve insani konular halledilmeden, insanlar İslam nedir, İman nedir, bilmeden ve yaşamadan İslam devletinden, cihaddan bahsediyorlar. Ama Allah bizden öncelikle İslam devleti kurmamızı ve bu uğurda cihad etmemizi istemiyor. Hâce Hazretleri (ksa) buyurdular: “Bizim devlet olmak gibi bir zorunluluğumuz yok. İslam devleti için çalışırız ama Allah dilerse devleti verir.” Resûlullah Efendimiz’in hayatına da baktığımızda Mekke’de hemen İslam devleti kurmak için çalışmadılar. On üç yıllık Mekke Dönemi boyunca sürekli mücadele etti ve İslam binasının temellerini oluşturacak -la teşbih- kolonları inşa etti. Ebubekirleri, Alileri, Ömerleri oluşturup Medine’de bunların üzerine bir bina kurdu. Bu manada İslam âlimleri Mekke Dönemi’ni gizli tebliğ, Medine Dönemi’nin açık tebliğ olarak sınıflandırırken; Hâce Hazretleri (ksa) Mekke Dönemi’nin özel tebliğ, Medine Dönemi’ni genel tebliğ olarak tasnif ederler. Yani Efendimiz Mekke’de öncelikle her ne hal ve kâr altında olurlarsa olsunlar Allah’ın rızasına mugayir bir fiil işlemeleri mümkün olmayacak şekilde nefislerini kemale erdirmiş insanlar oluşturdu, onların ‘enfus’unda bulunan zulmü hidayete erdirdi; daha sonra bu insanlarla birlikte şirkle, zulümle fiili cidale başladı.

Bu sözlerimizden şu mana çıkarılmasın. Biz demiyoruz ki dışımızla uğraşmayacağız, bir köşeye çekilip, elimize tesbih alıp sadece Hakk’ı zikredecek; İslam’ın siyasi boyutuyla, ictimai hayattaki yaşanılırlığıyla ilgilenmeyeceğiz. Bu manada Hâce Hazretleri (ksa) çok kesin hatlarla meseleye bakış açımızı belirler. Şöyle ki: “Bir Müslüman her ne kadar ibadetine sadık, insanlarla olan muaşeretinde helale harama riayetkâr, zahir kaideler açısından dört dörtlük bir Müslüman olsa da, onda İslam’ın hâkimiyetine, İslam’ın devlet olmasına yönelik bir istek, arzu yoksa o insan kâfir olarak ölür. İslam’ın devletini istemeyen farklı bir yönetim tarzını benimseyip onunla yetinen insan ne kadar zahid görünürse görünsün kâfir olur.” buyururlar.

Bu görüş bizim düşünce yapımızın temelinde bulunur. Bunun için sürekli çalışır tebliğimizi yapar, Emri bil ma’ruf nehyi anil münker’e devam ederiz ama neticeyi Hakk’a bırakırız. Bu süre zarfında hiçbir zaman ferdi ibadetlerimizi ihmal etmeden, kendimizi ilmen ahlaken, amelen gün be gün tekâmül ettirmeden İslam’a, Allah’ın istediği gibi hizmet edemeyiz.

Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız ki öncelikli vazifelerimizi yerine getirmeden, nefsî tekâmülümüzü gerçekleştirmeden toplumu değiştirmeye çalışmamalıyız. İslam’a hizmeti kendi görüşümüze göre değil, Hakk’ın emrettiğine göre yapmalıyız. Takva budur. Hâce Hazretleri (ksa) buyururlar: “Takva Allah’ın istediğini Allah’ın istediği şekilde yapmaktır. İbadetleri çok olsun diye, abid, zahid olalım diye kafamıza göre arttırırsak muttaki değil amele olmuş oluruz. Takva Allah’ın belirlediği ölçüdedir. Bir gram altına altınımız artsın, çok olsun diye bakır eklersek altını çoğaltmış değil, aksine kalitesini düşürmüş oluruz.”

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort