JoomlaLock.com All4Share.net

BİZİM YOLUMUZ SOHBET YOLUDUR

Hâce Hazretleri (Kuddise Sirruh) anlatırlar:
“Pirimiz bizlere sürekli sorardı:
-Çay içiyor musunuz?
-İçiyoruz.
Tekrar tekrar bu sorulunca dedik:
-Efendim kastettiğiniz manayı biz fehmedemedik. Çaydan muradınız nedir? İçiyoruz diyoruz, bize tekrar soruyorsunuz ki çay içiyor musunuz?
Mübarek buyurdular ki:
-Kardaş, çay sohbete vesiledir, sohbet ediyor musunuz? Sohbetleşiyor musunuz?”

Sohbet murad etmiş büyüklerimiz ihvanlar arasında. Bu yolda sohbeti, sohbetleşmeyi elzem görmüşler. Çünkü mü’mini terakkî ettiren şey sohbettir. İki müminin oturup sohbet etmesi, yalnız başına oturup nafile ibadet ve tesbihlerle vakit geçirmesinden daha değerlidir.  Özlemeli insan ihvan  kardeşini.. Yanına gidip sohbet etmeyi arzulamalı. Sohbeti de o çay gibi hararetini söndürmeli insanın. Yudum yudum içtikçe içine sindirilmeli, bitince tekrar yenilemeli..

Ya o mübarek mekanlar, mescitler.. Rahmetin sağnak sağnak yağıp gönüller üzerinden zulmet ve sıkıntıyı perde perde kaldıran sohbet meclisleri.. Rabbimizin bize şefkat ve merhamet dolu bir nüzûlu değil de nedir? Eğilip bize bizim dilimizden konuşması değil de nedir?

Rutinleşmiş bir yaşam tarzıdır belki, saati geldi mi hepimiz kalkıp gideriz sohbet meclislerine. Ya da çoğumuz idrakinden mahrumuzdur gideriz birileri ‘gitmedi’ demesin diye..  Nedir gaye bu gidişlerden, varmamızı istedikleri yer nere?

Hâce Hazretleri (Kuddise Sirruh) bunu çok güzel açıklamışlar: “Hacegan yolunun esaslarından birisi de ‘sefer der vatan’ yani aslî vatana yolculuktur. Hakiki makamımıza yolculuk. İşte bu sohbet meclislerine geliş gidişlerimiz de ‘sefer der vatan’ dandır. Hakkanî arayışlar, bu uhuvvetkârane geliş gidişler birer hicret hükmündedir.”

Muhammed Bahâüddin Nakşîbendî (Kuddise Sirruh) buyurmuşlar: “Bizim yolumuz sohbet yoludur.” Sohbet ruhun gıdasıdır, kalbin gıdasıdır. Birlikte iştirak edildiğinde mü’minler arasındaki ülfeti, samimiyet ve muhabbeti kuvvetlendirir. Yalnız birlikte olmak mı, mü’minlerin yüzüne bakmak bile insana bir huzur, güven verir. Çünkü bu mekânlar feyz-i ilâhinin nüzûl ettiği manevi sofralardır. Cenâb-ı Hakk’ın adının anıldığı için melekler ve ruhâniyet akın akın o meclislere iştirak ederler. Bu bilinçle mescitlere geliş gidiş de edeple olursa eğer istifade eder insan.

Sohbetlerde, mâsivanın zilleti ve muhabbeti çıkar gönüllerden. Yerini Allah ve Peygamber sevgisi doldurur. Bu mekânlarda bulunan kimseler geldiklerinde ne kadar yorgun ve neşesiz olsalar da, meclisten ayrılırken kendilerinde o yorgunluk ve mutsuzluklarından eser kalmadığını görürler. Çünkü dünyaya ait keder ve yorgunluğu orada bırakmışlardır, yerinde ilahi feyzin emniyet verici sürur ve muhabbeti vardır. Kelam-ı Kibar’da buyrulur: ”Sohbete gelen ayılır, sohbete gelen terakkî eder. Sohbete gelen Rabbini de bilir, nefsini de.”

Peygamber Efendimiz’i (sav) hayatında bir kez görüp onunla sohbet etme şerefine erişmiş olan müslümanlara "sahâbî" adı verilmiştir. "Sahâbî" kelimesi "sohbet" kökündendir. Efendimiz (sav) kendisini görüp, sohbetine katılan müminlere “ashabım” diye hitab etmiştir. Ve ashabını Mescid-i Nebevi’de ‘Suffa’ adı verilen medreselerde kendi sohbetleriyle tekâmül ettirmişlerdir. Sohbetlerde hem sözlü bir eğitim (irşad ve tebliğ), hem de hâl eğitimi vardır.

Bu eğitim değerli insanların elinde kutlu bir emanet olarak tevarüs etmiştir günümüze değin. O yüzden kalplerin sevgi ile yıkandığı sohbet meclisleri asr-ı saadetin nebevî meclisinden esintiler taşır. Sultanımız Muhammed Bahâüddin Nakşibendî Hazretleri (Kuddise Sirruh) ve diğer büyük zatlar sohbete çok ehemmiyet vermişler ve büyük velîler bu manevî dershanelerde yetişmişlerdir.

Onlar bunu büyük nimet bilmişlerdir. Bir velîye ermeyi, onun sohbetinde bulunup ihya olmayı can suyu kabul etmişler ve hayatlarındaki bütün değerlerin üzerine taşımışlardır. Ne kınayanın kınamasına aldırış etmişler, ne ellerinden kayıp giden göz kamaştırıcı saltanatlarına..

Gerçeğin tadını alan er,
Ne altına aldırış eder,
Ne kalender tacına bakar.
Ne tasası vardır, ne kini.
Ey Tebrizli hak Şemsi,
Yüzünü göstermeseydin sen, yoksul çaresiz kalırdı kulun,
Ne gönlü olurdu, ne dini...
(Mevlana)

Ariflerin sohbetleri bizlere âb-ı hayat, nazarları da feyiz ve bereket sunar. Çünkü onlar Cenâb-ı Hakk’ın nuru ile bakar. Allah dostlarının birer inci misali sarfettikleri mübarek sözleri kadar, nazar ve halleri de değerlidir. Sıdk makamına erişmiş olan insanlar, kâl lisânından çok hâl lisanıyla konuşurlar. Onların sükûtlarından bir şey anlamayanlar, sohbetlerinden de bir şey anlamazlar.

Kur'an-ı Kerim’de "Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve sâdıklarla beraber bulunun"(1) buyrularak iyilerle beraber olunması emredilirken, "Eğer şeytan bunu sana unutturursa hatırladıktan sonra hemen kalk ve o zalimler topluluğu ile (birlikte) oturup kalma!"(2) diye de buyrularak, insana manevi kirler bulaştırıp ahlakını yozlaştıracak kimselerle dostluk kurulmaması, ülfet edilmemesi tavsiye edilmektedir. Küp içindekini sızdırır. Dostluk kurduğumuz kimselerin ahlak ve yaşantılarından etkilenmememiz mümkün değildir.

Mü’min, kimlerle yakınlık kurup sohbet ettiğine dikkat edeceği gibi, sohbet meclislerinden en iyi nasıl istifade edebileceğinin de bilincinde olmalıdır. Sohbette dile getirilen va’z-u nasihatlerin ilk önce kendimize söylenildiğini farz ederek dinlersek bizim için daha verimli olacaktır. Birilerini tenkit edici mevzular açılsa bile, kıssadan hisseyi yine kendi nefsimize çıkararak ondan ders almayı bilmek kârımıza olacaktır. Sohbete kendimizi gönülden verebilmeli, bedenimizi mescitte aklımızı başka yerde bırakmamalıyız.

Sohbet meclislerine kim ne muradla giderse, o kimse o muradına eriştirilir. Sorularına cevap bulmak istiyorsa orda cevap bulur. Ama bu sohbeti irad eden hocanın dilinden zuhur eder, ya bir arkadaşının, ya da mescitteki ufak bir çocuğun dilinden, bilinmez. Hiç kimse orda muradından mahrum bırakılmaz. Yakınlık temenni ediyorsa o yakınlığa erdirilir. Manevi bir temizlik arzu ediyorsa orda temizlenir. Yok, fitne fesat çıkarmak için gidiyorsa o zaman da fıskı artırılır.

İlim öğrenmek her müslümanın üzerine farz-ı ayındır. Hiçbir şey bizi sohbetten alıkoymamalı. Kimi zaman zahiri sebepler engeldir bize eşimiz, işimiz.. Kimi zaman nefsin göğsümüze üflediği vesveseler. İsterse çok bahaneler bulur nefis. İşte şu arkadaş, bu hoca...

Hâlbuki biz orada O’nun taliplisiyiz, O’nun sevdalısı.  Matlûbumuz O değil mi ki? Takıntı ve vesveselerimizin ayağımıza dolanmasına neden müsade ediyoruz? O’na giden yolda karşımıza çıkan her engel zevk vermeli değil mi bize? Mescide giderken yorulup nefes nefese kalmamız, ayakkabılarımızı alırken kalabalığın içinde ezilmemiz, abdest için sıra beklememiz.. Bunlar hep tatlı çileler değil mi bize? Sohbet dinlerken ayaklarımızın ağrıyıp uyuşması, kimi zaman sıcaktan terlememiz günahlarımıza kefaret reçetesi değil mi?

Bazen de arkadaşlar arasında duyar, esefle dinleriz: “Pek doyurucu olmuyor sohbetler! Yok, ben bir şey alamıyorum. Hocanın hitabı hoş gelmedi bana. Falan hoca mı olsaydı keşke?..” Bunlar kişinin sohbete devamlılığını esnekleştirecek boyutlara bile ulaşır. Sohbeti edene değil, ettirene yönel sen! Öyle bir yönel ki senin arzu ve iştiyakın Himmet-i Rahman’ı gayrete getirsin. Konuşan dil de O olsun, bakan göz de O. Cenâb-ı Hak yardımını istediği yerden ulaştırmaya kâdirdir. Hem sahib-i sohbet esasında Hak Teâlâ'dır. Ne şu hocadır, ne de bu hoca...

1900’lü yılların başlarında Erzincan’da Salih adında iki arkadaş yaşarlarmış. Biri Müezzin Salih diğeri de çilingir ustası olan Salih. Yakın arkadaşmış bunlar ama farklı tarikatlara mensup. Müezzin Salih arkadaşına: “Bir gün sen bizim şeyhin sohbetine gel, bir gün de ben senin şeyhinin sohbetine geleyim, hangisinin sohbetinden daha çok lezzet alırsak ikimiz de o şeyhin tarikatına girelim.” der.

Şeriatsız hallere saptığından batıl hale gelmiş ve bu yüzden kendi yolundan manen gıdalanamayan Salih Usta, ilk olarak Müezzin Salih’in şeyhi olan Pîr-i Sâmi Hazretleri’nin (Kuddise Sirruh) dergâhına gider. İkinci gün de kendi şeyhinin sohbetine gidecekleri yerde yeniden Pîr-i Sâmi Hazretleri’nin (Kuddise Sirruh) sohbetinde giderler. Aradığı yüksek manevi hazzı ve nimeti burada bulan Salih Usta, Pîr-i Sâmi Hazretlerine intisab eder ve bir daha eski tarikatına dönmez.

Sessiz, mahcup, bilgisiz ve okuma yazması olmayan Salih Usta’nın içkiye karşı da pek zaafı varmış. Ermeni meyhanelerinde içki içer, dergâha dönüşünde şeyhine görünmemek için sohbethanenin arka taraflarında köşe bucak gizlenir, kimse ile temas etmez, gölge misali gelir gidermiş.

Sohbethanede bir gün Yunus Emre, Niyazi Mısrî, Kuddûsi Baba gibi büyüklerin hikmetli şiirlerinden okunurken bir derviş: ”Efendim, bizim kolun büyüklerinden de şairler olsaydı da keşke, onları okuyup kendi yolumuzun adabıyla feyizlenseydik. Siz de bir şeyler yazsaydınız keşke...” deyince Pîr-i Sâmi Hazretleri: “Oğlum, bu bir himmet ve zuhûrat işidir. Şiiri bizim Salih bile söyler...” buyurarak eli ile arka taraflarda gizlenecek yer arayan Salih Usta’ya işaret buyurur. Ümmi olan Salih’in gönlü acayip bir vâridatla dolarak hemen o anda irticâlen şiir söylemeye başlar. Pîri Sâmi Hazretleri’nin: “Yeter Salih” demesine kadar bu devam eder. Böylelikle tarikat adâbı, müritlik haleri ve mürşitlerin şanının güzel ve kemalli bir halde anlatıldığı “Salih Baba Divanı” ortaya çıkar.

Salih Usta’yı söyleten mürşidinin tasarrufudur. Onlar tasarruf dilerlerse ümmi olan Salih’i de konuşturlar..

Allah’ın mescitlerinde uyulması gereken zahiri edepler de vardır. Her zahirden batına bir köprü vardır. Allah’ın mescitlerine girerken sağ ayağımızla, besmele ve salâvat getirerek; çıkarken de sol ayakla ve dua edip selam vererek çıkmamız gerektiğini bilmeyenimiz yoktur. Orada abdestli, temiz ve güzel giyinmiş bir şekilde, öncesinde soğan ve sarımsak gibi kokusu rahatsız edici şeyleri yememiş, ya da etrafa keskin yayılan kokuları sürünmemiş olarak bulunmak güzeldir.

Mescitte gelip gidenlerin huzuru için kurulu bir nizam ve intizam vardır. Herkes de o nizam ve intizama uymaya gayret göstermelidir ki arzu edilen neticelere ulaşılabilsin. Mescitle ilgilenen görevlilerin talimatlarına uyulmalı, onlara itiraz edilmemelidir. Kur’an-ı Kerim’de buyruluyor: "Ey iman edenler! Size 'Meclislerde yer açın!' denilince yer açın ki Allah da size genişlik versin. Size 'Kalkın' denilince de kalkın..." (3)

Ayrıca mescitte bir başkasını yerinden kaldırıp onun yerine oturmak da hoş değildir. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Sizden biriniz bir kimseyi oturduğu yerden kaldırıp sonra onun yerine kendisi oturmasın, fakat ona: 'Yer açınız, genişleyiniz' desin”(4)

Sohbete biraz geç kalınmışsa, selam ve musafaha ile sohbeti kesmemek gerekir. Abdest alana, namaz kılana, Kur’an okuyana ve yemek yiyene selam verilmediği gibi, ezan okunurken ve sohbet dinlenirken de selam verilmez. Mescide geç geldiğimizde insanlara eziyet vermeden, onların huzurunu bozacak veya dikkatlerini dağıtacak tarzda aralarından geçmeden, nerede bir boş yer varsa oraya oturmak cemaate saygının bir gereğidir.

Ayrıca küçük çocuklarımız varsa yanımızda onları gelişigüzel salmamak, mescidi kirletmelerine, sohbeti kesmelerine ya da cemaatin dikkatini dağıtmalarına müsade etmemek olgun mü’minin inceliklerindendir.

Sohbet meclislerinde otururken dağınık oturmak iyi değildir. "Bir hocanın önüne veya ilim meclislerinde oturduğunuzda onlara yaklaşın ve birbirinize yakın oturun. Cahiliye ehlinin yaptığı gibi dağınık oturmayın"(5) buyuruyor Peygamber Efendimiz (sav.) Usul ve emir gereği bazı kimselerin kürsüye yakın oturmaları ayrı muameleye tabi tutulduklarını akla getirmesin. Sohbetin feyiz ve bereketinden tüm mescittekiler hissedardır. Ağaç, kökünden ne kadar uzakta kalsa da bütün dal ve meyvelerine ayrım yapmaksızın suyunu ulaştırır.

Hz. Ali (r.a) ‘Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum’ buyuruyor. Hocalarımıza ve büyüklerimize karşı hürmet, sevgi ve edebi elden bırakmamalıyız. Gönüllerinin hoşluğundan onların bizlerle arkadaş gibi olup her türlü meseleleri konuşması, onlara karşı lâubaliliğe sürüklememeli bizleri. Onlara sadece sohbet meclislerine geldiklerinde değil, her zaman hürmet göstermeliyiz.

Buralar sohbet meclisleridir.
Ham gönüllerin terbiye edildiği Nebevî medreselerdir.
Buralara edeple gelen lütufla çıkar.

İşte böyle bir anlayış ve idrakle o kutlu mekânlara gidiş gelişlerimiz bizleri maksûdumuza ulaştıracaktır. Gayemiz de gönül âlemini ihya ederek, güzel ahlâk ve takva sahibi olmak değil midir? Ve böylelikle Allah'ın rızasına ermek değil midir?

Rabbim bunu cümlemize nasip etsin inşallah... Âmin!

Dipnotlar
1-    Tevbe, 9/119
2-    Enam, 6/68
3-    Mücadele, 11
4-    Tirmizî, Edep 9
5-    Ramûz, c.1/41-8

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort