JoomlaLock.com All4Share.net

CİBRİL’İN “DİHYE”LEŞMESİ YA DA DİN’İN TALİMİ

Bugün topluma baktığımızda karşımıza çıkan topyekûn bir erozyona uğramış, birey ve millet profili görüyoruz. Köklerinden kopartılıp bir ideal uğruna yeniden oluşturulmaya çalışılan fakat dikiş tutmayan ve bunların neticesi bir hilkat garibesi durumuna gelen birey ve toplumla karşı karşıyayız. Hiçbirimiz bu mefluç hadiseden müstağni değiliz. Bugün iyi ya da kötü; iyi niyetli ya da art niyetli sadece Batı dünyasının bir dünya projesi kalmıştır. Bizim gibi ülkelerde (Bizim gibi bir ülke pek olmasa da!) bu büyük projeyi en iyi anlayıp bu proje doğrultusunda (Bu topraklar adına bir hesap yapamadan büyük projenin hesabına) hareket kabiliyeti en yüksek olan şahıs ve toplulukların hâkimiyetiyle yönetilen bir vatan parçasında yaşamaktayız. Neden böyle olduk? Bu topraklar gerçekten bu kadar çorak mıdır, bir nebze de olsa ümit kalmamış mıdır..? Allah’tan ümit kesilmez fakat bugün yaşananlar bir imtihan mı, yoksa bir intikam mıdır, bunu anlamak önemli. Ümit, imtihana mahsustur. İntikamda ise her yer kopkoyu karanlık ve bataklıktır. Büyükler buyurmuşlar: “Allah verirse hoştur sefası, Allah vurursa yoktur devası.” Geleneği ve öğretiyi taşıyan şahıslar bugün kendilerini denizin içerisindeki damla misali saklayabildikleri için yaşamlarını devam ettirebilmektedirler. Allah’a her şey kolaydır, fakat eğer ortadaki hadise Allah’ın takdirinin neticesi ise, kolay bitmiştir. Onun iradesinin dışında her şey kilitlenmiş demektir. Her şey imkânsız olmuştur. Allah “Mudil”dir fakat bu, insanın kötü yaklaşımı, nankörlüğü... gibi sayabileceğimiz özelliklerinden kaynaklanan bir fiil olarak gözükmektedir. Biliyoruz ki Allah, kulları için her zaman hayrı murad eder.

Oysaki; “Onlar içleri boş, duvara yaslanmış kütüklerdir fakat sen onların konuşmalarından hoşlanırsın.” ifadesiyle tanımlanan bireyler gibiyiz. Müsemma gitmiş isim kalmış. Mananın yokluğu ya da benlikler ile doldurulmaya çalışılan mananın edepsizliği, kayıtsızlığı, özetle küstahlık ve içten içe küçük ilahlık adımları.

Halimiz pür-melal, tutar yanımız yok. Nedense halen cüretkarâne üstüne gidiyoruz Celâlin. Her şeyi varlığımızla doldurma çabası, Allah’ın kendine nispet ettiği her şeye saldırmamız anlamına geliyor. Bundan ilk nasibini “Din” alıyor. Din bizim elimizde dünyevileşiyor, ilahi özelliği din dediğimiz olguda bulmamızın imkânı kalmıyor. Din, yalnızca bir milleti oluşturan unsurlardan biri gibi algılanıyor ve inanç boyutuyla, birleştiricilik yönüyle insanın yaşamından bir parça olarak karşımıza çıkıyor. Din, insan hayatının doğal gerçeklerinden biri olarak algılanıyor. Kültür gibi, dil gibi.

Dinin bir vicdan hareketi olması, iyi, güzel duygulara sebep olması, insanın inanç ihtiyacını gidermek için tiryak olması gibi çoğaltabileceğimiz nedenlerden ötürü toplum ve devlet hayatında bir gereklilik, bir gerçek olarak görüldüğünden yolu açılıyor ve destekleniyor. Desteklemeyenler ve karşı çıkanlar da bu ihtiyacın başka unsurlarla karşılanabileceğini savunduklarından karşı çıkıyorlar.

Böyle anlaşılan din, İslam âlimleri tarafından halk dini tabir edebileceğimiz örf ve adetler olarak sınıflandırılmıştır. Tarihten gelen yanlış miraslar hep bu kanaldan gelmektedir. Emevilerin, Abbasilerin sürtüşmelerinin din olarak bizlere kadar gelmesi misali. İmam-ı Şafii, bu anlayışa karşı durduğu için sürgün edilmiş, İmam-ı Âzam, Abbasi anlayışını eleştirdiği için o dönem kendisine reyci (çağdaş diyebiliriz) denilmiş, cezalandırılmış, şehit edilmiştir. İmam-ı Hanbel, Kur'an’ın savunusundan şehit edilmiş değil midir? Tarih, sahih din-İslam ile halk dini veya yanlış siyasi otorite yorumlarının çarpışma örnekleriyle doludur.

“Allah katında din İslam’dır.” vahyi ilahisinden anlaşılması gereken o zaman ne olmalıdır? Kısacası ilahi din nasıl tarif edilir, ana özellikleri nedir? İlk önce günümüzde en çok karıştırılan iki ana kavram var. Şeriat ve din. Din işin inanç, şeriat ise amel boyutu. Din hayat nizamı, şeriat onun koruyucusu. Ya birbirlerinin yerine müteradif kullanılan ya da ikisi bir bütünü oluşturan unsurlar olarak telakki ediliyor.

Din ilahi, şeriat beşeridir oysaki. Onun için din Hazreti Âdem’den günümüze kadar değişmemiştir. Şeriat ise her zaman ve mekânda değişim göstermiştir. Kul ile kul arasındaki münasebetlerin zemini şeriat iken, Allah ile kul arasındaki ilişkinin zemini dindir. Din Allah’ın kulundan istediği şeylerdir. Şeriat içtihatla, yaşanılan zaman ve mekâna, kulların maslahatı ön plana alınarak açılım yapar, uyum sağlar. Zamanın ilerlemesiyle hükümler zamana-mekâna uyumlu hale getirilir. Şeriat insanın Rabbiyle ilişkisinde en güzel koruma kalkanıdır. Rabbimiz insana kendi elindeki imkânları kullanarak rızasını arama ve bulma imkânı vermiştir. Sanki bir işi beraber yapma olanağı ortaya çıkmıştır. Şeriatın sınırı insanın anlayışıdır. Din ise Allah’ın kemale getirdiği bir usuldür, değişme imkânı yoktur ve insan için seçilmiştir. Din insana uygun Allah tarafından dikilmiş en güzel bir elbise gibidir. Tıpkı takva elbisesi gibi.

İslam’ın tarihteki açılımı fıkıh ve mezhepler, imanın açılımı kelam ve akait, ihsanın açılımı tasavvuf olmuştur. Dinin her şeyi Allah’ın katından gelmiş ve sunuluşu da O'nun öğretmesiyle olmuşken; şeriat, kulların dinden anladıklarıyla sınırlıdır. Allah’tan bize gelen yol dindir, İslam'dır. Bizden O'na giden yol ise mezheptir. Din hikmeti vaaz eder. Şeriat illeti vaaz eder. Hikmet değişmez, Hakk’ın hükmüdür; illet sebeplere bağlıdır ve değişir.

Burada vurgulanması gereken önemli bir anlayış vardır: İnsan, Allah’ın kudret eliyle yaratılmış ilahi muradın meyvesidir. İnsan insan oluşuyla mükerrerdir, eşreftir. “Rabbi’nin şah damarından daha yakın olması” gibi bir yakınlıkla nimetlenmiştir. İnsanın kendisi Allah’ın sıfatıdır. Böyleyken din, şeriat insana ne sağlar? İşte bu büyük nimetin anlaşılması, verilen bu büyük nimetlere şükür edilebilmesi, Allah’ın kibriyası ve azametini coşturucu, gayretini harekete getirici bir beraberlik için din bir tarzdır, usüldür, yoldur, yordamdır. Yani din insanın Rabbine yapabileceği en güzel hizmetin ona yine Rabbi tarafından öğretilmesidir. Halakal insan, allemehul Kur'an…

İnsan din olmadan ne olduğunu kavrayamaz, kendine eremez. Kendine erenin işi erdiği iledir artık. Din ona en güzel bir elbisedir artık. Onunla tezyin olur ve Rabbini davet eder, Rabbine davet eder. İslam fıtrat dinidir, insanın yaratışındaki asliyeti ne ise oraya varmanın, asliyete dönmenin, ulaşmanın yoludur. Dinsiz insan, kendini kaybeden ve bulması imkânsız olan insandır. Allah ne kadar yücedir ki kelimeler, anlayışlar O’nun şulesine yetmez. Sonsuz, Allah karşısında ufalır, ufalır kaybolur. İşte böyleyken insan O’na ait olmasıyla büyür de büyür. Allah’ın kendine nispet eylediği her şey bizim için Allah kadar değerlidir. Ondan ayrılamaz. İnsan Allah’ın kendisine nispet ettiği bir vücud u azimdir. İnsan Allah’ı için vardır ve Allah’a varma zemini de yine insandır, insanı temizleyen, ona hikmeti ve yolu gösterecek olan, beslenme kaynağı ve varacağı yer yine insandır... İnsan, Allah’tan zuhur eylemiş, Allah’tan süzülüp gelmiştir. Allah’ta ne varsa Efendimiz Muhammed (aleyhisselam) onu göstermiştir. İsm-i Azam veyahut insan, Efendimiz Muhammed'dir (sav). “Lâilâhe illallah Muhammedurresûlullah” vesselam.

Tevhid asılların aslı, özlerin özüdür. Din Rabbi’nden insana gelen yol ise tevhid bu yolun neticesinde insanın karşılaştığı, muhatap olduğu varlığın kendini tanımlamasıdır. Tevhid, Hakk’ın asliyetini yine O’nun tarifidir. Din, Hakk’ın insan için seçtiği yol. Tevhid, Hakk’ın kendisini resmetmesidir. Kendisinin ve gayrisinin mahiyetidir. Tevhid, her şeyin haddini, konumunu belirleyen mikyastır. Her şey yerli yerindedir, ihtilat yoktur. Nasılsa öyle, O’nun tarifiyle O'nu tanımak. Vaaz-ı ilahidir tevhid. Kimsenin haddi değildir onu tanımlamak. İnsanın anlayışına bırakılan hiçbir şey olamaz tevhidde. O insan varolmadan nasılsa, varolduktan sonra da aynıdır. Tevhid mahlûk olmayanın fotoğrafı sanki. Miraçtan gelen hediye-i Rabbanidir tevhid. Miraçta ne görüldüyse kendini gösteren, görüleni yine kendi tarif etmiş, işte böyle bakıp anlayacaksın, demiş.

Kur'an “Miraç”taki buluşmanın neticesi, Allah’a muhatap olma seviyesine geliş ve Allah’ın Resûlü ile beraber bizleri muhatap alması. İkisinin bizimle yaşadıklarının vesikası. Sohbete katılmamız Kur'an. Efendimiz’in mucizesi. İnsanlığı teslim alış vesikası. Aslı levh-i mahfuzda ki Resûlullah'ın kalbidir başka ne ola.

Toparlarsak din, Cibril Hadisi’ndegörüldüğü gibi İslam, iman ve ihsan'ıntoplamı olan bir hakikattir. Hadisten anlaşılacağı üzere İslam, salih amellerin neticesi oluşan selamet; iman, her varlığın sınırlarının keskin ve net hatlarla belirlenmesi, tevhide giriş basamağı, her şeye Rabbiyle bağı çerçevesinde bakılması, algılanması, kabul edilmesi, Allah’tan başlayan, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine doğru gidişin öyküsü, beraberlik için gereken zeminin kendisi; ihsan, uyanıklık hali (agahiyet), bilinç ve farkında olma hali, huzuru ilahide olma bilincini taşıma duygusu.

İslam, insana yaraşır, Rabbine sunabileceği tüm davranışlar. İman, Rabbi ve âlemi yine Rabbinin tanımladığı, tarif ettiği tarzda tanıma; ihsan, kulun Rabbiyle ikili ilişkisi.

İslam, Allah ile selamete ermek, selam yurduna varmak, mutlak itaatin ibadete dökülüşü. İman, Allah’ı tercih, emr-i ilahinin, haberi ilahinin kalbte huzur üzere karşılanması. İhsan, mahza-i lütfü ilahi, Allah’ın kuluna yakınlığının kul tarafından ilahi ita ile idrak edilmesi.

Hazreti İbrahim, Hazreti İsmail gibi... Birisi Allah’ı tam tercihin abidesi, birisi tercih edene yardımın en güzeli. Birisi Allah’ın verdiklerini, Allah’a istediği anda geri vermenin teslimiyeti; birisi Allah adamını görenin sevgi ve hayret dolu teslimiyeti...

Hazreti İbrahim Allah’tan gelen emri tasdik eyledi, yani doğruladı ve uyguladı. İşte iman Hakk’ın emrini, iradesini insanın kalbi ile tasdikidir ki amel-i salih onun doğrulaması, uygulamasıdır. İslam, imanın insandaki görünüşüdür. İhsan, imanın Hakk’a bakan yönü; İslam, halka bakan yönüdür.

İslam insanın neler yapabileceğinin izlerini verir, ihsan ise insana açılan kapının. Yolun muazzamlığını gösterir bizlere. İman, mahlûk olmayan Vech ile insan varlığının ilintisinin işaretlerini taşır. İman ifşadır aslında. İnsanın muazzamlığının ifşası. İnsanın nereden geldiğinin, neleri içerdiğinin işaretidir. İhsan Allah’ı görmek, iman gördüğünü gördüğünün bakışıyla değerlendirmek, İslam görülenle nasıl yaşamak gerekiyorsa öyle yaşamak. Hayatımızdaki karşılıkları itibarıyla İslam ibadet, iman itaat, ihsan muhabbettir.

Kim demiş Allah görünmez diye, kim demiş Allah bilinmez diye? Allah görülür, amma nasıl görülür. “Allah bilgiyle görülür.” buyurmuş Cafer-i Sadık (ra). Boşuna mı söylemiş Beyazıd-ı Bestami; (ks) “Kırk yıldır Allah ile konuşmaktayım ama konuştuklarım kendileriyle konuştuğumu sanıyor.” Boşuna mı söylemiş büyükler “Vech-i insan suret-i Rahman’dır.” diye. İnsan anlaşılmadıkça Allah bilinmez de görülmez de. “Nefsini bilen Rabbini bildi." ne güzel bir tariftir. Nasılını, niçinini, nedenini, O’nu görenlere, O'nu bilenlere bırakmak lazım.. Büyükler buyurmuşlar da ne güzel demişler; “Allah aşığını görenler Allah’ ı görmüş gibidirler.” Kainatın Efendisi buyurmamış mı; “Allah o kullarının gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olur.” diye. Allah buyurmamış mı; “Senin elini tutan, Allah’ın elini tutmuştur; Sana itaat eden, Allah’a itaat etmiştir; Sen atmadın Allah attı.” diye ve Efendimiz “Beni gören Hakk’ı görmüştür.” diye buyurmamış mı?

İşte ihsan; Efendimiz’den sonra insanlığa gidebileceği menzilin öğretilmesi, öğretisi...

Hülasa İslam, iman, ihsan hepsi Allah ile ilişkinin belli yönlerini anlatan kavramlardır. Dinin yönleridir bunlar.

Hatm-i kelam; Hâce Hazretleri’nin (kuddise sırruh) ifadesiyle ”Din Hak için halkla, halk içinde Hak'la yaşama sanatıdır.”

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort