JoomlaLock.com All4Share.net

DÜNYANIN DÜĞÜNÜ VE SAKSI ÇİÇEĞİ

Kış vazifesini ifa edip gidiyor ve kış boyunca sabırla bekleyen tohumcuklar da havaların ısınmasıyla “Bismillah” diyerek toprağı çatlatıp, gün yüzüne çıkıyorlar. Ağaçlar yemyeşil elbiselerini giyinip yamaçlar renklenir, papatyalar mis kokularını yayarlar, gelincikler renkleriyle göz doldurmaya başlıyorlar. Sokaklar cıvıl cıvıl kuş sesiyle şenlenirken kelebeklerin uçuşup kâinatın cuşu huruşa geldiği, envai çeşit kokunun duyulduğu, “Cemil” ve “Latif” isimlerinin lezzetle okunduğu zamanlar gelip kuruluyor gözlerimizin önüne.

Bahar ve yaz ayları Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin en latif, güzel nakışlarının sayfasıdır âdeta. Bu mevsimleri de hikmetli ve sanatlı iş yapan yaratıcının, antika sanatının en süslü ve şaşaalı bir sanat sergisi olduğu için sevmek, bu şekilde görmek, Cenab-ı Hakk’ın esmasını sevmektir aslında. Yani Mevlânâ gibi; “Kış mevsimi geldi, yaprakları döktü diye şikâyetler ediyordun. Şimdi kalk da gül bahçesine gel! Bahar’ın gelişiyle kış mevsiminin nasıl bozguna uğradığını, kaçıp gittiğini gör! Gök gürlemesinden davul seslerini duy! O sesler ‘Dünyanın düğünü var; bağlar, bahçeler çeyiz hazırlıyor’ demek istiyor. Gel, gel de padişahın meclisini gör; toprağın nasıl neşelendiğini, güldüğünü seyret” cümleleriyle bu gülücükleri seyre dalmak, farkındalık ve şuurluluğun işaretleri olsa gerek.

O hâlde, gönül bahçemizde açılan yeni goncalarla maddî ve manevî gelişim için yaz aylarında daha gayretli, şevkli ve azimli tutunabilmeliyiz hayata. Ancak çoğu zaman ruh hâlimiz hiç de böyle olmuyor. Bizde oluşmasını beklediğimiz şevk ve gayret yerine tembellik, yorgunluk ve gaflet hâli arzı endam etmeye başlıyor ki sonu herhâlde şâirin “Beni bu güzel havalar mahvetti” sözünü söyletir. Oysa bilmeliyiz ki yaz aylarının verdiği gaflet, ruhun bir nevi kış hâlidir. Bütün yaratılmışın coştuğu bir mevsimde, bizim isteyip yapamadıklarımız, düşünüp ifa edemediklerimiz, çelişkilerimiz, çatışmalarımız, imanımız, isyanımız, hülasa gerçek dünyamız henüz ölü toprağını atamamışsa, durumumuz bayağı vahim demektir.

Sabahın alaca karanlığında, açılan perdelerin arasından her sabah bana tatlı tatlı gülümseyen saksı çiçeği; gülmeyi unutmuş insanların arasında, onların ellerinde büyüdüğünüz halde siz neden konuşuyorsunuz. Öyle senli benli? Konuştuğunuzu neden bizden saklıyorsunuz? Siz saklasanız da ben biliyorum ne dediğinizi. Her zaman, birbiri için yaratılmanın müşterek mutluluğunu, doyum olmayan sohbetlerle paylaşıyorsunuz değil mi?..

Ne güzelsin sen şu halinle. Büyümeni istemiyorum âdetâ. Büyüyünce solacağından, o güzelim yapraklarını dökeceğinden, kuru bir kazık kalacağından korkuyorum. Nerde kaldı damlar boyu uzayan hemcinslerin? Nerde kaldı devirlere adını veren ecdâdın?... Onlar da o devrin o büyük insanları ile birlikte mâzide kaldı değil mi? Hava zehir oldu, su zehir, toprak zehirli, ateş zehir; evet yaşamak değildir. Onun için korkuyorum senin kurumandan. Çünkü daha evvel senin gibi nice filizler kaybolup gitti aldatıcı zamanın karanlık boşluğuna…

Yere bakma, dalında şaklayacak bülbülün yok artık. Havaya bakma, baharda uçurtma uçuran bir çocuğun uçurtması, gazete adı verilen paçavralardan müteşekkildir de senin doğru nazarını yanlış yolara çevirir. Evet, saksı çiçeğim. Sen kendine bak ve kendi güzelliklerini seyrederek yetişmeye çalış. İşte o zaman sen asıl değerine kavuşacak ve kıymetini bulacaksın.

Somurtkan suratların, mutsuz insanların doldurduğu bu koskoca apartmanlarda, gülen bir tek sen varsın, saksı çiçeği. Evet, sensin pencereleri dolduran. Çirkin suratların, kararan vicdânların, rûhsuz yapıların, buram buram mânâ kokan tek canlısı. Sen de canlısın saksı çiçeği. Kenarlarını saran saksının çeperlerini taşamasan da sen de canlısın. Etrafını saran mezar-ı müteharriklerin, mânâsını, rûhunu öldürmüş bedbahtların içinde belki de hakiki canlı sensin. Saksının çeperlerini taşmana hâcet kalmadı. Çünkü oralarda, eskilerden eser kalmadı. Çok gül fidânları gonca yerine diken açtı. Sarmaşık güllerinin yaprakları arasında yılanlar, çıyanlar dolaşıyor. Gel, biz İslam Dîninin emirleri içinde, siz de saksınızın toprakları
içinde kendimize hayat hakkı, yaşama kaynağı arayalım.

Dirseğimizi dayayıp, mahlûkâtın ilâhi zikrini dinleyerek yorgunluğumuzu giderecek pencerelerimiz yok artık… Aralanan perdelerden dışarı bakan gözlere zehirli oklar saplanıyor. Elvedâ mehtâb, elvedâ yıldızlar, elvedâ ayın gülümseyen sîmâsı. Mânevî havamızı karanlık sisler kapladı. Sizler artık hayâllerin pembe ufukları arkasında canlanıp vücûd bulmaya gidin. Kuruma saksı çiçeği. Kışın bürûdetiyle, soğuyla katılaşan vücûdların kalbini baharlaştıran sensin. Kuruma!... Kuruma ki rûhsuz yapılar iyice mânâdan mahrum kalmasın.

Kuruma!… Bir gün sana seni soran olursa o zaman asıl vazifeni anlatırsın. Üzerinde taşıdığın “SÂNİ-İ ZÜLCEMÂİN” san’atının cilvelerini gösterirsin. Mânâsız, maddî tekâmülünün karlı, buzlu zirvesinde, mâneviyatın sıcak izlerini arayan insana, mânâya giden yolu gösterirsin.

Büyü saksı çiçeği. Çiçeğin, sadece desenlerden ve nakışlardan ibaret olmadığını göster. Büyü, çiçeği desende arayanlar, insanlığın “insan” isminden ibaret olmadığını anlarlar ve onun arkasındaki gerçekleri görürler. Böylece san’atlarda SAN’ATKÂRI bulurlar ve kurtulurlar… Büyü saksı çiçeği… Büyü…

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort