JoomlaLock.com All4Share.net

EV SEMASI -3-

Âdem’in Yeryüzünde Kurduğu İlk Ev

İnsanoğlunun yeryüzü gezegeninde başlayan tarihinden önce babası Âdem’in daha cennette iken başından geçen olayı bütün antik, kültürler ve kutsal metinler zikreder.

Âdem, eşi Havva ile bütün ihtiyaçları karşılanmış olarak cennette yaşarken, daha önce onu kıskandığı için önünde secde etmeyi reddeden iblis (şeytan) her nasılsa bir yolunu bulup ona “yasak meyve”yi yedirmeyi başardı. Geleneğe göre ne olduysa bundan sonra oldu ve Âdem eşi ile birlikte cennetten kovuldu. Kur’ân bu olaya “hubut:düşüş” adını verir. Âdem’in düşüşü ilk gününden bugüne kadar sürüp gelen trajik tarihin de başlangıcıdır.

Diğer geleneklerden ve bu arada Ahd-i Atik anlatımından farklı olarak İslamî anlatım, Âdem’e “İlk günah”ı ebedi bir ceza ve ayıp olarak yüklemez. Âdem, şeytana kanıp emirlere karşı geldi, bir yasağı çiğnedi ama zaten onun fıtratı, özyapısı doğruya ve yanlışlığa eğilimli çifte bir tabiata sahipti. Âdem günahtan sonra tevbe etti ve Allah da onun tövbesini kabul etti. Ancak artık cennette duramazdı. Onun yeryüzündeki hayatı ve türünün tarihi başlayacaktı.

İnsan yeryüzünde iki tercihle karşı karşıya olan bir yaratık. İtaat ve isyan, uyum ve çelişki, güzellik ve çirkinlik, adalet ve zulüm, doğruluk ve yanlışlık, kısaca tevhit ve şirk. İslam’ın tarih felsefesine göre tarihi dolduran, bu iki karşıt  kutup arasında süren kesintisiz çatışmadır.

Yeryüzü güzellikler, ihtiyaçlar, kaçınılmazlıklar, ihanetler vb. şeylerle doludur. İnsan onu geçici bir mesken olarak kullanacak, yeniden kendini kanıtlayacak, Allah’ın kendine layık gördüğü cennet hayatına ikinci defa kavuşmaya çalışacaktır. O kendisine verilen ilk fırsatı yanlış kullandı, değerini tam olarak bilmedi; şeytana kanıp ihanet etti, yasağı çiğnedi, başkaldırdı. Şimdi sınanacak artık. Bu, ona Allah tarafından bağışlanmış ikinci bir fırsattır. Eğer bu sınavı başarıyla kazanırsa, yine eski ve mutlu yurduna, cennete dönecektir; hem de bir daha oradan çıkmamak üzere.

Âdem bu varoluş hikmetine uygun olarak yeryüzüne indirildi. Âdem’in yeryüzüne attığı ilk adım, insanın gezegenimizde bu güne kadar süren tarihini de başlatan ilk adımdır.

Kaynaklar Âdem’in yaşamaya başladığı çevrede ilk günlerinin uyumsuzluk içinde geçtiğini yazar. Çevresinin, maddi tabiatın varlık bilgisine sahip olmasına rağmen Âdem’de baş gösteren uyumsuzluk onun batı antropolojisinin öne sürdüğü gibi, kendisi tabiattan farklılaştıkça ona “yabancılaşması” (alinasyon) dolayısıyla değil, fakat ilk hayatına, gözünü içinde açtığı yurda duyduğu özleminden kaynaklanıyordu. Âdem cennette iken varlık dünyasında yer alan her şeyle uyum içinde Allah’ı tesbih ediyordu. Üstelik Beyt-i Ma’mur’u tavaf eden meleklerin kulağından eksik olamayan tesbih ve tekbir sesleri onun ruhuna engin  bir huzur veriyordu. Bir düşüş sonucu geldiği dünya ise kendisine “yabancı” bir çevreydi. Her taraf ıssız ve sakin. Bu arada yeryüzüne indiğinden daha önce cennette iken duyduğu ve kendisinin de katıldığı meleklerin tesbih ve tekbir seslerini işitmez olmuştu. Yabancı bir çevre ve içinde sınırsız huzursuzluk duygusu. Bu onu yeni bir “arayış”a sürükledi. Âdem’in aradığı eski yurdu cennetti ve cennetteki mutlu, uyumlu hayattı. Şimdi ise kendini “gurbette” hissediyor, sıla özlemi çeken bir “garip” (yabancı) olarak görüyordu. Âdem’in bu ruh hali, sonraları bütün İslam edebiyatında ve tasavvufta hep kendini “dünya gurbetinde bir garip” görecek olan insanların en köklü hüzün imajları ve asıl yurda dönüş özlemleri şeklinde kendini gösterecek, neredeyse İslam kültürünün merkezî bir imajı olarak algılanacaktı. Hz. Muhammed (sav) de bir hadisinde Müslümanı dünya hayatında bir “garip” olarak tanımlar. Âdem’in gurbet hasreti ve arayışları sürerken bir gün derin bir hüzün içinde Allah’a yalvardı ve cennette iken meleklerle birlikte ilahi uyuma dünyada da katılmak istediğini beyan etti. Anlatıma göre Allah ona şöyle buyurdu: “İşlediğin günah meleklerin sesini işitmene engeldi; ancak benim yeryüzünde benim bir evim var, git temellerini yükselt ve çevresini tavaf et.”1

Bu yeryüzünde de insana kendi hayat kaynağına ulaşmasını sağlayacak kutlu bir imkanın bağışlanmasıydı. Âdem cennette olduğu gibi yeryüzünde de Allah’ı tesbih edip yüceltecek, böylece yabancılaşmayı aşabilecekti.

Ezraki, Allah’ın daha önce melekleri yeryüzüne gönderip orada da Beyt-i Ma’mur’a benzer bir ev inşa etmelerini emrettiğini söyler. Şu halde Beyt-i Ma’mur gibi yeryüzünde kurulan ilk ev Ka’be’nin de kurucuları meleklerdi ve Mu’cemu’l-Buldan adlı kitabında Yakuti, Ka’be’nin  Beyt-i Ma’mur’un tam altında ve hizasında kurulan bir ev olduğunu kaydeder.

Sözlü gelenekte Ka’be’nin ilk inşası ile ilgili rivayetler çeşitli farklılıklar gösterir. Ama bütün rivayetlerin birleştiği; meleklerin yardımıyla ilk defa Âdem’in inşa ettiğidir. Bazı kaynaklar ilk inşa edicileri melekler göstermekle birlikte, belki temellerin atılacağı yeri meleklerin gösterdiği Ka’be’yi, Âdem’in ilk defa inşa etmiş olması akla daha uygundur. Hatta rivayetlere göre Hz. Âdem, Lübnan Dağı, Tur-i Zeyta Dağı, Tur-i Sina Dağı, Cudi Dağı ve Hira Dağı’ndan taşıdığı taşlarla evi inşa etmiştir ki, her beş dağ İslâm, Yahudi ve Hristiyan geleneklerinde kutsal kabul edilirler. Kuşkusuz bu bağlamda evrim kuramına uygun gelişen antropoloji ile antik gelenekler arasında önemli çelişkiler var. İslâm kaynakları varlık dünyasında Âdem’in yaratılışının son safhayı teşkil ettiğini kabul eder. Önce cansızlar (cemadat), ardından bitkiler (nebatat), sonra hayvanlar (hayvanat) yaratılmış olup insanın yaradılışı dördüncü safhaya tekâbül eder. Âdem cennetten yeryüzüne sürülünce kendini Hint kıtasında buldu. Geleneğe göre eşi Havva Mekke yakınlarında bir yere indirilmişti. Âdem eşini aradı ve onunla Arafat Dağı’nda buluştu. Arafat bu bakımdan “tanışma ve buluşma” yeri olarak bilinir. Müzdelife’de onunla birleşti. Her sene hacılar Arafat ve Müzdelife’ye gider, bir bakıma bu olayı yad ederler.

Son olarak, Ka’be’nin kutsal taşı kabul edilen “Hacer-i Esved”ten de söz edelim. Geleneğe göre tavafın başlangıç noktası olan bu taş cennetten getirilme bir taştır ve başlangıçta bembeyazdı. Sonraları ona el ve kurban kanı sürüle sürüle siyahlanmıştır.2

Burada modern, ilmî bakışa uygun düşer gibi görünen ve kimi İslâm kaynaklarınca da sözü edilen bir noktayı açıklığa kavuşturalım. Kaynaklarımız, Ka’be’yi ilk inşa edenin melekler ve Âdem, sonra onun oğlu Şit ve üçüncü (veya dördüncü) defa Hz. İbrahim’in oğlu İsmail ile birlikte inşa ettiğini söyler. Ne var ki kimi bilginlere göre Ka’be’nin Âdem ve oğlu Şit tarafından inşa edilmiş olması mümkün değil; çünkü insanlar Hz. Âdem ve oğlu Şit zamanında taştan ve çamurdan inşa edebilecek bilgi düzeyine erişememişlerdir henüz. Hatta Âdem’in torunlarından Mehla Layil devrine kadar insanlar dağlarda, bayırlarda barınıp henüz yerleşik hayata bile geçememişlerdi. Geçimlerini ise avcılık ve toplayıcılıkla temin ediyorlardı. Olsa olsa Âdem ve Şit çevresine taş dizmek suretiyle Ka’be’nin alnını sınırlandırmış olabilirler.3

Bu, modern antropolojinin neolitik dönem öncesine tekâbül eden görüşüne uygun düşse bile Ezraki, Taberi ve Eyüp Sabri Paşa gibi zatlar aynı görüşte olmadıklarını belirtirler. Buhari gibi güvenilir hadis kaynaklarından Âdem ile Nuh arasında on asır (bin yıl) geçtiği nakledilir. Tevrat da bu sürenin 1056 yıl olduğunu ileri sürer. Tufan gibi büyük bir olaya dayanıklı bir gemiyi yaptığı bilinen Nuh ve dönemi, daha insan tarihinin şafağı sayılan bir zamanda insan türünün ulaştığı bilgi düzeyini göstermesi bakımından önemli olsa gerek. Kuşkusuz Nuh, durup dururken böylesine güçlü ilmî ve teknik birikimi gerektiren bir gemiyi yapmadı ve muhtemelen kendisinden önceki bilgi birikiminden geniş ölçüde yararlandı.

Taberi gibi kaynaklara bakılırsa, Âdem bile taşı, demiri ve toprağı kullanabilecek bilgi düzeyindeydi; örs, çekiç, tokmak imâlinden ve buğday ekiminden haberdardı.4  Hatta ihtilafa düşen Âdem’in iki oğlundan Habil’in hayvan beslediği, Kabil’in ise toprağı ekip biçtiği ve tarımla uğraştığı, sözlü rivayetler yanında özellikle Ahd-i Atik’in ve Müslüman kaynaklarının da paylaştığı bir görüştür. Taberi’nin iddiası Allah’ın Âdem’e isimleri ve varlık bilgisini öğrettiğine ilişkin verdiği habere uygunluk içindedir. Tabii ki bu iddianın bugünkü ilmî araştırmaların, özellikle arkeoloji ve antropolojinin verilerince de desteklenmeye ihtiyacı var. Buna geçmeden evvel, olayı tarihi seyri içinde kısaca özetlemekte yarar buluyoruz.

İslâm kaynaklarından Ka’be’nin ilk inşacıları olarak melekler ve Âdem’i, ardından oğlu Şit’i ve sonra da zamanımızdan yaklaşık  dört bin yıl öncesinde Hz. İbrahim ve oğlu İsmail’i gösterdiklerini söyledik. Verilen bilgilere göre Nuh Tufan’ı Ka’be’yi de yeryüzünden silmiş, ancak toprak altında temelleri kalmıştı. Hz. İbrahim Ka’be’yi yeniden inşa etmekle görevlendirildiğinde ilk iş olarak onun temellerini aramak olmuştur. Günümüze kadar hâlâ ayakta duran Ka’be işte Hz. İbrahim’in temellerini bulup inşa ettiği yapıdır. Tarih-ül Mevlevi tarih içinde Ka’be’yi inşa edenlerden hepsini zikreden bir şiir nakleder.5  Daha önce de işaret ettiğimiz gibi bunların sayısı on bire kadar çıkabilmektedir.

Sonuç

Ev bir sığınaktır aynı zamanda. Sığınmak, en yalın insanî eylemlerden biridir. İnsan tehlikeden, korkudan, düşmandan kaçıp, bir yerlere, bir kimseye, Yaradan’a sığınmaktadır. Tabii afetlerden, selden, yağmurdan, fırtınadan sığınma da vardır. Bu tür sığınma fiziki korunmadır. Ev bu anlamda bir sığınaktır ve insanın zorunlu durağıdır. İnsan birçok sebepten ötürü bazen sığınma ihtiyacı duyabilmektedir. Sığınılacak mekânların başında ise ev gelmektedir. Çünkü ev özeldir; dışarıya, ötekine, yabancıya, düşmana, kaçılana kapalıdır. Bir anlamda kapanmadır ev. Bir sığınma mekânı olarak ev, mahrem bir dünyadır, korunmuş ve kollanmış bir dünyadır. Ve en önemlisi de Allah’ın evi gibi cennet tâcıdır, rahmet tâcıdır, Cemalullah tâcıdır. Didara erme tâcıdır.

1-Eyüp Sabri paşa. Age., s.18. Ezraki. Age.,s.34-35
Muhammed Hamidullah, (İslam Meselelerine Giriş), Çev. 2-İ. Süreyya Sırma, 1980, İstanbul, s. 26
3-Tahir-ül-Mevlevi, (Müslümanlıkta İbadet Tarihi), 1963, İstanbul, s. 157
4-Taberi, (Tahirü’l-Ümem ve’l-Mülük), Çev. Z. K. Ugan-A. Temir, 1954, Ankara-1, 173 vd.
5-Tahür-ül Mevlevi, age., s. 157 (Ali Bulaç-İslâm Geleneğinden Günümüze Şehir ve Yerel Yönetimler, İstanbul-1996.,s. 20-34)

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort