JoomlaLock.com All4Share.net

HAKİKİ MÜMİNİN DİĞERLERİNDEN FARKI

FahrattinSimsek

Hakiki Mü'minin Diğerlerinden Farkı - Fahrettin ŞİMŞEK

Sayı : 99 - Mart 2016

 

Hakiki Mü'minin Diğerlerinden Farkı

 

Bu yazımızda konu edineceğimiz müminler Cenabı Hakk’ın Kur’an’da rical, muttaki, muhsin gibi vasıflarla nitelediği hakiki müminlerdir. Yoksa müslümanım dediği halde İslam’dan uzak yaşayan kimlik müslümanları veya veraset müslümanları değildir.

1- Müminler gayba iman ederler.

Gayb, bizim için dünyada yalnız akıl, ilim ve duyularla idrak edilemeyip ancak vahiy yoluyla bilinen varlık ve hadiselerdir. Allah’ın, meleklerin, ahiretin varlığı gibi. Gayba iman müminin en bariz vasfıdır. Mümin Allah’a ve O’nun peygamberler vasıtasıyla bildirdiği her şeye gözüyle görmüş gibi inanır, tasdik eder. Bir şeyin varlığını kabul etmek için illa onu görmek gerekmez. Kainatta göremediğimiz ama varlığını kabul ettiğimiz çok şey vardır. Mesela; konuşuyoruz, bir bir sesimizi işitiyoruz ama sesi göremiyoruz. Vücudumuzun bir yerinde ağrı olduğunda onu hissediyoruz ama acıyı gösteremiyoruz. Bununla alâkalı şöyle bir menkıbe anlatılır; bir beldeye Allah’ı inkar eden bir feylesof gelerek o beldenin âlimleriyle Allah’ın varlığı üzerine tartışmaya başlar. İddiası şudur; Allah var ise niçin göremiyoruz? Ben görmediğim şeye inanmam. Âlimlerden birisi yerden bir taş alarak adamın kafasına vurur. Adam acıyla feryad etmeye başlar. Âlim ne oldu diye sorar; feylesof da başının çok acıdığını söyler. Bu defa âlim haydi acıyı bize göster der. Feylesof acının gösterilemeyeceğini söyleyince âlim taşı gediğine koyar ve der ki; bak işte var olan acıyı hissettiğimiz halde kendisini gösteremiyoruz. Allahu Teâlâ da vardır ama biz O’nu göremeyiz.

Günümüzde materyalist felsefenin etkisiyle (görmediğime inanmam) anlayışı çok yaygınlaşmıştır. Bunun altında yatan ard niyet ise Allah’ı ve O’nun bildirdiği şeyleri inkar ettirmektir. Hatta bu anlayış müslümanlar arasında da bayağı çok yaygındır. Bu anlayışın etkisiyle bazı müslümanların inançlarında müthiş şüpheler oluşmuştur. Bu insanların inançları, akılları acabalarla doludur. Şüphecilik imanlarını kemirir durur. Bu şüpheler belki de bir gün imanının yok olmasına sebep olabilir.

2- Müminler imanlarına şirk bulaştırmazlar.

Şirk; yüce Allah’ın ilahlığında, sıfat ve fiillerinde ve rab oluşunda ortağı, benzeri ve eşinin olduğunu kabul etmektir. Kur’an’ı Kerim’de şirk büyük bir zulüm olarak nitelendirilmektedir. Allahu Teâlâ insanları şirkten sakındırmak için birçok uyarılarda bulunmuştur. Bir ayette şöyle buyrulur: “Şüphesiz ki Allah, kendisine eş koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa gerçekten pek büyük bir günah işlemiş olur.” (Nisa, 48) Cahiliye döneminde müşrikler taştan ve ağaçtan yapmış oldukları putlarını, güneşi ve yıldızları Allah’a ortak koşuyorlardı. Günümüz cahiliyesinde ise insanlar putlara, güneşe, yıldızlara tapmıyorlar. Bunların yerine hevasını ilah edinmiş insanların uydurduğu fikir putlarına tapınıyorlar. Beşeri sistemlerin kurucularını Allah’tan daha akıllı, daha ileri görüşlü, daha bilgili; bu sistemleri de İslam’a denk veya İslam’dan daha üstün görüyorlar. İnsanlar kabul etse de etmese de bu beşeri sistemlerin (kominizim, faşizim, laiklik, demokrasi, liberalizm vb.) her biri birer din konumundadır. İnsanların hayatlarını düzenlemek üzere prensipler koyan, emirler, yasaklar vaaz eden her sistem bir dindir. Bu, dolaylı olarak insanın insanı ilahlaştırarak ona tapınmasıdır.

Bir gün Allah’ın Rasulü (sav) Tevbe Suresi’nin şu ayetini okuyordu: “Yahudiler ve hristiyanlar Allah’ı bırakarak hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu İsa’yı ilahlar edindiler. Halbuki bunlar da ancak bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka bir tanrı yok. O, bunların eş tuttukları her şeyden münzzehtir.” Adiy b. Hatem diyor ki; peygamber bu ayeti bitirince şöyle dedim:

- Hristiyanlar ve yahudiler papazlarını ve hahamlarını Rab, ilah edinmezler. Bu söz üzerine Allah’ın Rasulü şöyle buyurdu:

- Hayır, iş senin anladığın gibi değil. Papazlar ve hahamlar, Allah’ın helal kıldıklarını onlara haram kıldılar, haram kıldıklarını da helal kıldılar. Onlar da papazların ve hahamların kendi düşünceleri ve çıkarları doğrultusunda ortaya koydukları ve Allah’ın emir ve yasaklarıyla çatışan buyruklarını benimsediler ve onlara tabi oldular. İşte bu, Allah’ı bırakıp onlara tabi olmak, onlara ibadet etmektir.

Müminler, Rab olarak Allah’a, din olarak İslam’a razı olmuşlar, Allah’ın dışındaki bütün sahte ilahları ve onların sistemlerini reddetmişlerdir. Bugün müslümanlar arasında bu beşeri sistemleri din gibi kabullenip hararetle savunanların sayısı az değildir. Bunun sonucunda acayip müslüman tipleri ortaya çıkmıştır. Sosyalist müslüman, kapitalist müslüman, demokrat müslüman, laik müslüman, muhafazakar vs. Hakikatte ise bunların hiç birisinin İslam’la alâkası yoktur. Bir insan ya müslümandır ya da değildir. Birazı İslam’dan, birazı İslam dışı sistemlerden devşirme bir din anlayışı Allah tarafından reddedilerek şöyle buyruluyor: “Kim İslam’dan başka bir din ararsa bilsin ki kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o ahirette zarara uğrayanlardan olacaktır.” (Âl-i İmran, 85) Başka bir ayette ise: “Allah katında din İslam’dır.” (Âl-i İmran, 19)

3- Müminlerin dostu Allah’tır, Rasulü’dür ve müminlerdir.

Bir ayette Cenabı Hak şöyle buyuruyor: “Allah, iman edenlerin dostudur; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kafirlerin dostları da tağuttur. Onlar da, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Onlar, ateş ehlidirler; orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara, 257) Bir başka ayette ise şöyle buyrulur: “(Ey iman edenler!) Sizin gerçek dost ve yardımcınız ancak Allah ve O’nun Rasulü’dür. Bir de (Allah’ın emirlerine) boyun eğerek namazı dosdoğru kılan ve zekat veren müminlerdir.” (Maide 55)

Yukarıdaki ayetlerde açıkça gördüğümüz gibi müminlerin dostu Allah’tır, Rasulullah’tır ve Allah’a itaat eden müminlerdir. Kafirlerin dostu ise ya şeytandır ya nefisleridir ya da kendileri gibi inkarcılardır. Cenabı Hak müminlere kafirleri ve münafıkları dost yardımcı ve sırdaş edinmeyi yasaklamıştır. Hatta bu inkarcılar müminlerin en yakın akrabaları olsa da bu değişmez. Kafirler ve münafıklar hiçbir zaman müminlerin iyliğini arzulamazlar. Ellerinden geldiğince maddi ve manevi olarak onlara zarar vermeye çalışırlar. Günümüzde bunun en açık örneklerini görmekteyiz. Ülkemizin güneyinde terörist eylemler gerçekleştirerek ülkemizi ve milletimizi bölmeye, parçalamaya çalışan terör örgütleri yıllardır dost dediğimiz, müttefikimiz olan ülkeler tarafından desteklenmekte ve korunmaktadır. Sadece bu olaylar bile kafirlerin dostluğunun sahte olduğunu ortaya koymaya yeter. Bu konuyla alâkalı ayet meallerini tefekkürünüze sunuyoruz:

“Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin. (Bunu yaparak) Allah yanında aleyhinize olacak bir delil mi vermek istiyorsunuz?” (Nisa, 144)

“Sen, onların dinlerine uymadıkça ne yahudi ne de hristiyanlar Senden asla razı olmazlar.” (Bakara, 120)

“Ey iman edenler, yahudileri ve hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostlarıdırlar. Kim onları dost edinirse, o da onlardandır. Şüphesiz Allah zulüm eden toplumu doğru yola eriştirmez.” (Maide 51)

“Ey iman edenler, eğer imana karşı küfrü sevip tercih ederlerse babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) dost edinmeyin. Sizden kim onların velayetleri altına girerse, işte onlar, zâlimlerin ta kendileridir.” (Tevbe, 23)

4- Müminler Allah ve Rasulü’nü her şeyden daha çok severler.

Müminler Allah ve Rasulü’nü en çok sevdikleri şeylerden; canlarından, mallarından, evlatlarından, makam ve mevkilerinden daha çok severler. Hiçbir şeyi onlara tercih etmezler ve onların önüne geçirmezler. Birgün Hazreti Peygamber (asv) Hazreti Ömer’e Beni ne kadar seviyorsun, diye sordu. Hz. Ömer de:

-Ya Rasulallah, ben Sizi canımdan başka her şeyden daha çok severim, dedi.Peygamber Efendimiz:

-Ey Ömer, canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki Beni canından da daha çok sevmedikçe mümin olamazsın, buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer:

-Ey Allah’ın Rasulü, vallahi ben şimdi Sizi canımdan da daha çok seviyorum, deyince, Peygamber Efendimiz:

-İşte ya Ömer, şimdi olgun mümin oldun, buyurdu.

Tasavvuf büyükleri sevginin alâmeti itaattir, buyurmuşlardır. Bir insan Allah’ı sevdiğini söylediği halde emirlerine itaat edip yasaklarını terk etmiyorsa, Rasullullah’ı sevdiğini söyleyip sünnetlerini hafife alarak basit görerek terk ediyorsa bunun sevgisi yalnızca bir iddiadır. Çünkü seven sevdiğinin sözüne itaat eder. Onu üzecek her türlü tavırdan uzak durur. Yine Allah’a itaatin göstergesi de Rasulü’ne tabi olmaktır. Bununla alâkalı bir ayette şöyle buyurulur: “Ey Muhammed! De ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız Bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayıcıdır, merhamet edicidir.” Konuyla alâkalı iki ayet mealini yine tefekkürlerinize sunuyoruz:

“İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını O’na denk tutanlar vardır. Allah’ı sever gibi onları severler. Müminlerin Allah sevgisi ise daha kuvvetlidir.” (Bakara, 165)

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileleriniz, kazandığınız mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler size Allah’tan, Rasulü’nden ve O’nun yolundaki cihattan daha sevimliyse artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar toplumunu doğru yola eriştirmez.” (Tevbe, 24)

5- Müminler dünyaları için ahiretlerini, ahiretleri için dünyalarını terk etmezler.

Müminler vasat ümmet olma özellikleriyle dünya ve ahiret için dengeli bir çalışma sergilerler. Mümine göre dünya, ahiretin tarlasıdır. Dünya geçici bir faydalanma yeridir.Sürekli kalınacak ve çok değer verilecek bir yer değildir. Asıl hayat ahiret hayatıdır. Mümin dünyasını ihmal etmeden var gücüyle ahireti için çalışır. Rabbine (bize dünyada da ahirette de iylik ver) diye dua ederek dünya ahiret dengesini korumaya çalışır. Cenabı Hakk’ın: “Allah’ın sana verdiği (her türlü) şeyde ahiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma.” (Kasas, 77) fermanını kendisine düstur edinir. Dünya nimetlerinden meşru ölçüler dairesinde faydalanır, onları Hakk için kullanır. Fakat sevgilerini kalbine koymaz. İmam-ı Azam Ebu Hanife, müctehid olmasının yanında aynı zamanda çok zengin bir tüccardı. Sürülerle atları vardı. Zengin bir tanıdığı kendisine gelerek çok sayıda atının olduğunu ve bunların kalbini çok meşgul ettiğini söyleyerek; İmam-ı Azam’a, senin de çok sayıda atlarının olduğunu ve bunların kalbini meşgul etmediğini görüyorum, bunu nasıl başarıyorsun, diye sorar. İmam-ı Azam da kardeşim ben atlarımı kalbime değil ahıra bağladım. Eğer sen de böyle yaparsan senin de kalbini meşgul etmez, buyurur.

Kafirlerin ise bütün sermayesi  dünyadır. Onlar ahirete inanmazlar. Hayat işte bu hayattır, bundan başkası yoktur, derler. Hz. Peygamber, dünyanın kafirin cenneti olduğunu ifade buyurmuştur. O da bu cennetinde mutlu olabilmek için elinden gelen gayreti gösterir. Cennetinde mutlu olabilmek için ona her şey mübahtır. Hiçbir ölçü, hiçbir ahlaki erdem tanımaz. Kafirlerin bu çirkin ahlakı maalesef müslümanlara da sirayet etmiştir. Müslümanlar aşırı bir şekilde dünyevileşmişlerdir. Dünyalık kazanma hırsı helal haram hassasiyetini ortadan kaldırmıştır. Kazanayım da nasıl olursa olsun anlayışı hakim olmaya başlamıştır. Halbuki müslüman dünyalığını nasıl ve nereden kazandığından, nereye harcadığından hesaba çekilecektir.

6- Müminler dinlerini yaşama hususunda kimsenin kınamasına aldırmazlar.

Bir ayette Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse, o zaman Allah kendisinin onları, onların da kendisini sevdiği, müminlere karşı gayet yumuşak, kafirlere karşı da oldukça onurlu ve sert bir toplum getirir ki, onlar Allah yolunda savaşırlar, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allah’ın lütfudur ki  onu dilediğine verir. Allah lütfu geniş olandır, (her şeyi) bilendir.” (Maide, 54)

 

Yazar: Fahrettin ŞİMŞEK

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort