JoomlaLock.com All4Share.net

HİZMET VAR OLUŞ SEBEBİMİZİ İDRAK EDİP O SEBEBİ AÇIĞA ÇIKARMAK İÇİN GAYRET ETMEKTİR

Hizmet Var Oluş Sebebimizi İdrak Edip O Sebebi Açığa Çıkarmak İçin Gayret Etmektir - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 107 - Kasım 2016

 

Hizmet Var Oluş Sebebimizi İdrak Edip O Sebebi Açığa Çıkarmak İçin Gayret Etmektir

 

Sual: Efendim, bu paralel örgütün mensupları kendilerini tanıtırken “cemaat” tabirini; yaptıkları işler için de “hizmet” tabirini kullanmışlardı. Halk arasında cemaat, hizmet denilince bunlar biliniyordu... Meselemiz bunların kendilerini nasıl adlandırdığı değil buradan yola çıkarak iki soru sormak istiyoruz: Birincisi, hizmet deyince akla ne gelmeli? İki, bir kişinin ve bir cemaatin hizmeti ne olmalı?

Cevap: Öncelikle mevzu açılmışken ifade ettiğiniz meseleye girmeden önce günümüzdeki bir yanlışlığı hatırlatmakta fayda var diye düşünüyorum. Biraz önce buyurduğunuz hizmet, cemaat, himmet, imam… gibi kavramlar İslamî kavramlardır. Bu F tipi topluluk bu kavramların içini boşaltmışlar. 

Şimdi günümüzde onlardan bahsedilirken hem bunların -genel olarak- müslüman olmadıklarını ifade etmeye çalışıyoruz hem de bunları anlatırken yine bu kavramları kullanıyoruz… Cemaat diyoruz, Fetö’nün imamları diyoruz… Bunlar tehlikeli ifadeler. 

İmam kavramı nübüvvetle ve nübüvvetten intikal eden verasetle iç içe bir kavramdır ve Kur’anî bir ifadedir. Böyle bir ifadeyi terör mensuplarına atfetmek, onlar için kullanmak İslam’a hakarettir. Peygamberler birer imamdır; insanlığın imamlarıdırlar. Onlardan sonra bu görevi onlara gerçek varis olan, onların ahlakı ile ahlaklanmış onların sünnetine temessuk etmiş onların izini takip eden sahabi, tabiin ve müçtehitler. Rabbimiz azze ve celle bize Hz. İbrahim’in dilinden aleyhisselam

( وَاِذِ ابْتَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاَتَمَّهُنَّۜ قَالَ اِنّ۪ي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَاماًۜ قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪ي )

“Bir zaman Rabbi İbrahim’i birtakım emirlerle sınamış, İbrahim onların hepsini yerine getirmiş de Rabbi şöyle buyurmuştu: ‘Ben seni insanlara önder yapacağım.’ İbrahim de ‘Soyumdan da (önderler yap, ya Rabbi!)’ demişti.” (Bakara 124) buyuruyor ayeti kerimede.

Zürriyetine dua ederken Hz. İbrahim aleyhisselam onları muttaki takva olanlara imam kıl, önder kıl ya Rabbi diye dua buyuruyor. Bu İbrahim aleyhisselamın duası olmakla birlikte Rabbimizin de bize bir işareti, bir beşareti. Yani Rabbimiz bizim takvaya riayet etmemizi hatta bu konuda ilerleyip muttaki imamlar olmamızı; ittikanın, takvanın, ihlasın, biraz evvel sorunuzda geçen ifade ile hizmetin imamları olmamızı istiyor. 

Şimdi bu kavramları alıp bunlarla teröristleri ifade etmek İslam’a hakarettir. Fetullahın etrafındaki insanlar imam değiller. Keşiş diyebiliriz bunlara, çünkü dinde ruhbanlık yoktur bunlar böyle bir yaşamı tercih etmişler kendilerine, öyle yaşamışlar. Dolayısıyla bunlar ruhbandır, bunlar keşiştir. Rabbimizin bize üst bir seviye olarak gösterdiği ve olmamızı istediği bir olguyu biz bunlara atfedemeyiz. 

Ve bunlara cemaat diyemeyiz. Cemaat kavramı da nezih bir kavramdır. Evet, azınlıklara da bugün hukuk dilinde cemaat deniyor, bu bir yanlışlık ama en azından biz müslümanlar arasında bu yanlışa düşmemeliyiz. 

İslami literatürde bizim anladığımız cemaat kavramı hak ve hakikat üzere buluşan birleşen topluluklardır. Rızayı, likayı, visali kasteden ve bu amaç ile birleşen; niyetlerini, himmetlerini, gayretlerini, gerektiğinde servetlerini birleştiren topluluklara İslam’ın verdiği bir isimdir cemaat. 

Öyle ise bunlar (FETÖ mensupları) cemaat değiller. Bunlar cemaat olmadıkları gibi cemadat da değiller. Cemadat maden, taş, kıymetli taşlar, elmas, yakut, zümrüt… böyle değiller, çakıl taşı bile olamazlar. Bu yüzden bu kavramlar ile bunları ifade etmeyelim. Bunları bilelim ve bunlara dikkat edelim... 

Sualinize gelirsek, biz müslümanlar olarak hizmet deyince neyi anlamalıyız? Tek kelime ile aslında bizim hizmet diyebileceğimiz veya dememiz gereken şey bizim yaradılış gayemizle bütünleşmemizdir. Cenabı Hak azze ve celle bizi ne maksat ile var etmiş ise hilkat ve icabımızdaki sebep ne ise o sebeple bütünleşmemiz bizim hem dinimize hem dünyamıza; hem kendimize hem Rabbimize hizmet etmektir. Hizmet var oluş sebebimizi idrak edip o sebebi açığa çıkarmak ve onu sürekli gündemde tutmak için yapılan uğraşının, gayretin adıdır. Hizmet budur. 

Biz niye yaratıldık?

( وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ )

“Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 56) buyuruyor Mevlamız.

Biz sizi ibadetten başka bir sebep, kulluktan başka bir gaye için yaratmadık. Bütün canlı olan varlıklar; insanlar ve cinler diye bunu ifade edebiliyoruz, ancak ve ancak Allah’a ubudiyette bulunsunlar, Allah’a kullukta bulunsunlar diye yaratılmıştır. İşte hizmet, bu kulluğun tahakkukudur. 

Bu kulluk -özetle- helali helal bilip helale seyirtmek, haramı haram bilip haramdan kaçınmak, sakınmaktır. Hakkı hak olarak inanıp hakka ikbal ve teveccühte bulunmak, hakka yönelmek teslim olmak; batılı batıl olarak idrak edip her çeşidinden her türlüsünden kaçınmak, sakınmak…

Hizmet, Allahu Teala’nın bizim Rabbimiz olmasından; Cenabı Peygamber aleyhissalatu vesselamın bizim Peygamberimiz, imamımız, önderimiz, rehberimiz olmasından; Hz. Kur’an’ın anayasamız, hayatımızı belirleyen, hayatın gerekliliklerini bize anlatan öğreten bir rehber olmasından; İslam’ın bize din olarak lütfedilmesinden gönlümüzde hiçbir şek ve şüphe olmaksızın razı olmaktır. 

Bunlar ile ubudiyetinin gereği bir terbiyeye, bir anlayışa, bir ahlaka, bir kemale bürünerek Rabbimize karşı olan rızalığımızı ortaya koymak durumundayız.

Nebimizden (aleyhissalatu vesselam) razı isek O’nun ahlakı ile ahlaklanıp, şeriatı ile müteşerri olup, sünnetine muhkem bir şekilde sarılıp, muhabbeti ile gönlümüzü tenvir edip kalaylayıp; O’nun olmamızı istediği noktaya gelmeye çalışarak, ümmet olma bilincini-şuurunu canlı tutarak Peygamberimizden rızalığımızı göstermiş olacağız.

İslam’dan razı olmamızı onun yegâne kurtuluş kaynağımız olarak bilip dünya ve ahiretin saadetinin yalnız ve yalnız samimi müslüman olmakta olduğuna inanarak bu kimliği hiçbir şey ile değişmeksizin, bu kimliğin üzerine hiçbir şey çıkarmaksızın müslümanca yaşayıp ve müslüman olarak ölebilmenin azmi, çabası, gayreti içinde olduğumu göstererek; hem kendimiz için hem ailemiz çoluk çocuğumuz için hem gücümüz yetiyor ise çevremiz için bu mücadeleyi vererek İslam’dan razı olduğumuzu göstereceğiz. İslam bizde bir etiket gibi olmayacak. İslam bizim kişiliğimiz olacak. İslam bizim karakterimiz olacak. Bir kişilik, bir karakter, bir anlayış, bir duruş ki İslam ile çelişiyor, biz onları reddetmeliyiz. Bu kendimizde bile olsa. Kendimiz ile bu anlamda mücadele etmeliyiz, bu kulluğun bir parçasıdır. Bu kötü, bu mezmum sıfatı giderene kadar kendimiz ile mücadele etmeliyiz.

İşte bu mücadelenin yollarını anlatan usule, erkana tasavvuf diyoruz. Bu da buradan devreye giriyor, tasavvufsuz olmuyor. 

Biz Kur’an’dan razıyız… Kur’an’ı hayat nizamı olarak Rabbimizin bize göndermesinden razıyız… Bu rızalığımızı da Kur’an ile ikiz hale gelerek, bütünleşerek; Kur’an’ı okuyup anlamaya çalışarak; anladığımızı anlatarak paylaşmaya çalışarak; anladığımızı yaşantımıza indirerek hayatımızın tamamını Kur’an’ın hükümleri ile ziynetlendirerek Kur’an’dan rızalığımızı, Kur’an’a bağlılığımızı da bu şekilde göstermiş olacağız… İşte bunların hepsine birden hizmet diyebiliriz... 

Bunlar temel meselelerimiz. Bunu bir bina olarak düşünürsek temeli, duvarları, çatısı şeklinde bunları algılayabiliriz. Bu binanın içinde belli bölmeler yapacağız misal mutfak yapacağız, sohbet salonu yapacağız, mescid yapacağız, yatakhane yapacağız… İşte bunlar da sair hizmetler. Yani yapıldığında Allahımızın razı olacağı, O’nu hoşnut edeceği; Peygamberimizin bizimle iftihar edeceği; yedisinden yetmişine müslümanların kalkınacağı, istifade edeceği; hatta sadece müslümanların değil bütün mahlûkatın menfaatine olacak işlerin hepsi -çünkü müslüman öyle bir hizmet ortaya koymalı ki gerektiğinde kâfir bile ondan ihtiyaç duyduğunda istifade edebilmeli. Ağaçtaki bir kuş yerdeki bir karınca o müslümanın hizmetinden istifade edebilmeli.- o hizmet sadedinin içinde olan mevzuattır. Biz bunların tamamına hizmet diyebiliyoruz. 

Hizmetten bunu anlamalıyız. Yoksa kişilerin kendi şahısları, kendi cemaatleri, kendi tarikatleri reklam olsun diye; sırf onlar istifade etsin, onlar kalkınsın diye yaptığı şeyler bazen hizmet olmaktan çıkıp hezimet olabiliyor. Hizmet bütün efradını cami ağyarını mani bir hareket olmalı. Sadece ve sadece rıza kast edilerek yapılmalı. 

Allah’ın rızası merkeze alınarak, Allah’ın rızası hedeflenerek ve İslam’ın ölçülerinden dışarı çıkılmayarak; takiyye gibi, faiz gibi, hümanistlik gibi hiçbir sapkın anlayışa kapı açmadan fırsat vermeden şeri şerif ölçüleri içinde yapılması gereken kulluk vazifelerinin tamamı ibadettir. Bunların dünyevi olması bir şey değiştirmez. Bakın biz zekâtı paradan veriyoruz, para ile veriyoruz. Mali bir ibadettir ama zekât bir ibadettir, bir farizadır. Zahiren bakıldığında zekâtta namaz gibi hiçbir manevi cephe yoktur. Malından, cebindeki parandan çıkarıp veriyorsun ve bu bize farz. Yani meselenin malla yapılması onun hükmünün basitleşmesini gerektirmiyor. Bu yüzden diyoruz ki yapılan hizmet velev ki dünyevi bir şey olsa bile eğer İslami ölçüler içinde, rıza merkezli yapılıyorsa bu ibadettir, kulluğun bir parçasıdır. Dolayısıyla hizmettir. 

Bu hizmeti münferit başaramadığımızda -ki hemen hemen bütün ibadetlerimizde tek başına başaramayacağımız hizmetler vardır- birden fazla kişinin gerekli olduğu o topluluğa da cemaat diyoruz. Cemaatten de bunu anlamalıyız. Hakk’ın emrini yerine getirebilmek için birleşen gönüllere, birleşen zihinlere ve ortaya konan bedensel güçlere cemaat diyoruz. 

Allah Rasulü “İki birden, üç ikiden hayırlıdır.” buyurarak hayrın cemaatte olduğunu bize göstermiştir. Ayeti kerimede Cenabı Hak buyuruyor ki -gerçi bunu kâfirler ve münafıklar hakkında buyuruyor, asıl kast edilen onlar ama ayetin hususiyeti umumiyetini engellemiyor, böyle de anlayabiliriz- “Üç kişi gizlice konuşmaz ki, dördüncüleri O olmasın. Beş kişi gizlice konuşmaz ki altıncıları O olmasın.” (Mücadele 7)

Ayetin temel nüzul sebebi münafıkların ve bazı kâfirlerin kendi aralarında birleşip yaptıkları fiskoslar, gizli söylemler, gizli oturumlar için Mevlamız buyuruyor ki onlar ne kadar iki kişi bir araya gelip gizli oturumlar yapsalar da biz ordaydık, onların üçüncüsü biziz, onları biz işittik. Bizden bir şeylerini gizleyemezler. Ayetin kastı bu. Ama biz hüsnü zan ile baktığımızda, müminler cephesinden baktığımızda ayete: “Siz üç kişi olursanız dördüncüsü Allah’tır.” Biz bunu cemaatin hayrına yoruyoruz demek ki Cenabı Hak üç kişi olunca bir dördüncüsü de kendi zatını o üç kişiye katıyor, onlara arkadaş oluyor. Cemaat olmanın, birlik beraber olmanın faidesi. 

Hayırda da Cenabı Hak bize cemaati emrediyor: 

( وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعا )

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın.” (Âl-i İmrân 103) buyuruyor. 

Siz Allah’ın ipine topluca sarılın. Yani Allah’ın ipine topluca sarılmadan kasıt Allah’ın emirlerini birlikte yüceltin. İla-i kelimetullahı yüceltin. Kur’an’ın hükmünü canlandırın. Bu tek fert ile olacak bir iş değil. Bunu topluca yapın. 

Öbür tarafta bakıyoruz günahtan tevbe edeceğiz yine toplu tevbeyi emrediyor Cenabı Hak:

( وَتُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ جَم۪يعاً )

“Ey müminler, hep birlikte tevbe ediniz!” buyuruyor. Hep birlikte Allah’a tevbe edin. Bunun bize şu kârı olur: Belki birimiz samimi değil, öbürümüz samimidir; onun hürmetine Allah hepimizi bağışlar. Veyahut göz yumduğumuz, müdahale etmediğimiz, engel olmadığımız için bir şekilde biz de o günaha bulaşmışızdır. Cenabı Hak hepiniz tevbe edin ki bağışlanasınız buyuruyor. 

Hizmette de, ibadette de, tevbede de fazilet cemaatte. Mesela bakın namazın fazileti cemaatledir. İbadetin fazileti cemaatle. Hac, cuma, bayram namazı… cemaatle yapılan ibadetlerdir. 

Kulluğu yerine getirme adına ve hak için, hak rızası için, hak emri için bir araya gelen topluluğa da biz cemaat diyoruz. Ve büyük hizmetler anca böyle cemaatler ile başarılabilinir. Bunun için de cemaat olmak lazım, hizmeti cemaatle yapmak lazım, cemaat içinde hizmeti paylaşmak lazım. 

Cemaatin şartı hak üzere olmak. Hizmetten anlaşılması gereken de varlık sebebimiz ile bütünleşebilmek. Hizmet diye bunu anlıyoruz ve cemaat kavramından da bunu anlıyoruz. 

O yüzden yine altını çiziyorum bu anlamın içine girmeyenler cemaat değil kuru kalabalıktırlar. Onlar kuru kalabalıktırlar. Bu anlayışa matuf olmayan uğraşıların hiçbiri hizmet değil hezimettir ve rezalettir. Çünkü bunda rıza yoktur. Bunda emre riayet yoktur.

Anlatıyorlar FETÖ’nün bir adamı bir kurbanı 100 kişiye satmış. Şimdi ona sorsan bunu ne adına yaptı, hizmet adına yaptı. Ne için yaptı, cemaat için yaptı. Bir kurbanı 100 kişiye satıyor, parayı dolandırıyor… Ennetice o kurbanı da kesmiyorlar. 

Meseleye bu cephelerden bakınca Cenabı Hak bizi nasıl bir badireden kurtarmış hala anlamış değiliz. Biz nasıl şükredeceğimizi bilemiyoruz… Adam orduyu ele geçirmiş… Hizmet adına cemaat adına himmetle “bizim kavramlarımızı kullanarak” orduyu ele geçirmiş. Adaleti ele geçirmiş, emniyeti ele geçirmiş, eğitimi ele geçirmiş, sağlığı ele geçirmiş, sosyal kurumları ele geçirmiş, birçok sivil toplum örgütlerini ele geçirmiş... Bir memleketin temel meseleleri bunlar.

Sair cemaatlere, kendileri gibi düşünmeyen inanmayan cemaatlere müthiş kumpaslar kurmuşlar… Şimdi gündem de merhum Esad Coşan’ın vefatı var. Esad Coşan Hocaefendi bir trafik kazasında şehit olmuştu. O kazayı bunlar mı yaptılar? Gayet rahat yapabilirler, çünkü bu insan Avustralya’da ciddi teşkilatlanmıştı. Avustralya’nın bir şehrinde bunlar la teşbih özerk bir devlet gibiydiler. Kendi eğitim kurumları vardı camileri vardı yerleşkeleri vardı oradaki Müslümanlara müthiş hizmet veriyorlardı… Muhsin Yazıcıoğlu’nu öldürenler niye Esad Coşan’ı öldürmesinler ki... Hrant Dink’i, Hablemitoğlu’nu öldürenler niye Hızır Hoca’yı Bayram Ali Hoca’yı öldürmesinler ki... Devlet bunları da araştırmalı. İsmailağa cemaatine bir ayar vermek için bunların da vefatında Fetö’nün parmağı var o zaman.

Hani bir söz varya “Kork, Allah’tan korkmayandan!” Adamlar bir tek parlamentoyu tam ele geçirememişler. Parlamentoyu da kuşatmışlar ele geçirememişler Cenabı Hak lütuf buyurmuş, yardım buyurmuş, bizi bir uçurumun kenarından kurtarmış. 

Şimdi biz buna bakarak, bu hezimete bakarak hizmetin ne olduğunu anlamaya çalışmalıyız. Biz bu topluluğa bakarak “İslamî cemaatlerin” kıymetini bilmeliyiz. On beş-yirmi yıllık bir türedi anlayışın üzerinde bin beş yüz yıllık bir geleneği mahkum etmeye kimsenin hakkı yok. İslam’ın cemaat kavramı bin beş yüz seneden beri devamedegelen bir olgu. 

Tarih boyunca ahlaki cemaatler olmuş, fıkhi cemaatler olmuş, ilmi cemaatler olmuş… Bunların hepsi bu dini mübinin güzel anlaşılmasına yardımcı olmuşlar. Bizim mezhep dediğimiz hareketler de bir cemaat hareketidir. Bu bin beş yüz senelik bir gelenek. Şimdi yirmi yıllık, otuz yıllık bir fitne çarkına bakarak onların üzerinden bu bin beş yüz yıllık geleneğe “Efendim cemaat değil mi, bunlar da Fetö gibi olurlar!” bakışı ile bakamayız. 

Cemaat ölçülerine kim gerçekten riayet ediyorsa Cenabı Peygamber onları müjdelemiş, Allah’ın eli o cemaatlerin üzerindedir buyuruyor. Şimdi Allahu Teala’nın kudreti ile tuttuğu ve onlara bin beş yüz senedir hayat hakkı verdiği toplulukları biz bugün bitirmeye silmeye çalışmamız, türediler ile onları eşitlemeye çalışmamız bu bizim dini hiç anlamadığımızı gösterir bir; gayemizin üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğunu ortaya koyar iki... Bu gaye üzüm yemek için değil bağcıyı dövmek için olur. 

Bu yüzden müslümanlar belki geçmişte olduğundan daha ziyade cemaatlere önem vermeli, cemaat kavramına sarılmalı, kitabın ve sünnetin ölçüleri içine cemaatlerin tamamını çekmek için gayret edilmeli. Kontrol edilmeli, tedbirler alınmalı. Bunlar da hizmet dediğimiz şeyin bir parçası ama bütün bütün karartılmamalı, yok sayılmamalı, ortadan kaldırmaya çalışılmamalı. Bu, ümmetin felaketi olur. Ümmetin felaketi olur. 

Yahudi azınlık cemaat kabul edilecek, ona devlet tarafından belli haklar verilecek, onlara belli bir hukuki statü tanınacak, verilmesin diye söylemiyorum bunları; Hristiyanlar mensup olduğu mezheplere göre Rum kilisesi Rum cemaati, Ermeni kilisesine mensup Ermeni cemaati; Katolik kilisesine mensup Katolik cemaati; Protestan kilisesine mensup Protestan cemaati… Bütün bunlar cemaat kabul edilecek ve bu insanların hukuki statüleri olacak; kendi ibadethaneleri, eğitim kurumları olacak, eğitim kurumlarındaki müfredatı kendileri belirleyecek…

Yerli farklılıklarımız olan Alevi topluluğunu cemaat olarak, alevi cemaati olarak kabul edeceğiz, onlara da son dönemler belli hukuki statüler verildi, dedeleri kadrolu din adamı sayıldı, maaş bağlandı, alevi enstitüleri açılmasına karar verildi, okulların din dersi kitaplarına Alevilik ile ilgili bilgiler eklendi ilave edildi… Bunlar da cemaat kabul edilecekler ama bu memleketin bel kemiği olan, bu memleketin temel unsuru olan, bu memleketin varlığını oluşturan, %99,5 müslüman olan bu halkın cemaat olmasına müsaade edilmeyecek… Bu halkın oluşturduğu cemaatler; cemaat kabul edilmeyecek, bu cemaatlere hiçbir hukuki statü tanınmayacak, ellerindeki imkânlar da belki alınmaya kalkınacak... Bu akılla, izanla, irfanla bağdaşacak bir şey değil. Düşünebilinecek bir şey değil. Neymiş efendim işte bunların içinde bir grup çıkmış böyle bir şey yapmış… 

Misal memleketimizin güneydoğusunda bir terör belası var, bölücü bir örgüt var. Bunların bir kısmı, belki ana liderleri bizim güneydoğumuzdan da değiller, doğulu vatandaşlardan değiller. Orada hakim olan ırktan değiller, dışarıdan içeri dahil edilmişler; içerden de onlara heves edip katılanlar olmuş. Bunların belki azımsanamayacak bir çoğunlukları da var. Ve o taraflarda sürekli işitiyoruz, okuyoruz on tane, beş tane, on beş tane şehit veriliyor, Allah muhafaza buyursun. Göçenlere iman ile göçmüşlerse zerreler adedince rahmet eylesin… 

Şimdi böyle iken bakın devlet terör ile halkı birbirine karıştırmamak için ne kadar hassasiyet gösteriyor. Halk ayrı diyor. Demiyor ki misal bütün Kürtler teröristtir… Denemez de. Güneydoğunun tamamı teröristtir demiyor dolayısıyla yakıp yıkmıyor orayı. Halkı ayırıyor. Kim bulaştı kim bulaşmadı çok güç olsa dahi bu, ayırmaya çalışıyor. Ve teröre bulaşmamış halka hizmet götürmeye çalışıyor, onların her türlü ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor. Şehirler kuruyor onlara. Bu yerden göğe takdir edilecek bir şey… 

Ama beri tarafta sen doğuda gösterdiğin bu hassasiyeti müslüman cemaatlere karşı göstermez de bütün cemaatlere potansiyel suçlu, fetöcü diye bakarsan işte o zaman batıdaki müslüman cemaatleri de Pkk’laştırmış olur, karşında bulursun… Kin, nefret, düşmanlık… Her insanın nefsi ve şeytanı var. İnsanoğlu dünyada imtihanda. Şeytan bir vesvese vermeye görsün, peygamberin oğluna kardeşini, Kabil’e Habil’i öldürttü. Bunlar peygamber oğlu idi… 

Ateş çabuk yanıyor, ateş çok çabuk yanıyor... Bunun örneklerine bakın. Bir de Batının bu işe benzin döktüğünü düşünün, Allah esirgesin, Türkiye’nin batısı da doğu gibi olur. Devlet bu konuda çok duyarlı olmalı, çok hassas olmalı. Bu konuda bütün cemaatler devlete yardımcıdırlar. Ehlisünnet çizgisinde olan, sorumluluğunun bilincinde olan bütün cemaatler bu konuda devlete yardımcıdırlar. Tek ki devlet küçümseyici bir gözle bu cemaatlere bakmasın. “Biraz palazlansalar bunların da neticeleri böyle olur!” diye bakmasın… Öyle bir şey yok çünkü. Dedik ya bu insanlar bin beş yüz senelik bir gelenekten geliyorlar. Manevi eğitim, ahlaki eğitim, nefs terbiyesi bu cemaatlerde esas…

Türkiye’deki İslami devlet modelinin, anlayışının temelini oluşturan yine bu cemaatler içinde yetişmiş müslümanlardır. 1970’de kurulan Milli Nizam Partisi bir mutasavvıf şahsiyet olan Mehmed Zahid Kotku hazretlerinin nasihatleri ile, direktifleri ile şekillendi. Adeta ondan önceki Abdulaziz Bekkine hazretleri o gün oluşacak o teşkilatın temel unsurlarını ta 1940’larda üniversiteden adeta seçtiği bazı öğrencileri ciddi bir ahlaki eğitimden, bir nefs terbiyesinden geçirerek oluşturdu ve onlara gerçek hizmetin ne olduğunu, ne olacağını, ne olması gerektiğini anlatarak bir gergef işler gibi o kadroyu işledi. 

1953’ten sonra Mehmed Zahid Kotku hazretleri bu vazifeyi devraldı. O da bunu işlemeye devam etti… Demek vakit saatin olgunlaştığını gördü ve hadi bakalım sen Konya’dan aday ol, sen şuradan aday ol diyerek milletvekili olacakların yerlerini bile o belirledi. Ve biz müslümanlar da İslam’ın devlet olabileceğini o cemaatin kadrolaşmasından gördük. Yaşadığı sürece mübarek bu anlayışın önünü açtı. Mehmed Zahid Efendi hem dine hizmet etti hem müminlerin temiz bir dünya oluşturmaları için öncü oldu, fikirler verdi. Savunma sanayi, sanayileşme fikri tamamen Mehmed Zahid Kotku’ya aitti. Türkiye’de Pancar Motoru, Gümüş Motoru kurarlarken o teşvik etti ki böyle bir müessese kurulsun müminlerin ortak olabileceği, müminleri bir araya getirebilecek ve kalkındırabilecek bir proje olsun. Bu projeye Batıdan korktukları için Türkiye’de hiçbir zengin firma destek olmadı, katkı sağlamadı. Mehmed Zahid Kotku hazretleri kendisi kalktı Almanya’ya gitti. Almanya’dan destek buldu projeye. Bunu o sağladı. Motora destek buldular, geldiler bunu Türkiye’de ürettiler. Dünyanın bir numaralı tarım aletlerini o firma ortaya çıkardı…

Bakın bir cemaat sadece tesbihle, kitapla vs. meşgul olmuyor. Dünyada insanları Rabbimizin darüsselam diye buyurduğu cennet yurduna hazırlarken bir yandan da dünyalarını mamur etmek için onlara temiz bir yaşam ortamı; helalin hâkim olduğu, tefekküre zemin oluşturabilecek, insanın müslüman kimliğini muhafaza edebileceği bir ortamın oluşması için de azami gayretler göstermişler. Tarih boyunca cemaatlerin hizmeti böyle olmuş. 

İşte o anlayışı Merhum Esad Efendi’yi ta Avustralyalara kadar getirmiş… Türkiye’de bu hizmeti yapamayınca, Türkiye’de önüne yasaklar çıkınca dünyanın öbür ucuna Avustralya’ya gitmiş vatan hasreti ile belki yanmış kavrulmuş, ailesinin bir kısmını burada bırakmak zorunda kalmış, orada o hizmeti devam ettirmeye çalışmış… Şimdi şeple şeker birbirine benzerliği var diye karıştıramayız. Zalim ile mazlumun birbirine karışmaması, bunu hassasiyetle ayırmak devletin ana görevlerinden birisidir. 

Bu ayrışmaya, ayrıştırmaya onlara cemaat demeyerek başlayacağız. Devlet de onlara cemaat demeyecek. Onlar bir örgüttür, onlar bir teşkilattır onlar teröristtir ama bir cemaat değillerdir. Onlar hiçbir dine mensup değiller… Yani bunlar Hristiyan mı, hayır değiller. Bunlar Yahudi mi, hayır, değiller. Haberde bugün gördüm adamın Altunizade’deki Fem dershanesinin merkezinde gizli odasını bulmuşlar; odasında Buda’nın heykeli var… Bunun neye tapındığı belli değil. Hristiyanların aziz kabul ettikleri sözde İsa’nın havarisi olduğunu söyledikleri iki kişinin kabartma portreleri var odasında. Şimdi Budist mi, Hristiyan mı… Ne idüğü belirsiz bu adamın, hiçbir dine mensup değil. Yahudi değil, Hristiyan değil, Budist değil, ateist değil… 

O yüzden buna cemaat demezsek ayrışma başlar. Adamlarına imam demesek ayrışma başlar. İmam deyince millet camideki imamlar ile karıştırıyor. Fetö’nün imamları(!) diyor. Nasıl FETÖ’nün imamı yahu, imam İslam’ın önderleridir. Bakın biz Hz. Ebu Bekir’e imam diyoruz. Hz. Ömer’e, Osman’a (radıyallahu anhum ecmain); özellikle ehli beyte İmam Ali diyoruz, İmam Hüseyin, İmam Hasan diyoruz… Biz müçtehitlerimize İmam Azam, İmam Şafii diyoruz; İmam Rabbani, İmam Gazzali diyoruz… Şimdi kalkıp bu taharet siz sünnetsiz adamlarına imam demek bütün imamları dolayısıyla o imamlara cemaat olmuş insanları töhmet altında bırakmak olur. 

Bu ayrıştırmaya buradan başlayacağız. Onlara imam demeyeceğiz, onlara cemaat demeyeceğiz, onların yaptıklarına hizmet hareketi demeyeceğiz. Hezimet hareketidir, cinayet hareketidir, felaket hareketidir… Başka kelimeler bulalım. İsmine Fetullah demeyelim, lanetullah diyelim… Bu ayrışımlar böyle başlamalı. O zaman diğerleri de netleşmiş olur; temiz, nezih, masum, mazlum cemaatler bu kirden arınmış olur…

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort