JoomlaLock.com All4Share.net

HUZURA KAVUŞMANIN İLK KAPISI TEVBE MAKAMI -3

Huzura Kavuşmanın İlk Kapısı Tevbe Makamı 3

Huzura Kavuşmanın İlk Kapısı Tevbe Kapısı -3 - Şeb-i Vuslat

Sayı : 134 - Şubat 2019

 

Huzura Kavuşmanın İlk Kapısı Tevbe Kapısı -3

 

Üçüncü Temhid: Müminin Tevbesi Ne Zamana Kadar Kabuldür?

Her şeyin bir vakti olup vakti geçince o da geçmiş olduğu gibi, muhakkak tevbenin de zamanı vardır, zamanı tamam olunca o da geçmiş olur. Tevbenin zamanı, ruh gargarayı geçmeyinceye kadardır. Gargarayı geçince kafirin imanı kabul olmadığı gibi müminin tevbesi de makbul değildir. Hadis-i şerifte: “Muhakkak Allah Teala kulun tevbesini, ruhu gargaradan geçmediği müddetçe kabul eder!” buyrulmaktadır. Vakta ki can boğazına varınca, ne kafirin imanı ne de müminin tevbesi kabul değildir. Ayet-i kerimede de: “Onlardan biri, kötülükleri işlemekte oldukları halde, kendisine ölüm geldiği zaman, ben şimdi tevbe ettim diyenlere, bir de küfür üzere devam ettikleri halde ölenlere tevbe yoktur. Onların hakkı öyledir. İşte biz onlar için pek acıklı bir azab hazırlamışızdır.” buyrulmuştur.

Şeyhzâde der ki: “Ölümün yakın olması tevbeye mani değildir. Lakin yukarıdaki ayet delil olmuştur ki halet-i nezide ölümü gözü ile müşahede ederken tevbe fayda vermez. Çünkü o zaman iman ve tevbesi iztırâri/ister istemez haldedir. Halbuki tevbe ve imanın şartı ihtiyaridir.” Kadı Beydâvi rahimehullah der ki: “Cenâb-ı Hakk’ın, tevbeyi tehir eden müminlerin tevbesi ve kafirin imanını beraberce zikir buyurmasından hikmet budur ki, imana ve tevbeye gelmeleri ve gelmemeleri aynı seviyededir.”

Yani kafirlerin imanı ve asilerin tevbeleri makbul değildir demektir. Ama isyandan sonra ihtiyar haletinde de olsa iman ederek Cenâb-ı Hakk’ın korkusunu kalibinde yerleştirip “İbadete döneyim!” diyenlere gelince; hadis-i şerifte: “Allah azze ve celle gündüz günah işleyene tevbe etmesi için gece rahmet kapılarını açar; gece günah işleyene de gündüz açar; güneş batıdan doğuncaya kadar.” Ayet-i kerimede de: “O Allah, kulların tevbesini kabul eden, kötü hareketlerini de tevbeden sonra bağışlayan ve ne işlerseniz bilendir.” buyrulmaktadır. Demek güneş batıdan doğarsa, iman ve tevbesi makbul değildir. Ruh da gırtlağa vardığı vakit tevbe makbul olmaz. Hülasa Allah azze ve celle tevbe edenleri sever ve günahlardan kendini zikirle temizleyeni sever. Allah (cc), günahlarından tevbe edeni çok sever ve fakat tevbeden sonra ibadet işleyeni daha ziyade sever demektir.

Firavun da tevbe etmiş ama tevbeyi, ölümle yüz yüze geldiği anda yaptığı için kabul edilmemişti. Allah Teala şöyle buyurur: “İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri de saldırmak ve zulmetmek için onların arkalarına düştü (ve denize daldı). Nihayet boğulma durumuna gelince (Firavun şöyle) dedi: Ben İsrailoğulları’nın inandığından başka hiçbir ilah olmadığına inandım, artık ben (O’na) teslim olanlardanım.” (Yunus 10/90)

“Şimdi mi (iman ediyorsunuz)? Halbuki sen bundan önce (kendini tanrılaştırarak Allah’a) isyan etmiş ve (böylece) fesatçılardan olmuştun.” (Yunus 10/91)

“Bugünde biz, senden sonrakilere ibret olması için cesedini (batıp gitmekten) kurtarıp sahile atacağız. Yine de insanlardan çoğu bizim ayetlerimizden hakikaten gafildirler.” (Yunus 10/92)

“(İnanmak için ne bekliyorlar?) Onlar mutlaka kendilerine (ölüm veya azap) meleklerinin gelmesini yahut Rabbi’nin (imha eden azabının) gelmesini ya da Rabbin’den (kendilerini imana mecbur eden) bazı alametlerin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbi’nin bazı alametleri geldiği gün evvelce iman etmemiş veya imanında hayır kazanmamış hiçbir kimseye imanı fayda vermez. De ki: “Bekleyin (o alametleri)! Şüphesiz biz (de) bekleyenlerdeniz.” (En’am 6/158)

“Bizde onu ve ordularını yakalayıp denize atıp boğduk. O, (bu sırada kendisini) ayıplayıcı durumda idi.” (Zâriyat 51/40)

“Nihayet o (müşrik ola)nlardan birine ölüm geldiği (kötü amel ve sonucu kendisine gösterildiği) zaman diyecek ki: ‘Rabbim! (dünyaya) beni döndürünüz, ta ki ben, terked(ip geldiğim o) yerde artık iyi/sevaplı iş yapayım.’ Hayır! Bu onun söylediği (boş) laftan ibarettir. Artık (kıyamette) tekrar dirilecekleri güne kadar önlerinde bir engel vardır. (Ruhen de bedenen de başak bir şekilde dünyaya geri dönemezler.)” (Müminun 23/99-100) 

Peygamberimiz (sav) de şöyle buyurmuştur: “Allah kulunun tevbesini, can boğaza gelinceye kadar kabul eder.” Bir terzi, salihlerden bir zata; “Rasulullah’ın (sav): ‘Allah Teala, günahkâr kulunun tevbesini, canı boğazına gelmeden kabul eder.’ hadis-i şerifi hakkında ne buyurursunuz, diye sual etti. O zat da:

-Evet, böyledir. Ama senin mesleğin nedir?

-Terziyim elbise dikerim.

-Terzilikte en kolay şey nedir?

-Makası tutup kumaşı kesmektir.

-Kaç seneden beri bu işi yaparsın?

-Otuz seneden beri.

-Canın gırtlağına geldiği zaman, kumaş kesebilir misin?

-Hayır, kesemem.

-Ey terzi! Bir müddet zahmet çekip öğrendiğin ve otuz sene kolaylıkla yaptığın bir işi, o zaman yapamazsan, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi o an nasıl yapabilirsin? Bugün gücün yerinde iken tevbe eyle! Yoksa son nefeste istiğfar ve hüsn-i hâtime nasip olmayabilir… Sen hiç: “Ölüm gelmeden evvel tevbe etmekte acele ediniz!” hadisini duymadın mı?” Bunun üzerine terzi ihlâsla tevbeye sarıldı ve o da salihlerden oldu. Bu kıssada görüldüğü gibi kulların önünde bin bir türlü dünya ve nefsaniyet çukurları vardır ki, bunların en tehlikelisi de samimi tevbeyi devamlı sonraya bırakmaktır. Oysa tevbeye sarılmak, bütün bir ömrümüzün can simididir. Nitekim Rasulullah ashâb-ı kirâma “en büyük derdin günah” derdi, “ilacının da gece karanlığında istiğfar” olduğunu beyan buyurmuştur. Firavun da tevbe etmiş ama tevbeyi, ölümle yüz yüze geldiği anda yaptığı için kabul edilmemişti.

Dördüncü Temhid: Tevbenin Hükmü ve Kısımları

Tevbe günahlardan dönmekte ve Allah’ın (cc) yolunda ilk adımdır ve her saadetin ilk kapısı olduğu için de farzdır. Zira tevbe, edebsizlikten yüz çevirmektir. Diğer tabirle tevbe, kulun Allah’tan (cc) utanıp haya etmesidir. Edepsizlik hangi bir şeye girerse onu mutlaka ayıplı kılar. Edep ve utanç da nerede bulunursa ona mutlaka azizlik ve şeref verir. Ne güzel hikmetli sözdür! Hadis-i şeriflerde;

“Gerçekte haya hayrdan başkasını getirmez.”

“Gerçekte haya ve iman ikisi birlikte beraberdirler; birisi kaldırıldı mı, diğeri de kaldırılır.”

“Sana Allah’tan utanmayı emrediyorum, kavminden salih bir adamdan utandığın gibi.” buyrulmuştur. Bu son hadis-i şerife dayanarak Sıddîkıyye meşâyıhı: “Kişi Allah azze ve cellenin azametini zihninde istihzar ederek hakiki hayaya güç bulmadığı müddetçe kavminden salih bir Müslümanı zihninde istihzar ederek hayayı kazanmalıdırlar. Allah azze ve cellenin azametini istihzar etmekle ondan utanmaya haya, salih bir insanı zihninde istihzar ederek ondan utanmaya da rabıta denilir.” dediler. Bu hadis-i şerif, rabıta etmek delillerinden biridir. Onun için hadis-i şerifte: “Gerçekte haya İslam’ın şeriatindendir. Edebe aykırı çirkin söz söylemek de kişinin kötüye meyletmesindendir.” buyrulmuştur.

Cüneyd Bağdadî (ks), tasavvuf kelimesinden sorulunca dedi ki: “Tasavvuf şu on hasleti kuşatıcı bir isimdir:

1-Dünya emtiasının her şeyinde aza kanaat etmek, çoğaltmaya çalışmaktan sakınmak, yani gerçek tevekküldür.

2-Vasıta kılınan sebeplere güven bağlamaksızın kalibn sadece Allah Teala’ya itimat etmesi.

3-Sıhhat ve selametin bulunuşu anında nafileyle Allah azze ve celleye taat ve ibadet etmek.

4-Fakir kalınması halinde yokluğa sabru tahammül göstererek dilencilik ve şikayet etmekten uzak kalmak, yani gerçek kanaattir.

5-Dünya emtiasının bulunuşu anında almakta en helali seçmek.

6- Allah Teala’nın diniyle çalışmayı, sâir çalışmalardan üstün tutmak, yani ahiret hayatını dünya hayatı üzerine tercih etmeye çalışmaktır.

7- Gizlide zikretmek, cehri zikirlerden sakınmak.

8-Vesvesenin gelişinde ihlâsı gerçekleştirmek.

9- Şek ve şüphenin gelişinde yekîni gerçekleştirmek.

10-Vahşet ve çalkalanmaktan Allah azze ve cellenin huzuruna sığınıp sebat etmektir, yani ünsiyettir. Bu on haslet kimde bulunsa, kendisine sûfî isminin takılmasını hak etmiştir, aksi takdirde yalancı lakabının takılmasına müstahaktır.”

Şah-ı Nakşibend’e kendi tarikatinden sorarken dediler ki: “Sizin tarikatiniz nedir?” Buyurmuştur ki: “Bizim yolumuz edeptir ki, sünnetleri ihya etmek ve bidatlerden kaçınmaktır. Her kim ki bunu işlerse bizim tarikimizdendir.”

Tevbe, mana itibarıyla haramdan kaçınmak ve hudutlardan çıkmamak hususunda farzdır. Gerçek tevbeden sonra hakları ödemek veya terk edilmiş namaz ve orucu kaza etmek de farzdır.

İmâduddîn el-Emevi, Hayat-ul-Kulûb kitabında der ki: “Âdemoğulları hukukun kazalarını döndürmezse tevbesi sahih değildir.”

Şeyh Ali Mansûr der ki: “Tevbe demek Allah’a dönmek demektir ve şartları da üçtür: Günahlardan soyunmak ve uzaklaşmak, yaptığı günahlardan pişman olmak ve ebediyen günahlara dönmemeye azmetmektir. Şayet günahlar insanlara bağlı bir günah ise dördüncü bir şart ziyade olur ki o da hakları sahiplerine iade etmektir veyahut helalleşmektir.” Tafsili olarak cumhura göre ve icmâli olarak Mâliki büyüklerine göre böyledir. Lakin içinde kul hakkı olan zinada helalleşmekte fitne vardır, bundan helalleşmeye lüzum yoktur, demişlerdir.

Mekruh olanları bile terk etmek de tevbenin mendublarındandır. Hatalara ve vesveselere de tevbe etmek çok sevaptır. Binaenaleyh günahları terk etmek ve emirleri yerine getirmek kısmında tevbe farz, vaciplerde tevbe vacib, sünnetlerde tevbe etmek sünnet, mekruhlardan sakınmakta tevbe mendub, vesveselerden tevbe etmek sevablı olmak üzere tevbe beş kısımdır.

Yazımızı Peygamber Efendimiz’in (sav) istiğfarın en üstünü olarak buyurduğu duasına amin diyerek sonlandıralım: “Allahümme ente Rabbi lâ ilâhe illâ ente halâkteni ve ene abduke ve ene alâ ahdike ve va’dike mesteta’tu, eûzu bike min şerri mâ sana’tu, ebuuleke bini’metike aleyye ve ebu’u bizenbi fağfirli zunûbî, feinnehu lâ yağfiruzzunûbe illâ ente. - Allahım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka ilâh yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum. Ezelde sana verdiğim sözümde ve vaadimde hala gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden sana sığınırım. Bana lütfettiğin nimetleri yüce huzurunda minnetle anar, günahımı itiraf ederim. Beni affet, şüphe yok ki günahları senden başka affedecek yoktur.”

Selam ve dua ile, Allah’a emanet olun.

 

Kaynakça:
İsmail Çetin, Edeple Varış Lütufla Dönüş, Dilara Yayınları, 2007.
Hasan Tahsin Feyizli, Feyü’l Furkân Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali, Server İletişim, 2010.

 

Yazar: Şeb-i Vuslat

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort